Yargıda reform var. Yüzüncü defa. Bin de olur bu gidişle. Bu reform paketleri her neyse yargıya yaramıyor. Hep reform oluyor, hep durum daha kötü oluyor. Ne kadar reform, o kadar zulüm yani.
Dün gene reform oldu. Anayasa Mahkemesi, Sırrı Süreyya Önder’in çözüm süreci içindeki konuşmalarından biri nedeniyle hapse mahkum edilmesinin hak ihlali olduğuna karar verdi. Lafı uzattı, dolandırdı, evirdi, çevirdi, ama daha önce pek yapmadığı bir şeyi yaparak, konuşmayı yapıldığı bağlam içinde değerlendirdi ve oybirliğiyle hüküm verdi: Propaganda yok. Mahkum olması, hak ihlali. Hakkını yedik. Düzeltilmesi lazım hemen, dedi.
Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli kararları yayınlandıkları andan itibaren yürürlüktedirler. Anayasa Mahkemesi’nin kararları bütün mahkemeleri bağlar. Karar öğle saatlerinde mahkemenin internet sitesine konuldu. Sonra, bekleyiş başladı. Sırrı Süreyya Önder’e mahkumiyet kararı veren mahkeme, AYM kararına uygun biçimde bir tahliye kararı yazacak. Alacak, değil, yazacak. Başka bir şey yazamaz. Bağlayıcı karar. Nasıl ki Sırrı Süreyya “bağlayıcı mahkeme kararı” nedeniyle hapiste, yeni “bağlayıcı mahkeme kararı” nedeniyle de tahliye edilmesi gerekir. Bu kadar. Basit. Tartışılmaz.
Peki ne oldu? Saat bir, mahkemeden ses yok. Saat iki, mahkemeden ses yok. Saat üç, mahkemeden ses yok. Saat dört mahkemeden ses yok. Beş, altı, yedi, sekiz, dokuz… Zaten saat beşten önce, mesai bitmeden adliyeyi terk etmiş heyet üyeleri. E insan hakları var, öyle 24 saat oturup çalışacak değiller ya… Değiller de gözaltına almak için günün 24 saati uygun kabul ediliyor, sabaha karşı dörtte, beşte kapılar kırılarak insanlar alınabiliyor. Su uyur adalet uyumaz. Adalet gecikmez. Adalet engel tanımaz. Adaletin kestiği parmak acımaz. E alırken şahin, salıverirken? İşte reform tam burada oluyor: Mahkeme, İstanbul 26’ıncı Ağır Ceza Mahkemesi, hukukta reform yaparak Anayasa Mahkemesi kararına uygun bir kararı yazmayıveriyor. Bu da bir yurttaşın bir geceyi daha hapiste geçirmesine yol açıyor. Habeas Corpus 800 yaşında ama Türkiye’ye uğrayamadı bir türlü. Kan uykularında kapı kıracak kadar güçlü, zaman sınırı tanımayan, mekan sınırı tanımayan adli sistem, en yüksek mahkemesinin kararını uygulamak için kılını kıpırdatmıyor. Ortada görünmüyor. Ortadan kaybolan sanık normaldir, bilinen bir şeydir de ortadan kaybolan mahkeme diye bir şey olur mu yahu? Oldu işte. Gerçi az önce de kararı kürsüye bırakıp kaçan mahkeme de görmüştük. Bakalım daha neler göreceğiz.
Mahkeme kararlarının mahkeme eliyle çiğnendiği yerde ne reformu Allah aşkına? Eline yeşil pasaport verip barolar birliği başkanını sevindirebilirsiniz de bundan yurttaşa ne, hukuka ne, adalete ne? Kararı uygulanmayan mahkeme, kendini hala mahkeme hissediyor mu? Mahkeme kararına uymayan mahkeme, kendi kararına saygı mı bekliyor. Dahası, Habeas Corpus’un hiç tanınmadığı yerde kim kendisini yurttaş gibi hissediyor? Anayasa Mahkemesi kararına imza atan yargıçlar mesela dün görevlerini yapmış yurttaşlar gibi rahat rahat uyumuş mudur? Adalet Bakanı mesela, en yüksek mahkemenin kararının uygulanmadığına şahit olduğunda mutlu mesut rüyalara dalabilmiş midir?
Sorular uzar gider. Pir Sultan Abdal’ın sözüyle keseyim:
Gör ki neler gelir daha sağ olan başa!
Gazete Duvar / 04.10.19