Arap dünyasında geçen hafta

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 25 Kasım 2018
  • 09:05

Arap Dünyası bu haftayı, Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayetinin yankılarının yanı sıra, Tunus’ta Genel İşçi Sendikası’nın maaşlara zam talebiyle başlattığı genel grevi, ülkedeki ekonomik gidişatı ve Gazze ile İsrail arasında varılan ateşkesten sonra yaşanan gelişmeleri konuşmaya devam ederek geçirdi.

ABD başkanı Donald Trump’ın Kaşıkçı cinayetiyle ilgili CIA raporuna rağmen müttefiki Muhammed Bin Selman aleyhinde bir tutum takınmaması Arap gazetelerinde geniş bir şekilde yer alırken, Trump’ın hem Muhammed Bin Selman’ı hem de bölgedeki bir diğer önemli müttefiki İsrail başbakanı Bünyamin Netenyahu’yu daha ne kadar korumaya devam edeceği de sorgulanmaya başlandı.

İsrail ve Gazze arasında son şiddetli çatışmalardan sonra varılan ateşkes anlaşmasının yankıları devam ediyor. İsrail’in bundan sonra ne yapacağıyla ilgili Arap medyasında bir çok senaryo yer almaya başladı. Tanınmış yazarlara göre ise, İsrail’in Gazze’deki önemli siyasi ve askeri şahsiyetlere yönelik suikastlere başlaması en çok konuşulan senaryoların başında geliyor.

Arap Baharı olarak adlandırılan sürecin ilk ayağı olan Tunus, Genel İşçi Sendikası’nın grev ilanıyla sarsıldı. Yasemin Devrimi olarak adlandırılan ve devlet başkanı Zeynel Abidin Bin Ali’nin ülkeden kaçmasıyla sonuçlanan ayaklanmanın en önemli siyasi aktörü olan Genel İşçi Sendikasının yetkililerine göre, son grev çağrısı yüzde 95 oranında başarıya ulaştı.

İSRAİL’İN GAZZE’YLE İLGİLİ PLANI NE?

İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları ve ardından imzalanan ateşkes sonrası gerginlik bitmiyor. Gazze’nin “büyük bir zafer” olarak nitelendirdiği, İsrail kanadında ise Netenyahu hükümetini sarsan ve istifalara yol açan ateşkesten sonra ne olacağı merak konusu. İsrail başbakanı Bünyamin Netenyahu, İsrail’in Gazze’ye yönelik henüz bitemeyen bir operasyon içinde olduğunu açıklaması birçok senaryonun ortaya atılmasına sebep oldu.

Ürdünlü stratejist Oraib El Rintavi’nin El Destur gazetesindeki değerlendirmesine göre, önemli senaryoların başında Hamas yöneticilerine yönelik suikastler geliyor: “Değerlendirmelerin çoğu Gazze’de sahada var olan askeri komutanlara yönelik suikastlerin olabileceğine işaret ediyor. Bunların başında da Hamas’ın Gazze sorumlusu Yahya El Sinvar geliyor. Hem de yoğun hava ve füze bombardımanı eşliğinde. Bazı senaryolara göre de daha geniş kapsamlı ve İsrail’in Gazze’yi tamamen ve bir bölümünün kontrol altına almasıyla sonuçlanacak bir operasyon söz konusu. Tabi bütün bu senaryolarının her birinin tehlikesi ve yankıları olacaktır.”

HEDEFTE YAHYA EL SİNVAR MI VAR?

Rai Al Youm gazetesinin Filistin asıllı Genel yayın yönetmeni Abdulbari Atwan da İsrail’in Hamas’ın önemli isimlerine suikast girişimi senaryolarını gündeme getirdi. Atwana göre de hedefteki ilk isim Hamas’ın Gazze sorumlusu Yahya El Sinvar: “Hamas’ın Gazze sorumlusu Yahya El Sinvar’ın ismi hem askeri alanda hem de halk desteği bakımından İsrailliler için bir kâbus teşkil etmeye başladı. Bunun bşr çok sebebi var elbet ancak başta Sinvar’in örgütsel konulardaki yeteneği gelmektedir. Ayrıca Sinvar Gazze’yi Güney Lübnan gibi kinci bir direniş sahasına dönüştürdü. Ayrıca Sinvar, bazı Arapların İsrail ile olan normalleşme adımlarına karşı da şiddetli bir kampanya yürütüyor. Nitekim İsrail’in son hezimetinin ardından düzenlenen kutlamada yaptığı konuşmada, İsrial ile normalleşme çabasındaki Körfez ülkelerinin yönetimlerine yönelik ‘onlara saraylarını açın… ama Gazze’de bizden ölümden başka bir şey görmeyecekler’ şeklinde hiç duymadıkları sözler sarf etti.”

TUNUS’UN BİTMEYEN SOSYAL VE EKONOMİK SORUNLARI

Geçtiğimiz haftanın en önemli olaylarından biri de Tunus’ta Genel İşçi Sendikası’nın “maaşlara zam” talebiyle başlattığı grev oldu. Tunus’taki Genel İşçi Sendikası, Arap Baharı olarak adlandırılan sürecin ilk ayağı olan Tunus’taki halk ayaklanmasındaki en önemli aktördü. Tunus’taki süreç Zeynel Abidin Bin Ali’nin istifa ederek Suudi Arabistan’a kaçmasıyla sonuçlanmıştı.

El Arab Gazetesi yazarı Emin Bin Mesud, Tunus’un diğer sorunlarını çözebilmesi için temelde yer alan ekonomik ve sosyal adaletsizlikten kaynaklanan sorunlarını çözmesi gerektiğini yazdı:
“Bu grev, Genel İşçi Sendikası’nın bu yündeki sembolik gücünü gösterdiği ne ilk ne de son çağrı ve grevdir. Ancak bu grev, ‘grevden sonra ne olacak?’ sorusunun ilk defa gündeme geldiği grevdir. Zira bununla ilgili siyasi aktör ile sosyal aktör arasındaki ve giderek uçuruma sürüklenen ilişkiler hususunda şekilsel ve altyapısal çözümlemeleri de beraberinde getirmektedir.

Tunus birden fazla siyasi farklılık ve sosyal eşitsizlikten kaynaklanan hassas dengeyle karşı karşıya. Miras eşitliği konusundaki yasa tasarısı ve parlamento seçimleri için hazırlıklar. Ancak bütün sorunlar ekonomi ve sosyal adalet konularına bağlı. Zira bunlar sorunların temelini oluşturmaktadır.”

‘TRUMP BİN SELMAN VE NETENYAHU’YU NE KADAR KORUYABİLECEK?’

Cemal Kaşıkçı cinayetiyle ilgili ABD başkanı Donald Trump’ın takındığı tutum ve yaptığı açıklamalar, söz konusu olayla ilgili en fazla tartışılan hususlardan biri konumunda. Trump’ın Muhammed Bin Selman aleyhine bir tavır takınmaması bir çok eleştiriye neden olurken, bunu ne kadar sürdürebileceği de ayrı bir tartışma konusu.

Lübnan’da yayınlanan El Nashra yazarı Mahir El Hatip, Trump’ın bölgedeki en önemli müttefikleri ve Trump’ın bu müttefiklerini ne kadar koruyabileceğiyle ilgili dikkat çekici bir yazı kaleme aldı:
“Donald Trump Beyaz Saray’a çıkmasının ardından Ortadoğu’da bari bir şekilde iki müttefike yaslandı. Suudi Arabistan Prensi Muhammed Bin Selman ve İsrail başbakanı Bünyamin Netenyahu. Bunların her ikisi de Trump’ın ‘Yüzyılın Anlaşması’ denilen projesindeki en önemli ortakları.

Şu an hem Netenyahu hem de Suudi veliahtı Muhammed Bin Selman ciddi sorunlarla karşı karşıya. Netenyahu’nun karşı karşıya kaldığı zorluklar yerelken, Bin Selman’ın sorunları uluslar arası düzeyde. Ancak akıllarda soru işaret yaratan konu, Trump’ın bu her iki müttefikini de kurtaracak güçte olup olmadığı. Çünkü şu ana kadar onlardan en ufak bir vazgeçme eğilimi göstermedi. Ayrıca kendisi de şu an bazı zorluklarla karşı karşıya. Özellikle de demokratların temsilciler meclisinde çoğunluğu ele geçirmesinden sonra.”

‘LÜBNAN: HANGİ BAĞIMSIZLIK?’

Ortadoğu’nun en istikrarsız ülkesi olan Lübnan, geçtiğimiz hafta bağımsızlığının 75. yılını kutladı. Yaşadığı iç savaşlar ve bölgesel çekişmelerden kaynaklı hassas siyasi denklemlere sahip olan Lübnan, bu özelliği itibariyle Ortadoğu’nun da aynası konumunda.

Lübnanlı akademisyen Muhammed Nureddin, BAE El Haliç gazetesindeki köşesinde, Lübnanlıların istikrarsızlıktan kaynaklı olarak 75 yıl sonra bağımsızlıklarını nasıl sorguladıklarını yazdı: “Geçtiğimiz 22 Kasım’da Lübnan, 1943’te bağımsızlığının 75. Yılını kutladı. Lübnan o tarihlerde Fransız veya İngiliz mandacılığından bağımsızlığını ilk kazanan Arap devletlerinden oldu.

Ancak Lübnan, siyasi rejimi mezhep ve ırka dayanan ilk Arap devleti oldu. Ve aslında bununla beraber bir tür istikrarsızlığı miras edinmiş oldu. Lübnan, bağımsızlığından bu yanan siyasi ve sosyal refah ve istikrar nedir bilmedi. Gerilimler hep tekrar etti v bu da yeni krizler yarattı, bu krizler de daha sonra mezhep savaşına dönüştü. Her on yılda bir tekrarlanan krizler 1958’de başladı ve daha sonra da 1967’de başka bir kriz yaşadı. 1975’e gelindiğinde ise Lübnan 15 yıl sürecek bir iç savaşa sahne oldu. Bu savaş da ancak Taif anlaşmasıyla son buldu.

Lübnan mezhepçiliğe dayalı uzlaşma ve misaka bağlılık bahanesiyle bölgedeki en büyük yolsuzluk fabrikası haline geldi. Ülkenin sürekli yaşadığı ekonomik ve sosyal sorunlar da bunun en büyük kanıtı. Bu sorunlara hiçbir zaman kalıcı bir çözüm bulunmadı.

İşte bu yüzden Lübnanlılar bu gün 75 yıl sonra hangi ve nasıl bir bağımsızlığı kutladıklarını sorguluyor.”

Gazete Duvar / 25.11.18