2017’de Türkiye ekonomisinin seyrini tek cümleyle özetleyebiliyoruz: Büyüme hızı yükselmiş; dış kırılganlıklar artmıştır.
Dış kırılganlıkları ileride tartışırız. Bugün büyüme göstergeleri üzerinde duralım.
Ocak-Eylül 2017 Büyüme Bulguları
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2017’nin ilk dokuz ayında millî gelirin yüzde 7,4 oranında arttığını tahmin etti. Ocak-Eylül 2016’nın büyüme hızı ise yüzde 2,8 olarak belirlenmişti.
TÜİK’in 2016’da başlattığı yeni millî gelir (GSYH) hesaplarının sorunlarını defalarca tartıştım. Özellikle 2009 sonrasıyla ilgili ciddi eleştirileri burada tekrarlamayı gereksiz buluyorum. Şimdilik geçmişi bir kenara bırakalım; sadece 2016-2017 millî gelir verilerini değerlendirelim.
Meslektaşımız Zafer Yükseler bu konuda 25 Aralık 2017 tarihli titiz bir inceleme yapmış: 2017 GSYH Büyümesinin Analizi: Yüksek Büyüme Niçin Hissedilmedi?
Yükseler, yazısında TÜİK’in 2017 millî gelir bulgularını, büyüme ile bağlantılı diğer istatistiklerle karşılaştırıyor; veriler arasında tutarlılık / tutarsızlık değerlendirmesi yapıyor. Ben de birkaç eklentiyle onun tespitlerini kullanacağım.
Üretim, İstihdam, Millî Gelir: Tutarsızlıklar mı?
TÜİK’in Ocak-Eylül 2017 milli gelir verilerini, aynı döneme ait üretim, kapasite kullanımı ve istihdam istatistikleriyle karşılaştırdığımızda bazı sorunlarla karşılaşıyoruz.
Aşağıdaki tablo bu karşılaştırmanın nicel çerçevesini veriyor.
Ocak-Eylül 2017’de imalat sanayii istihdamı 12 ay öncesine göre sadece binde 9 oranında artmış; sektör anketleri ise üretim değerinde yüzde 5,9’luk büyüme belirlemiştir. Emek veriminde (üretim / istihdam oranlarında) önemli bir artış gözlenmiş oluyor. Bu durumu, belki de, sanayinin kapasite kullanım oranında bir puanlık (%77 → %78) genişleme ile açıklayabiliriz.
Ne var ki, bulguyu millî gelire taşırsak, tutarsızlık söz konusudur: İmalat sanayiinde yüzde 5,9’luk üretim artışı GSYH istatistiklerinde aynı sektöre yüzde 9,3’lük bir büyüme olarak yansımıştır? İstihdam → üretim → millî gelir verileri arasındaki bu kopukluk nasıl açıklanabilir.
Benzer bir uyumsuzluk, son verilerde “büyümenin motoru” olarak karşımıza çıkan inşaat sektörü için de söz konusudur. Burada üretim anketlerine başvuramıyoruz; zira TÜİK 2016’dan sonra inşaat sektöründe bu anketlere (nedense) son verdi.
İnşaat istihdamı ile millî gelir arasındaki ilişkiye bakalım. TÜİK verilerine göre Ocak-Eylül 2017’de inşaat istihdamı (bir önceki yıla göre) yüzde 4,3 oranında genişlemiştir. Bu artış, GSYH’da inşaat sektörü katma değerine yüzde 10,2’lik artış olarak yansıyor. Kapasite kullanım oranı kolaylıkla tanımlanamayan, yıldan yıla teknolojisi fazla değişmeyen bu sektörde istihdam → milli gelir hareketleri (%4,3 → %10,2) arasında genişleyen makas nasıl açıklanabilir? 2016’da bu bağlantı (%5,3 → %6,2) çok daha yakındı. 12 ay sonra bu sektörün ortalama emek veriminde bu boyutta bir sıçrama olası mıdır?
İstihdam → millî gelir bağlantılarında Türkiye ekonomisi için benzer bir kopukluk geçerli midir? Ocak-Eylül 2017 döneminde toplam istihdam sadece yüzde 2,8 artmıştır. Millî gelir büyüme tahmininin yüzde 7,4 olduğuna yukarıda değindim. Aynı bağlantıya 2016 için bakalım; istihdam → millî gelir hareketlerinin çok daha yakın tempoda (%2,5 → %2,8) seyrettiğini gözlüyoruz.
2017’nin ilk dokuz ayında Türkiye ekonomisinin tümünde emek veriminin olağan-dışı bir tempoda (%2,8 → %7,4) yükseldiği ortaya çıkıyor.
Nasıl açıklayabiliriz? Ekonominin tümünü çarpıcı boyutta etkileyen teknolojik bir sıçrama mı? Ekonominin yapısında yüksek verimli sektörler lehine gerçekleşen büyük boyutlu bir dönüşüm mü? Tam aksine, emek verimi en düşük sektör olan tarım 2016’da küçülmüş; 2017’de reel olarak büyümektedir. Verim artışları nerededir? Niçin gözleyemiyoruz?
2016 ve 2017 Büyüme Göstergeleri: Bir önceki döneme göre % değişim
(*) Ocak-Kasım 2017
Dış Ticaretin “Tuhaf” Katkısı
Zafer Yükseler harcamalar yoluyla hesaplanan Ocak-Eylül 2017 millî gelirine bakıyor ve dış ticaretin büyüme oranını beklenmedik doğrultuda etkilediğini belirliyor.
Biz de ödemeler dengesi verilerinden hareket edelim: 2017’nin ilk dokuz ayında dolarla hesaplanan dış ticaret açığı yüzde 25 oranında artmıştır. (Mal ve hizmet ihracatı ile ithalatı arasındaki farktan söz ediyorum.) Cari fiyatlarla hesaplanan millî gelir verilerinde de paralel bir durum vardır: Dokuz ayda ithalat artış oranı (%39), ihracatın (%36) ilerisinde seyretmiştir.
Bu tespitlerin, millî geliri aşağı çekmesi beklenir. Ne var ki, büyüme hızı sabit (2016’ya ait) fiyatlarla hesaplandığında durum tersine dönüyor: Dış ticaret Ocak-Eylül büyüme hızını yukarı çeken bir etken oluyor; milli gelirde hesaplanan yüzde 7,4’lük artışın, 1,5 puanı (beşte biri) dış ticaretten kaynaklanıyor.
Bu “paradoks”, aslında olumsuz bir olgunun yansımasıdır: 2017’nin ilk dokuz ayında ihraç ürünlerinin ortalama fiyatları ithal fiyatlarının gerisinde seyretmiştir. İktisat diliyle dış ticaret hadleri bozulmuştur. Milli gelirin sabit fiyatlarla (“hacim endeksli”) hesaplanması, “2016’nın ihracat ve ithalat fiyatları değişmeden, olduğu devam etseydi 2017’de GSYH ne olurdu” sorusunu yanıtlamaktadır.
Yanıtı aktardım: “Fiyatlar aynen devam etseydi, dış ticaret ekonomiye 1,5 puanlık bir büyüme katkısı getirecekti. Ocak-Eylül 2017 büyüme hızı da bu eklentiyle hesaplanmış; yüzde 5,9’luk büyüme %7,4’e çıkarılmıştır.”
Ne var ki, fiyatlar aynen devam etmemiş; tam aksine bozulmuştur. Büyüme, “…miş gibi” hesaplanırsa, (Yükseler’in ifadesiyle) en azından “hissedilmeyen” bir büyüme olur. Dış ticarette fiyatlar bozulduğu için “sabit fiyatlarla artmış görülen” millî gelir olgusunu, iktisatçılar, dış ticaret nedeniyle yoksullaştırıcı büyüme diye adlandırırlar.
Dahası da var: TÜİK, Ocak-Eylül cari fiyatlı millî gelir hesaplarını sabit (“hacim endeksli”) büyüklüğe dönüştürürken dış ticaret hadlerinin yüzde 9,1 oranında bozulduğunu belirlemiş. (2016=100 alınırsa, dokuz ayda ihracat fiyat endeksi 120,4’e ithalat 132,4’e çıkmış.) Bu hesabı, yine TÜİK’in “Aylık Dış Ticaret Hadleri” istatistikleriyle karşılaştıralım: Ocak-Eylül 2017’de dış ticaret hadlerinde bozulma vardır; ama sadece %6 oranında…
TÜİK, dış ticaret hadleri istatistiklerinde bizzat belirlediği ve yayımladığı gerileme oranını GSYH hesabında kullanmıyor; bu hesaplamaya (nedense) daha yüksek oranlı bir fiyat bozulması taşıyor: %6 → %9,1… Bu “katkı” sayesinde büyüme hızını daha da yukarı çekilmiş oluyor.
Ekim-Kasım’da Büyüme Göstergeleri
Tablonun son sütununda TÜİK’in Ekim ve Kasım üretim ve istihdam verileri kullanılıyor. Bunlarla bağlantılı büyüme göstergeleri, böylece, 2017’nin son aylarına doğru taşınmış oluyor.
Dört gösterge de büyüme hızının yükselmekte olduğunu gösteriyor.
İmalat sanayii üretiminde Ocak-Eylül / Ocak-Kasım arasında büyüme temposu hızlanmıştır: %5,9 → %6,4… Sektörün on aylık (Ekim dahil) istihdam verileri de ılımlı bir artış gösteriyor: %0,6 → %0,9…
İnşaat sektörüne göz atalım. Ocak-Ekim’de istihdam artışı, dokuz aylık ortalamayı biraz aşmıştır: %4,3 → %4,5. Ne var ki, yükselen tempo dahi, ekonominin ve inşaat sektörünün göreli olarak durgunlaştığı 2016 istihdam artış oranının (%5,3’ün) gerisindedir.
(Geçmiş eleştiriler göstermiştir ki, TÜİK’in yeni GSYH hesaplarının güvenilirliğini zedeleyen ana etken, “idarî kayıtlar”dan türetilen inşaat sektörü katma değer kalemidir.)
2017’nin ilk dokuz ve on ayı arasında Türkiye ekonomisinde istihdam artış oranı yükselmiştir: %2,8 → %3,0… Ancak, istihdamdaki artış işsizlik oranını düşürememektedir: 2016 ve 2017’nin Ocak-Ekim dönemlerinin işsizlik oranı ortalamalarına bakınız: %10,8 → %11,3…
İşsizlik niçin düşmüyor? İki neden var. Bir kere, Türkiye’de işgücü arzı artış oranı (%3,5), çalışma yaşında yer alan nüfus artış oranını (%1,7’yi) aştığı için… Bu durumun ardında, aslında, olumlu bir gelişme var: Son dört yılda işgücüne katılma (işgücü arz) oranı yüzde 55’ten yüzde 58’e yükselmiştir. Bu gelişme, büyük ölçüde kadınlarımızın çalışma hayatına yönelme eğiliminden kaynaklanmıştır.
İşsizliği sürdüren ikinci neden, büyüme temposunun yetersizliğidir. İşgücü piyasalarına taşan kalabalık emek rezervlerini tümüyle çalıştırmak ve geçmişten gelen işsizliği azaltmak, ancak yüksek büyüme hızlarıyla sağlanabilir.
2017’nin ilk dokuz ayı için TÜİK’in tahmin ettiği yüzde 7,4’lük büyüme hızı gerçek olsaydı, bu olguyu istihdam artışında da gözlemez miydik? Bu tempoda büyüyen bir ekonominin işsizlik oranını da aşağı çekmesi beklenmez miydi?
Ayrıca, bu tempodaki bir büyüme oranının üretim endekslerinde de gözlenmesi gerekmez miydi?
Bu sorularda kastettiğim “abartılı büyüme tahmini” olgusunu, Zafer Yükseler (herhalde nezaketen) “yüksek büyüme niçin hissedilmedi?” sorusundan hareket ederek ortaya koyuyor.
Anlaşılmaktadır ki hükümetin kredi genişlemesi, teşvikler ve kamu harcamalarıyla gerçekleştirdiği iç talep artışları 2017’de büyüme hızını yukarı çekmiştir.
Ancak, diğer nicel göstergelerle karşılaştırıldığında, TÜİK’in “idari kayıtlardan türettiği” büyüme tahminlerinin abartılı olduğu da açıkça ortaya çıkıyor.
soL / 19.01.18