8 Mayıs 2018 tarihli Kızıl Bayrak’ta da yayınlanan “24 Haziran seçimleri üzerine / Düzene karşı DEVRİM!” başlıklı TKİP değerlendirmesi, işçi sınıfı hareketinin tarihinden süzülüp gelen parlamento ve seçimlere yönelik teorik yaklaşım ve deneyimin özetidir. Bu açıdan bakıldığında her bir maddenin tek tek ele alınarak tartışılması gerekiyor. Zira değerlendirme, seçim taktiğinden öte, devrimci sınıfın parlamenter mücadeleye yaklaşım ilkelerini net bir şekilde ortaya koyuyor. Sol liberalizm ve oportünizmin işçi hareketinin temel ilkelerini tartışma konusu yaptığı dönemlerde ideolojik-teorik sorunlarda Ortodoks olmak büyük bir önem taşıyor.
“Teori gerçeklerin nasıl anlaşılması gerektiğini öğretir! Teori olmadan, İngilizlerin görüş tarzına; elle tutulan, en yakın olan, pratikle uğraşan eski unionizm düzeyine düşeriz.” (Kautsky, Brief Wechsel, Adler’e mektup, 1899)
TKİP değerlendirmesinde ayrıca şu can alıcı noktanın altı çiziliyor: “Burjuva devlet aygıtının başına geçecek kişiyi seçmek ya da bu konuma bizzat talip olmak, doğası gereği devrimci partilerin işi değildir, olamaz. Bu, burjuvazi adına yönetime talip olmakla aynı şeydir. Buna yönelik her eğilim ve girişim, devrim davasından tümüyle kopmak, kurulu düzen saflarına katılmak anlamına gelir.”
1899 Dreyfus olayı sonrasında Fransız toplumunu sarsan krizden kurtulmak için egemen burjuvazi sosyalist olarak bilinen Millerand’ı yeni hükümette ticaret bakanı olarak atamıştı. Hedefi burjuva egemenliğini ortadan kaldırmak olan sosyal demokrat devrimci işçi hareketinin bir temsilcisi burjuva hükümetinde yer almış, sömürücü kapitalist düzenin yöneticisi olmaya soyunmuştu. Aynı kabinede savaş bakanı olarak yer alan General Gallifet, 1871’de Komünarları katleden cellat olarak tanınıyordu.
Millerand olayı sadece Fransa ile sınırlı bir gelişme değildi. İsveç, İtalya, Danimarka gibi ülkelerde “sosyalist bakanlıklar”ın, yani “sosyal barış” bakanlıklarının oluşması, sosyal demokrasinin burjuva hükümetlerinde yer alması artık açıkça tartışılıyordu. Lenin, Millerand’ın hükümette yer almasını Bernsteincılığın somut pratik yansıması olarak değerlendirmişti.
Geçtiğimiz yüzyılın başında sosyalist işçi hareketi sadece Almanya’da değil Avrupa’nın diğer ülkelerinde de etkili bir güce sahipti. Sosyal demokrat partiler 300 bin üyeye sahipti. Dört milyon işçi sendikalarda örgütlü idi. 1904’te II. Enternasyonal partileri 134 günlük gazete, 296 haftalık ve aylık dergi yayımlıyordu. Aynı yıl sosyal demokrat partilere verilen oy sayısı 6.686 milyondu. 261 işçi partisi temsilcisi parlamentolarda yer almaktaydı. Avrupa kıtasında sosyal demokrat işçi hareketinin büyümesine reformizmin gelişmesi eşlik ediyordu.
Sosyal demokrasinin gelişmesi 1889’da doruğuna çıktı. İşçi hareketinin devrimci zeminde en güçlü örgütlenmesi II. Enternasyonal’in kuruluşuyla somutlandı. Ancak bu ilk kongre, Parvus’un deyimiyle, “devrimci ruh”un sonuna kadar yaşandığı son kongreydi.
İlk dönemde parlamenter mücadele, kitlelere dönük devrimci propaganda ve ajitasyonun bir kürsüsü olmanın ötesinde bir muhteva taşımıyordu. Ancak parlamenter başarılar sosyal demokrasinin karşısına sorunlar çıkardı. İşçi aristokrasisi, sendikalar parlamentoda oportünizmin toplumsal zeminini oluşturdu.
Öte yandan burjuvazi emperyalizme geçiş sürecinde güçlenen işçi hareketine karşı izlediği politikayı değiştiriyordu. Dışarda yayılmacı sömürgeci faaliyetleri sorunsuz sürdürebilmesi için içerde “sosyal barış” gerekiyordu. Sosyal reformlarla işçi hareketini sisteme bağlamak yeni dönemin en önemli eğilimiydi.
Kongre’nin gündemi
1900 yılında Paris’te yapılan II. Enternasyonal’in V. Kongre’sinde, Fransız marksistlerinin temsilcisi Jules Guesde ile İtalyan Enrico Ferri, sosyalistlerin burjuva hükümetlerinde yer almasının ilkesel olarak mahkum edilmesi için çaba harcadılar.
Guesde özetle şunları söylüyordu. En “ilerici” burjuva hükümet dahi kapitalist özel mülkiyet düzeninin savunucusudur. Polis ve jandarmanın grevci işçilere saldırısı, vergi yükünün artırılması, ordu ve donanma kullanılarak sömürge politikalarını uygulaması ve “sosyalist bakanlar”ın tüm bunların ortağı olması işçi sınıfı hareketinin ilkeleri açısından kabul edilemez. Tersi bir durum Enternasyonal’in sonu demektir .
Uzun tartışmaların ardından Alman delegasyonu adına Kautsky tarafından sunulan taslak kabul edildi. Taslak ilkesel olarak sosyalistlerin burjuva hükümetlerinde yer almasını reddediyor fakat olağanüstü durumlarda buna açık kapı bırakıyordu. Kautsky’nin bu merkezci uzlaşmacı yaklaşımı kongre tarafından kabul edildi.
“Burjuva hükümetinde yer alan bir sosyalist düşman saflarına geçmiştir”
Alman sosyal demokrat işçi hareketi içinde konuya ilişkin tartışmalar II. Enternasyonal’in izleyeceği ideolojik çizgi açısından belirleyiciydi. Sosyalistlere karşı yasa dönemi pratiği, işçi sınıfının devrimci bir temelde nasıl başarılı bir şekilde örgütlendiğinin, parlamentonun devrim davası için nasıl kullanıldığının somut örneğiydi.
Millerand’ın Paris Komünarlarının celladı General Gallifet ile aynı kabinede yer alması Wilhelm Liebknecht’in sert tepkisine yol açmıştı. Liebknecht 10 Ağustos 1899 yılında yazdığı mektupla Fransız yoldaşlarını uyarıyordu:
“Burjuva hükümetinde yer alan bir sosyalist ya düşman saflarına geçmiştir ya da düşmanın şiddetine boyun eğmiştir. Her koşulda burjuva hükümet üyesi olan bir sosyalist, bizimle, savaşan sosyalistlerle yollarını ayırmış demektir. Kendini hâlâ bir sosyalist olarak görebilir, kesinlikle artık böyle biri değildir. Hâlâ samimi olduğunu söyleyebilir; demek ki sınıf mücadelesini, sosyalizmin temelini sınıf mücadelesinin oluşturduğunu kavrayamamıştır.” Ve ekliyordu: “Bugünkü düzende kapitalist olmayan bir hükümet imkansızdır.” (Dokumente und Materialien zur Geschichte der deutschen Arbeiterbewegung, Bd. IV, März 1898-Juli 1914, Berlin 1967, s.31)
Bu açık tutumun gerisinde, Alman Sosyal Demokrat Parti saflarında, özellikle parlamento fraksiyonu içinde sosyalistlere karşı yasa boşa çıkarıldıktan sonra yapılan tartışmalara tepki vardı. Bernsteincılık çoktan somut bir akım haline gelmişti.
Nitekim Mayıs 1894’de SPD’nin Bavyera Parlamentosu temsilcileri bütçeye evet oyu verdiler. Bu revizyonizmle hesaplaşmayı zorunlu kılıyor, fakat revizyonistler her defasında parti tabanının tepkisi karşısında geri adım atıyorlardı.
Parti içindeki devrimci akım, proleter sınıf mücadelesinin üstünü örtmek değil tersine mücadelenin derinlemesine ivme kazanması, özellikle parlamento dışı kitlesel eylemlerin güçlendirilmesini partinin görevi olarak tanımlıyordu.
“Ajitasyonda ihmal ettiğimiz bir sorunun, bugünkü devletin özellikle sınıfsal karakterinin vurgulanması gerekmektedir. Hükümet egemen sınıfın yönetim komisyonundan öte bir şey olmadığına göre, o halde ömrünü bir gün dahi uzatacak bütçeyi her koşulda reddetmemiz gerekiyor.” (Bebel, 1894, Partei Protokol, Berlin Parti Kongresi konuşmasından)
Eylül 1903’te Dresden Parti Kongresi’nde “Partinin taktiği” gündemi yeniden revizyonizmle bir hesaplaşmaya dönüştü. Bu tartışmadan çıkacak karar II. Enternasyonal’de yaratacağı etkiden dolayı işçi sınıfı hareketi için hayati öneme sahipti.
Lenin bu kongreye ilişkin, marksist düşüncelerin ve partinin devrimci karakterinin nasıl savunulduğunun somut bir örneğidir diyordu.
Bebel Dresden Kongresi’nde bütün ağırlığını ortaya koydu. Kongrede iki kez söz aldı ve her konuşması üç saat sürdü.
“Yönetme sorunları! Gücü büyütme revizyonizmin kendine dert ettiği sorunlar. Evet nihayet yönetimde güç elde etmek. Bir bakanlıkta sosyal demokrat bir temsilci hatta bir devlet müşaviri! O zaman ne olurdu? Bir defalığına kabul edelim. Aranızdan en yetenekli biri, örneğin Vollmar içişlerinde müşavir oldu. İstediği gibi yasa tasarısı yapacağını gerçekten düşünüyor musunuz? Ve bütün burjuvazi orada. Bir sosyal demokratı saflarına aldıklarında -ki bugün kendi adamları dahi hükümette yer almıyor-, sosyal demokrasiyi içten parçaladıkları ve şimdikinden farklı başka bir şeye dönüştürdükleri anlamına gelir bu.”
“... bir yoldaş, gerçekten uzun süreli Reich bütçesine hayır diyebileceğimizi düşünüyor musunuz? diye soruyor Mücadelemizin temelini oluşturan böyle bir konuda nasıl bu soru sorulabiliyor?”
“... askeri aygıtı, donanmayı, sömürge bütçesini, dış politikayı, vergileri kabullenmek, yutmak zorundasınız.”
“Tek kelimeyle bu burjuva toplumuna yanaşma çabalarıdır. Burjuva toplumuyla proletarya arsındaki çelişkileri örtbas etmektir.”
Ve parti kongresi şu kararı alır:
“Parti kongresi şimdiye dek denenmiş, zaferle taçlanan, sınıf mücadelesini esas alan, iktidarı ele geçirme taktiğini değiştirerek yerine kurulu düzene yanaşma çabalarını en sert şekilde mahkum eder.”
“... Parti kongresi, ... burjuva toplum düzeninde yönetimde yer alma çabası güdülmeyeceği inancını taşır. Parti kongresi ayrıca sınıf çelişkilerinin üstünü örterek burjuva partilerine yanaşmayı kolaylaştırma çabalarını mahkum eder.” (SPD Dresden Parti Kongresi, 17 Eylül 1903)
Devrimci politika ya da sosyal reformizm
İşçi sınıfı hareketinin burjuvazinin egemenliğine karşı izleyeceği politikaya ilişkin en sert tartışma II. Enternasyonal’in 1904 Amsterdam Kongresi’nde yaşanır.
Fransız delege Jaures işçilerin ve emekçiler lehine reformların başarısı için burjuva yönetimlerle işbirliğini öngörür. Sigorta, vergi vb. kazanımların ve cumhuriyetin savunulmasının sosyal demokrat hareketi esas amacına yaklaştıran adımlar olduğunu söyler. Dresden Kongresi’ndeki kararların Almanların sosyal demokrasisini bir sekt konumuna düşüreceği suçlamasında bulunur. İşçi hareketinde sosyal reform çizgisini, cumhuriyetçi burjuva yönetimlerle işbirliğini açıktan savunur.
Bebel, burjuva cumhuriyetine tapan ve işçi sınıfını burjuvazinin kuyruğuna takmak isteyen bu revizyonist çabaları sert biçimde mahkum eder. Kongrede, sosyal demokrasinin hiçbir koşulda burjuva hükümetlerde yer alamayacağı kararı alınır.
“Monarşi ya da burjuva cumhuriyeti, ikisi de burjuvazinin egemenliğini ayakta tutan sınıf devletidir, ikisi de kapitalist toplumsal düzeni korumak için vardır. Dolayısıyla iki devlet biçiminde de yasalar birinci derecede hakim sınıfların çıkarları doğrultusunda yapılacaktır; işçilerin çıkarları egemen sınıfın çıkarları için ciddi bir tehlike oluşturmadığı sürece gözetilecektir. ... Her kullanmaya giriştiklerinde, patronları korumak için devletin şiddeti ve askeri güçle yüzleşen işçilerin grev hakkının ne değeri olabilir ki?” (Bebel)
Engels sosyalistleri neden uyardı?
İşçi sınıfı hareketi içinde parlamenter mücadeleye ilişkin farklı eğilimlere karşı Marx ve Engels her dönemde uyarılarda bulunurlar.
Engels, işçi sınıfının parlamenter mücadelede elde ettiği başarılara rağmen, burjuvazinin işçi sınıfının mücadelesini kırmak için her zaman yasal zemini ayaklar altına aldığı uyarısından bulunur. İşçi sınıfı genel seçim hakkını kullanarak parlamentoda çoğunluğu elde ettiği zaman, burjuvazinin “yasallığı” terk edeceğini söyler. (Engels, Paul Lafargue’a Mektup, Werke, C: 38, s.313-314)
İngiliz sosyalistleri içinde etkili olan parlamento çoğunluğuyla yönetimi ele alma eğilimine ilişkin olarak Marx da şunları söyler: “Ben bu konuda sizin gibi iyimser değilim. İngiliz burjuvazisi parlamentoda çoğunluk elinde olduğu sürece bu kararları kabul edecektir. Ama emin olun; kendisi için hayati önemde sorunlarda azınlıkta kaldığı zaman, köle sahiplerinin bir savaşı ile yüz yüze kalacağız.” (The World muhabirine verdiği röportaj, Marx-Engels Werke C:17, s.643)
İtalyan Sosyalist Partisi’nden Flippo Turati ve Anna Kuliskova Engels’e, sosyalist parti mensuplarının burjuva demokratik bir devrimden sonra hükümete katılmaları konusundaki fikrini sorarlar. Engels bu soruyu bir makale ile yanıtlarken, “bu en büyük bir tehlikedir” cümlesinin altını kalınca çizer. 1848 Fransa Şubat devriminin ardından sosyal demokratların yönetimde yer almalarını değerlendirir. Bunların burjuva hükümetin işçilere karşı başvurdukları bütün ihanet ve suçların ortağı olduğunu ve devrimci eylemlerin felç olmasına yol açtıklarını söyler. (Marx-Engels Werke, Cilt.22, s.442)
Engels işçi sınıfının mücadelesinin bir alanı olarak değerlendirdiği parlamenter mücadeleye ilişkin yaklaşımını şöyle açıklar: “Birinci talebimiz üretim araçlarının kamulaştırılması. Gerçi herhangi bir hükümetin verdiği her şeyi taksit ödeme olarak kabulleniriz, fakat hiçbir koşulda teşekkür borcumuz olmayacaktır. Bütçeye her türlü para ve orduya insan talebine karşı her zaman ret oyu vereceğiz.” (Engels, Werke, Cilt: 22, s.546, 1893, The Daily Chronicle’ye verdiği röportaj)
Saraya “solcu bir başkan” seçmek, böylece doğrudan sermaye devletinin yöneticiliğine talip olmak, hiçbir politik gerekçeyle açıklanamaz. İşçi sınıfı hareketinin bu konudaki tutumunu kısaca özetlemiş bulunuyoruz.
“Sorun dosdoğru burjuva devlet aygıtının temel sınıfsal niteliği, yapısı, işlevi ve işleyişiyle ilgilidir. Bu konuda emekçi kitlelerde en ufak bir yanılgı, kafa karışıklığı ya da hayal yaratmamakla ilgilidir.”
Ali Haydar Konca (AB Bakanlığı) ve Müslüm Doğan’ın (Kalkınma Bakanlığı) Davutoğlu başkanlığındaki 63. hükümetin solcu bakanları oldukları unutulmamalıdır! Sadece politik birer figüran olarak dinci iktidar tarafından alay konusu edilmişlerdir.
Devrimci işçi sınıfının tarihinden ders çıkarmayan bir sol hareketin geleceği olamaz.