Ekim Devrimi ve savaş

Emperyalist savaşa karşı sağlam bir duruş, enternasyonalizm bayrağının her koşulda dalgalandırılması, devrimci taktikten ödün verilmemesi, burjuvazinin icazet alanına takılmadan devrimci sınıf mücadelesinde gösterilen ısrar, Bolşevik partiye hem devrimin koşullarının hazırlanmasında etkin bir rol oynama hem de Ekim Devrimi’ne önderlik etme onurunu bahşetmiştir.

  • Değerlendirmeler
  • |
  • Güncel
  • |
  • 16 Kasım 2015
  • 09:37

98. yıldönümünde bulunduğumuz Ekim Devrimi, birinci emperyalist paylaşım savaşının sona ermesinde önemli bir rol oynadı. Aradan bir asır geçmesine rağmen, kapitalist emperyalizmin yarattığı yıkım ve savaşlar halen insanlığın başındaki en büyük belalardır. "Buzu kırıp yolu açan" Ekim Devrimi Avrupa’ya da yayılabilseydi, kuşkusuz ki, çok farklı bir dünyada yaşıyor olacaktık zira sömürüden, baskıdan, savaş ve yıkımdan arınmış sosyalist bir dünya özlemi büyük olasılıkla gerçekleşmiş olacaktı.

Lenin başta olmak üzere Bolşeviklerin heyecanla bekledikleri Avrupa devrimlerinin başarısızlığında, dönemin sosyal demokrat partilerinin enternasyonal davaya ihanet etmeleri belirleyici oldu. Ekim Devrimi’ne önderlik eden Bolşeviklerin bu başarılarında ise, enternasyonalizme sıkı sıkıya bağlı kalmalarının etkisi büyüktür. Hatırlanacağı üzere II. Enternasyonal'in 1912 Basel Kongresi’nin emperyalist savaşa cepheden karşı çıkma kararına sadece Bolşevikler sonuna kadar sadık kaldılar. Diğer partiler ise, altına imza attıkları kararı yok sayarak emperyalist savaşın suç ortağı oldular.

Engels’in "kahince sözler"i

Friedrich Engels, 1887’de yayınlanan bir broşüre yazdığı önsözde, yaklaşmakta olan dünya savaşına değinir. 29 Haziran 1918 tarihli Pravda’da yayınlanan makalede Lenin, Engels’in öngörülerini "kahince sözler" diye tanımlar.

Engels, önsözde gelecek dünya savaşı için şunları söylüyor:

"Prusya-Almanya için bir dünya savaşı dışında artık başka bir savaş mümkün değildir ve bu savaş bugüne kadar hayal edilmemiş bir ölçüde ve şiddette olacaktır. 8-10 milyon asker birbirini kıracak ve böylece bütün Avrupa’yı çekirge sürülerinin bile beceremeyeceği şekilde soyup soğana çevirene kadar hırsla yiyip, yutacaklardır. Otuz Yıl Savaşlarının yıkımı 3-4 yıla sığacak ve bütün kıtaya yayılacak; açlık, veba, ordularda ve halk yığınlarında son sınıra ulaşmış acı ve tehlikenin yarattığı genel bir çöküntü; ticaret, sanayi, bankacılıkta kurduğumuz suni mekanizmanın genel iflasla sonuçlanmasının doğurduğu umutsuz karışıklık; eski devletler ile bunların geleneksel devlet felsefesinin çöküşü öylesine bir durum alacak ki, düzinelerle taç kaldırımlarda yuvarlanacak ve kimse kafasını çevirip bakmayacak; nasıl sona ereceği ve savaşımdan kimin galip çıkacağını kestirmek olanaksız; yalnız tek bir sonuç kesinlikle belli: genel bir bitkinlik ve işçi sınıfının kesin zaferi için koşulların hazırlanması.

 (…)

Savaş, belki de bizi geçici olarak geriye itebilir, kazandığımız birçok mevzileri bizden kopartıp alabilir. Ama tekrar denetim altına alamayacağınız güçleri bir kez başıboş bıraktınız mı, her şey kendi bildiği gibi hareket edebilir: dramın sonunda siz mahvolursunuz ve proletaryanın zaferi ya kazanılmış olur, ya da herhalde (doch) kaçınılmaz duruma gelir.” (Aktaran Lenin / Sosyalizm ve Savaş, Sf. 166, sol yayınları)

1. Emperyalist Paylaşım Savaşı'ndan 27, Ekim Devrimi’nden 30 yıl önce yapılan bu çözümlemeye atıfta bulunan Lenin, Engels’in tahminlerinin çoğunun, şaşırtıcı bir şekilde doğru çıktığını vurgular. Sadece dünya savaşını değil, sonuçlarının çoğunu önden görebilen bu dahice başarının sırrı, kapitalizmin gelişim eğilimlerini, sınıf ilişki ve çelişkilerini, bunların yaratacağı olası sonuçları marxist yöntemle çözümlemede yatıyor.

Basel Kongresi; savaş kapıda!

Emperyalist savaş, 20. Yüzyılın başında II. Enternasyonalin gündemine girdi.

Enternasyonal’in Ağustos 1907’de Stuttgart’ta toplanan 7’ci Kongresi, militarizm ve silahlanma sorununu ele almış, çıkması muhtemel emperyalist savaşın önlenmesi üzerine tartışmalar yapılmıştır.

Kasım 1912’te Basel’de toplanan kongre ise emperyalist savaşın somut bir tehdit olduğunu saptıyor ve oy birliği ile kabul edilen "ünlü" bildirisini yayınlıyor. Bildiride sosyal demokrat partilerin emperyalist savaşa karşı alacakları tutum, izleyecekleri devrimci taktik politika somut bir şekilde ortaya konuyor:

"Basel Bildirisi diyor ki: 1) savaş, iktisadi ve siyasal bir bunalım yaratacak; 2) işçiler savaşa katılmayı cinayet gibi görecekler ; "kapitalistlerin çıkarı, hanedanın onuru ve gizli diplomatik antlaşmaların hatırı için birbirlerini öldürmenin" bir cinayet olduğunu anlayacaklar ve savaş işçiler arasında "bir öfke ve isyan" yaratacaktır; 3) "halkı ayaklandırmak ve kapitalizmin yıkılmasını hızlandırmak için" sosyalistlerin bu bunalımdan ve işçilerin öfkesinden yararlanmaları görevleridir; 4) istisnasız bütün "hükümetler" "kendi yıkıntılarını göze alarak" bir savaşı çıkartabilirler; 5) hükümetler "bir proletarya ihtilalinden korkmaktadırlar" ; 6) hükümetler Paris Komününü (yani iç savaşı) , Rusya’da 1905 devrimini vb. "hatırdan çıkarmamalıdırlar" (a.g.e Sf. 114)

Bildiri, işçi sınıfı partilerinin emperyalist savaşa karşı alacakları devrimci tutumu net bir şekilde tanımlıyor. Oysa emperyalist savaş patlak verdiğinde, sadece RSDİP’in (Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi) Bolşevik kanadı bildiriye sadık kalıyor, sonuna kadar devrimci taktikte ısrar ediyor. İstisnai çıkışlar dışında hem RSDİP’in Menşevik kanadı hem Avrupa’daki sosyal demokrat/sosyalist partiler ise savaşı destekleyerek veya pasifist bir tutum alarak işçi sınıfına, emekçilere ve ezilen halklara ihanet ettiler.

II. Enternasyonal’in çöküşü

Basel bildirisine imza atan partiler, emperyalist savaşa karşı devrimci tutum almak bir yana, suç ortaklığı yaptılar. "Yurt savunması", "savunma savaşı" gibi gerici söylemlerle, emperyalist efendilerinin aktif ya da pasif destekçileri oldular. Bu gerici tutum, emperyalist savaşa hizmet ederken işçi sınıfıyla emekçilere ağır bir darbe oldu. Savaşı iç savaşa dönüştürüp proleter devrim için mücadele etmek yerine, emperyalistlerin dünyayı yeniden paylaşma ve yağmalama savaşının suç ortağı olan II. Enternasyonal partileri, alçaltıcı bir çöküşle yüz yüze kaldılar.

Burjuvazinin ırkçı-şoven propagandasına alet olan söz konusu partiler, işçi sınıfı davasından uzaklaşıp, düzenin birer uzantısı haline geldiler. Bu vahim akıbet, Alman devriminin yenilgiye uğramasında kritik bir rol oynadı. Tarihin akışını değiştirebilecek böyle bir devrim fırsatı, teslimiyetçi oportünizmin ihanetinden dolayı kaçırıldı. Sovyet iktidarının yalnız kalmasına da yol açan bu ihanet, faşizme giden yolu da düzledi. ‘Proletarya Devrimi ve Dönek Kautsky’ adlı eseriyle gerici oportünizmin çöküşünü belgeleyen Lenin, yeni bir enternasyonal kurma arayışına savaş devam ederken başladı.

Devrimin bayrağını Bolşevikler dalgalandırıyor

Genelde II. Enternasyonal partilerinin, özelde Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin (ASDP) ihaneti hem işçi sınıfının ileri kesimlerinde hem samimi devrimcilerde büyük bir şaşkınlık ve öfke yarattı. Dönemin en güçlü partisinin başında bulunan Alman sosyal-demokrat liderlerin işçi sınıfına ihanet edip sosyal-şoven bir tutum benimsemeleri ve kendi emperyalist burjuvazilerini savunmaları, Lenin’i bile büyük bir şaşkınlığa uğrattı.

Basel bildirisine imza atan II. Enternasyonal partileri çürümüş ve çöküşün eşiğine dayanmıştı. Emperyalist savaş bu rezaleti had safhaya vardırdı. Bolşevikler ise ağır savaş baskılarına rağmen Marxizm'in devrimci bayrağını dalgalandırmaya devam ettiler. Ekim Devrimi’ni zafere taşıyan Bolşevikler, üstlendikleri ağır sorumluluğun üstesinden gelebileceklerini ispatladılar.

Çarlık rejiminin ağır baskılarına rağmen illegal devrimci çalışmaya devam eden Bolşevikler hem emperyalist savaşa karşı net bir tutum sergilediler hem savaşı iç savaşa dönüştürüp proleter devrimin zaferini hazırlamak için yoğun bir emek harcadılar, ağır bedeller de ödediler. Duma’daki beş Bolşevik milletvekili dahil, liderlerin çoğu Sibirya’ya sürgün edildi. Partili işçiler de ya tutuklandı ya askere çağrılarak savaşa gönderildi. Ne koşulların zorluğu ne soluksuz bırakan baskılar Bolşevikleri yolundan edebildi.

Savaş karşısındaki ilkeli tutum, devrimci sınıf çizgisinin temel alınması, kaybedilen mevzilere, yaşanan zayıflıklara rağmen, Bolşevikler’in Şubat Devrimi’nden kısa süre sonra toparlanabilmelerine imkan yarattı. Şubat Devrimi’nden sonra kurulan geçici hükümette Sosyalist Devrimcilerle Menşeviklerin yer aldığı koşullarda da Bolşevikler devrimci sınıf çizgisini ısrarla sürdürdüler. Ekim Devrimi’ni zaferle taçlandırma onurunu taşımaları da bu sayede mümkün olmuştur.

Sosyal-şovenizme karşı ideolojik-politik mücadele

Savaş boyunca Bolşeviklerin işi zordu, yükleri ağırdı. Zira hem savaş destekçisi sosyal-şovenlere hem pasifist partilere karşı amansız bir ideolojik mücadele ve teşhir kampanyası yürütmeleri gerekiyordu, hem de pratikte devrimci sınıf çizgisini emekçilere somut olarak göstermekle yükümlüydüler. Şovenizmin burjuvazi ve sosyal demokrat yardakçıları tarafından alabildiğine yaygınlaştırıldığı savaş ortamında bu sorumlulukların altından kalkmak kolay değildi elbet.

Tarih Bolşeviklerin başarıyla bu sorumluluklarının üstesinden gelmeye muvaffak olduklarına tanıklık etti. Kaynağını marxist devrimci bilinçten alan sınırsız enerji, bükülmez irade, davaya adanmışlık, öncelikli olana odaklanma gibi üstün meziyetler taşıyan Bolşevik lider ve kadrolar Lenin’in de katkılarıyla birçok cephede mücadele ettiler. Aynı anda emperyalist savaşa, çarlık despotizmine, sosyal-şovenizme, teslimiyetçi pasifizme, sosyal demokrat döneklere karşı mücadeleyi omuzlayan Bolşevikler, savaş ile devrimin diyalektik bağını güçlü bir şekilde kurabildiler.

İdeolojik alanda proleter enternasyonalizmini savunan Bolşevikler, çarlık rejiminin ağır baskıları altında illegal mücadelede ısrar ettiler. Savaş öncesinde Rusya işçi sınıfı hareketinin yaşadığı yükseliş, Bolşevik partinin bu mücadelede sınıfla kurduğu güçlü bağlar, binlerce partili işçinin tutuklanması veya askere alınmasına rağmen koparılamadı. Bu deneyimler, Şubat Devrimi sonrasında oluşan ikili iktidar döneminde daha da güçlenerek Ekim Devrimi’nin maddi toplumsal koşullarını hazırladılar. 

Emperyalist savaşa karşı tutumun zıt iki sonucu

Sosyal demokrat partilerin emperyalist savaşa karşı aldıkları tutum geleceklerini de belirledi. Kendi burjuvazilerine teslim olanlar, egemen sınıflarla birlikte şovenizm zehrini işçi sınıfının üstüne püskürtenler, kaçınılmaz olarak alçaltıcı bir akıbete uğradılar. Zira emperyalist savaş gibi ağır bir suça ortak olan bir partinin iflah olması mümkün değil. Nitekim II. Enternasyonal partileri rezil bir çöküşe uğrayarak burjuvazinin siyasi arenadaki uzantıları konumuna düştüler. Bunların saflarında bulunmalarına rağmen onurunu koruyabilen komünistlerin sayısı ise çok azdır.

Savaş karşısındaki tutum Bolşevik partinin de geleceğini belirledi. Sosyal-şovenizme teslim olan sosyal demokrat partiler utanç verici bir çöküşe sürüklenirken, Bolşevik parti ise tarihin en büyük devrimine önderlik etmenin onurunu taşıdı. Emperyalist savaşa karşı sağlam bir duruş, enternasyonalizm bayrağının her koşulda dalgalandırılması, devrimci taktikten ödün verilmemesi, burjuvazinin icazet alanına takılmadan devrimci sınıf mücadelesinde gösterilen ısrar, Bolşevik partiye hem devrimin koşullarının hazırlanmasında etkin bir rol oynama hem de Ekim Devrimi’ne önderlik etme onurunu bahşetmiştir.

”O vahşi hayvanı, kapitalizmi yere serme şansı bize isabet etti”

Engels’in "…dramın sonunda siz mahvolursunuz ve proletaryanın zaferi ya kazanılmış olur, ya da herhalde kaçınılmaz duruma gelir" kehanetini Rusya’da gerçekleştiren Bolşeviklerin bu başarılarıyla gurur duymaya hakları olduğunu söyleyen Lenin, bunun emperyalist savaşı iç savaşa dönüştürme ve proleter devrimin zaferi için mücadele etme kararlılığıyla mümkün olduğunu belirtir. "Bütün savaşlara karşı olan" veya "düzen bozulmasın diye devrimden kaçanlar"ın burjuvaziye teslim olduğunu belirten Lenin, bunu göze alan Bolşeviklerin ise devrimi zaferle taçlandırdıklarını vurgular.

Gözünü kapayan körler görmese de geleceğin sosyalist devrimlerin zaferini hazırladığını hatırlatan Lenin “Kahince sözler” makalesini şu ifadelerle noktalıyor: "Gururlanmaya hakkımız olduğu gibi, yeryüzünü kana bulayan, insanlığı açlığa, ruh çöküntüsüne sürükleyen ve ölüm karşısındaki can çekişmesi ne kadar canavarca olursa olsun, çok geçmeden mahvolması kaçınılmaz olan o vahşi hayvanı, kapitalizmi, yeryüzünün bir parçasında ilk kez yere sermek şansı bize isabet ettiği için kendimizi talihli de saymalıyız.” (a.g.e sf. 172)

İLİŞKİLİ HABERLER