Büyük emekçi halk hareketi ve sorumluluklar - M. Emsalsiz

  • Değerlendirmeler
  • |
  • Güncel
  • |
  • 03 Haziran 2013
  • 17:05

Taksim'den başlayarak ülkenin geneline yayılan büyük halk hareketi devam ediyor. Ülkenin hemen her köşesinde neredeyse tüm kentlerinde, sayısız ilçe ve kasabasında halk sokaklarda. AKP'ye yönelik büyük öfke dalgası hiçbir engel tanımadan yükselmeye devam ediyor. Birçok kesimin üzerinde uzlaştığı gibi “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.” Bugüne kadar gerici-faşist rejim tarafından yok sayılan, bir biçimde denetim altında tutulan milyonlar, on yılların biriktirdiklerini dışa vuruyorlar. Eğer rejim bir biçimde duruma hakim olsa dahi, bu hareketin izlerinin toplumun bağrından silinmesi mümkün olmayacak. Toplumun geniş kesimleri AKP gericiliğine karşı büyük bir öfke içerisinde. Gerici-faşist rejimin hareketi zorla bastırma çabaları ise bunu sadece kolaylaştırıyor. Milyonlarca insan, hayatlarına hoyratça müdahale edilmesine, iradelerinin hiçe sayılmasına, faşist buyurmalara karşı ayağa kalkarken, hareket her bakımdan gelişiyor. Özgüven ve moral değerler bakımından güçleniyor, kendini buluyor.

Gelişmelerin seyri kendisine özgü biçimlerde, ama sayısız deneyimle de bilinen tarihsel ve teorik gerçeklere uygun bir seyir izliyor. Küçük bir kıvılcım yıllar boyunca birikmiş büyük öfkenin patlamasına yol açtı. Tunus'ta bu bir işsizin kendisini yakmasıydı, Türkiye'de ise Gezi Park’ı oldu. Ağaçların kesilmesine karşı gösterilen direniş kıvılcım oldu. Alabildiğine gerilmiş olan zemberek bu direnişin yol açmasıyla sarsılarak boşalmaya başladı. Yine bu ilk aşamada gerici-faşist rejim, bu küçük direnişi 1 Mayıs'tan sonra kesintisiz biçimde uyguladığı zorbalıkla ezebileceğin sandı. Fakat bu müdahale ve buna karşı gösterilen tok ve militan tutum, suya düşmüş bir taşın yarattığına benzer biçimde, dalga dalga büyüyen bir hareketin yolunu açtı. Bu aşamadan sonra devletin bastırma girişimleri öfkenin daha geniş kesimlere yayılmasını sağlamaktan başka bir sonuç yaratmaz. Bir noktadan sonra polisin Taksim'den geri çekilmesi ise hareketin gücünü ve toplumsal kapsamını genişletti, moral değerlerini güçlendirdi. Öyle ki, on binlerce kişi kent meydanlarında dişe diş bir kavganın içerisinde iken, sayısız kentte de mahalleler kendiliğinden örgütlenerek alanlara çıkıyorlar. Böylelikle sadece kent merkezleri değil, aynı zamanda da tüm ülke bir eylem alanı haline gelmiş bulunuyor.

Emekçi halk gerici-faşist iktidarın sopası olan polis karşısında kent merkezlerinde verilen kararlı mücadeleyi, üstüne de Taksim'de elde edilen zaferi gördükçe korku duvarlarını yıkmış, alanlara çıkmıştır. Bunun için daha önce eylem yüzü görmeyen, slogan atmaya yabancı on binlerce insan büyük bir dev gibi ayağa kalkmıştır. Yasaklar çiğnenmiş, kent meydanları özgürleştirilmiş ve birçok yerde kentlerin ana yolları kapatılmıştır. Artık barışçıl biçimler hızla geride kalırken, hareket militanlaşmakta, kitleselliğini de korumakta ve geliştirmektedir.

Hareketin toplumsal bileşimine baktığımızda ağırlığını her kesimden gençliğin oluşturduğu bir tablo görmekteyiz. Eylemlerin ilk aşamasında “orta sınıf” denilen, nispeten eğitimli beyaz yakalılardan oluşan kitlenin belli bir ağırlığı göze çarpmaktaydı. Gerici-faşist rejimin hayat tarzlarına kaba müdahaleleri ve faşizan tutumlarına karşı yoğun bir öfke taşıyan bu kitle, özellikle sosyal medya üzerinden örgütlenerek hareket geçen ilk toplumsal kesim oldu. Fakat hareket geliştikçe toplumsal kompozisyonu da giderek değişti. Yine büyük bölümü gençlikten olsa da öğrenciler ve emekçi gençlik giderek eylemlerde inisiyatif almaya başladı. Bir noktadan sonra da toplumun emekçi yığınları harekete geçti. Kentlerin varoşlarından hayat standardı nispeten gelişkin semtlerine kadar her yer eylem alanı haline geldi. Diğer taraftan Taksim yasağının delinmesinin ardından geçen günler içerisinde hareket şekilsiz bir “orta sınıf” hareketi olmaktan çıkıp giderek toplumsal sınıf ve kesimlerin kendilerini kolektif varlıklarıyla ortaya koyduğu bir hareket haline geliyor. Öyle ki tatil gününün ardından lise ve üniversiteli gençlik, kitleler halinde üniversitelerden başlayarak kendilerini gösterdiler. En önemlisi ise işçi sınıfı ve emekçiler cephesinden de hareketlenme başladı, DİSK ve KESK gibi ilerici konfederasyonlar iş bırakma kararı aldılar. Böylelikle işçi sınıfı ve emekçilerin de hareketin içerisine girmesinin yolu açıldı. Kuşkusuz işçi sınıfı ve emekçiler böylelikle, gelişen toplumsal hareket içerisinde örgütsel disiplin ve sınıfsal kimlik bakımından ileriye dönük bir sıçrama yaratmak için ilk müdahalede zeminlerini bulmuş olacaklar. Bunun hareketin gelişimi üzerinden hayati bir rol oynayacağını söylemeye bile gerek yok.

Kuşkusuz ki işçi sınıfı ve emekçilerin hareket içerisinde giderek inisiyatif almaları demek, hareketin bilemişinde olduğu gibi, siyasal ufkunda da sınıf eksenli değişimlerin yaşanmasının yolunu açacaktır. Başlangıç aşamasında Gezi Park'taki ağaçların sökülmesini engellemek üzere yapılan hareket hızla polis şiddetine karşı büyük bir öfke dalgasına dönüştü. Akabinde de giderek hükümet karşıtı siyasal bir çerçeveye oturdu. Böylelikle Gezi Park konusundaki yağma ve talan planının iptal edilmesi talebinin yanına bu kez polis ordularının geri çekilmesi, alanlar üzerindeki yasakların kaldırılması ve sorumluların görevden alınması talepleri eklendi. Hatta bu sonuncular diğerlerini biraz da geri planda bıraktı. Genel olarak da hükümetin istifası talebi alanlarda öne çıkan talep oldu. Böylelikle anti-kapitalist tonlar taşıyan bir çevre hareketi giderek hükümetin alaşağı etmeye yönelen bir siyasal halk hareketi durumuna geldi. Hareket mevcut rejimin faşist uygulamalarına bir tepki hareketi olarak gelişti ve hala da bu minvalde büyümeye devam ediyor. Ama henüz kurulu düzeni aşan bir mücadele ufkuna sahip değil. İşte işçi sınıfı ve emekçilerin sahneye çıkmalarıyla birlikte bu siyasal çerçevenin giderek anti-kapitalist bir eksene oturması ve kurulu düzeni zorlamaya yönelik bir seyir izlemesinin potansiyellerini kendi içinde barındırmaktadır.

Hareket içerisindeki siyasal öznelerin etkinliğine bakıldığında, öncelikle şunu söylemek gerekir ki, henüz hareket içerisinde baskın bir siyasal özne yoktur. Hareket siyasal olarak sağdan sola bir çeşitlilik göstermektedir. Öyle ki faşist düzen partileri dahi bazı alanlarda kendini göstermeye çalışmaktadır. Ama hareket halindeki kitleler içerisinde egemen olan siyasal çizgi genel olarak ulusalcı biçimlerde kendisini ifade eden küçük-burjuva milliyetçiliği ile genel bir sol duyarlılıktır. Her ne kadar alanlarda şoven sloganların ve Türk bayrağı taşıyanların belli bir ağırlığı olsa da, İP gibi ulusalcı örgütlerin etkinliği zayıftır. Buna karşılık hareket içerisinde kısa sürede sol ve devrimci siyasal öznelerin belirgin bir inisiyatif aldığı görülmektedir. Her ne kadar bu bir önderlik kapasitesi anlamına gelmiyorsa da, ideolojik-siyasal ve örgütsel olarak kapasitesi olan bu özneler, kitle tabanlarıyla ölçülemeyecek ölçüde pratikte etkinlik sahibidirler.

Ama bununla birlikte kesin olan şudur ki, bu özneler hareketin bugünkü seyri içerisinde bir rol oynamakla birlikte, harekete önderlik edebilecek bir kapasiteye sahip olmadıkları kesindir. Elbette bu özneler de hareketin gelişme seyri içerisinde giderek güç toparlamakta, hareket içerisinde bir yer tutmaya çalışmaktadırlar. Fakat sonuçta hem bu sürece istisnasız hepsi hazırlıksız yakalanmıştır, ama bundan da önemlisi ideolojik-siyasal çizgileri ve sınıfsal konumları, hareketin seyrinden bağımsız olarak hareketin önünü açacak ve giderek farklı bir sürecin yolunda ilerletebilecek bir rol oynamalarının önündeki nesnel engeldir.

Siyasal bakımdan bugün hareketin gelişimine bağlı olarak, sınıfın ve gençliğin harekete geçmesiyle birlikte İP gibi ulusalcı örgütler inisiyatiflerini kaybetmektedirler. Ancak CHP hareketin düzen içi bir konumda tutulması bakımından en etkili aktör olarak durmaktadır. Hareketin giderek düzeni zorlaması üzerine frene basan CHP, bu noktada giderek hararetin temposunu düşürmeye çalışmaktadır. CHP ile birlikte İP gibi ulusalcı yapılar, hareket içerisindeki orta sınıftan kesimlere, onların duyarlılıklarına yaslanmaktadır. Bu ise aynı zamanda Kürt sorununda şovenizmi de barındıran bir çizgidir.

Fakat hareketin giderek DİSK ve KESK gibi sendikaların da inisiyatif almasıyla sol bir kanala akması muhtemeldir. Fakat bu kanalda da reformizm ile devrimcilik arasında bugün bazı küçük örnekleri görüldüğü üzere, hareketin politik ve pratik gelişimi halinde artacak bir ayrışma ve saflaşmanın doğması muhtemeldir. Çünkü parlamentarizmle malul reformizm de kitlelerin hareketini kısmi talepler ve barışçıl sınırlarda tutmak ve böylelikle de giderek onu soğutmak eğilimindedir.

Hareketin sağlıklı ve devrimci bir yönde gelişmesi için öncelikle, sınıfsal bir eksene oturması, yani işçi sınıfının giderek kolektif varlığıyla işin içerisine girmesi ve anti-kapitalist bir çerçeve içerisinde iktidarı hedefleyen bir siyasal doğrultu kazanması gerekmektedir. Bu olursa hareket genel olarak gerici-faşist rejimin aşırılıklarından arındıracak bir demokrasi mücadelesinin ötesine geçebilir, hem de siyasal olarak gerici şoven etkiden hızla kurtulabilir.

Kuşkusuz ki hareketin bu çizgide geliştirilmesi komünistlerin rolünü oynamasına da bağlıdır. Komünistler şu an başından bu yana hareketin içerisinde etkin bir biçimde yer almaktadırlar. Fakat komünistlerden beklenen sınıfa önderlik, sınıfa dayanarak harekete önderlik düzeyine ulaşabilmektir ki, bu bakımdan ideolojik-siyasal açıklık, sınıf eksenli bir pratik-örgütsel güç olarak kendisini üretebilmiş değildir. Fakat biliyoruz ki on yıllara yayılan zor dönemlerde alınamayan mesafe, kuşkusuz ki tüm bu yıllara bedel sayılı günleri içerisinde alınabilecektir. Nitekim kitlelerin hızla politize olduğu, mücadele alanlarına çıkıp harekete geçtiği bugünkü koşullarda toprak son derece verimli hale gelmiştir. Yeter ki zor yıllar içerisinde yaratılmış birikime dayanarak, olayların içerisinde sürüklenmeden sınıfsal ve devrimci rolümüzün gereklerine uygun bir şekilde çaba gösterelim. Onlarca yılı birkaç güne sığdırabileceğimiz bu kavga günlerinde azami bir enerji ve sorumluluk bilinciyle davranalım.