İslam Devleti örgütüyle mücadele: Gerçek seçenekler - Immanuel Wallerstein

(İnsanlığın geleceği açısından) önceliklerimizi gözden geçirmemizin zamanı çoktan geldi ve de geçiyor. İtiraf etmeliyim ki, önceliklerimizi gözden geçirmemiz, şu sıralarda, olası görünmüyor. Aslında bunu yapmaktan başka bir çıkar yolumuz da yok.

  • Çeviri
  • |
  • Dünya
  • |
  • 12 Mart 2015
  • 10:36

İslam Devleti (Irak-Şam İslam Devleti – IŞİD) örgütü, kasıtlı bir şekilde aşırı vahşet kullanarak çok açıkça belirttiği genişletilmiş hilafet hedefinin peşinden gidiyor. İslam Devleti (İD) örgütü, bu aşırı şiddetin, diğer örgütleri kendi taleplerine boyun eğmeye veya sahneden çekilmeye zorlayacağını umuyor. Hem Ortadoğu’da hem de diğer coğrafyalarda yaşayan herkes, IŞİD örgütünün elde ettiği başarı karşısında dehşete kapılmış ve oldukça korkmuş durumda.

IŞİD/İD örgütü muhaliflerinin mücadelede ilerleme kaydetmesini zorlu kılan şey, muhaliflerin yaptığı delilikler ve yanlış yerde gözettikleri önceliklerin, İD-IŞİD örgütünün yükselişe geçmesinin ve böylesi bir tehdit haline gelmesinin yolunu açtığı konusunu algılamada gösterdikleri isteksizliktir.

IŞİD örgütü, Kur’an-ı Kerim’in emrettiği dini amaçlar uğruna mücadele verdiğini iddia ediyor. Büyük bir ihtimalle taraftarları da buna inanıyor. Bundan dolayı da, herhangi bir şekilde onlarla tartışmak imkânsız hale geliyor. Bu özellikleri onları, yine bu topraklarda faaliyet göstermiş, daha önceki sözüm ona Selefi hareketlerden farklı kılıyor. El-Kaide, Müslüman Kardeşler ve Taliban örgütlerinin hepsi de militanca faaliyetleri pragmatizmle birleştiren hareketlerdir.

Bugünkü koşullarda, ana akım Arap İslam hareketleri, Arap Devletleri hükümetleri ve bölgedeki gelişmelere müdahale eden dış güçlerin hepsi de (ABD, Batı Avrupa, Rusya, Türkiye ve İran) IŞİD örgütü faaliyetlerini kınıyorlar. Ancak, İD/IŞİD örgütünün İslam âleminde, yaygın tabaka Sünni Müslümanlar arasında, en azından gençlik kesimi nezdinde desteği olduğuna veya en azından İD/IŞİD’e karşı gönüllü tarafsızlık olduğuna inanılıyor. Bu yaygın halk katmanına mensup Müslümanlar kitlesel olarak İD-IŞİD örgütünün kontrol ettiği alanlara doğru akın ediyorlar. Diğer Selefi hareketlere katılan insanlar İD lehine olacak şekilde bağlılıklarında değişiklik yapma yoluna gidiyorlar.

Onları bu yeni tutuma zorlayan şey nedir acaba? Şeriat yasası değil, elbette. Çünkü Şeriat yasası zaten önceden vardı. Şeriat kanunu şiddet eylemlerine meşru bir zemin hazırlamak için sadece bir kılıftır. Şiddet eylemleri bir kez böylesi bir dinsel kılıfa büründüyse, örgüte bağlılık da radikalleşir. Ancak, böylesi bir dürtünün altında yatan ana faktör, söz konusu kişilerin içinde bulundukları umutsuzluk duygusudur. Diğer devlet ve hareketler -hem seküler ve hem de Selefi- bu Müslüman gençliğinin hissettiği baskıyı anlamlı bir şekilde hafifletmede başarısız oluyorlar. İD/IŞİD örgütü onlara umut veriyor. Örgüt saflarında yer almaya karar kılan bu gençler belki bir gün hayal kırıklığına uğrayabilirler. Ancak, o gün henüz gelmiş değil.

O halde, IŞİD örgütüne ve örgütün yayılma gösteren tehdidine maruz kalan muhaliflerden oluşan bir koalisyon neden kurulmasın? Cevabı gayet basit. Bütün devletlerin ayrı ayrı öncelikleri var; Mısır yönetimi, her şeyden önce, Müslüman Kardeşler Teşkilatıyla mücadele ediyor. Suudi Hanedanlığı, öncelikli olarak İran ile Suudilerin Ortadoğu’da Sünni Müslüman Dünya liderliğine tehdit olarak gördüğü durumla mücadele ediyor. Katar Monarşi yönetimi öncelikli olarak Suudi yönetiminin bölgedeki hegemonyasına karşı mücadele veriyor. Bahreyn Krallığı sayıca büyük çoğunluğu oluşturan Şiilerden kurtulmaya öncelik veriyor. İran yönetimi öncelikle Irak’taki Sünni güçlerle mücadele ediyor. Türkiye Cumhuriyeti, Suriye’deki Beşar Esad yönetimine karşı savaşa öncelik veriyor. Kürt hareketleri yalnızca otonomi (veya bağımsızlık) için savaşım vermiyorlar, aynı zamanda, kendi aralarında da kavga ediyorlar. Rusya ve ABD yönetimlerinin her ikisi de, karşılıklı olarak, etki alanı için mücadele vermeye öncelik veriyorlar. İsrail yönetimi öncelikle İran ve Filistinlilere karşı savaşıyor. Savaş vermek üzere İD/IŞİD örgütünü listesinin başına koyan bir yönetimi göremiyoruz.

Bu durumun kesinlikle delilik olduğu söylenebilir. Doğrusu, her bir tarafın yanlışlık üzerine kurulu önceliklerinin yer aldığı bu akıl almaz işleyiş şemasını bozacak bir şey var mı? Bir devletin sınırları dâhilindeki sosyal azınlık hangisi olursa olsun, vatandaşlarının makul bir yönetişim faaliyetine veya makul bir otonomiye katılma hakları yerine Şii ve Sünni kesimler arasındaki bölünme olayının ikame edildiği şartların yaratılmasına acil ihtiyaç duyulduğu bir durumun söz konusu olduğu açıkça görülüyor. ABD ve İran yönetimleri arasında yapılabilecek bir anlaşma olsaydı, Kuzeybatı Irak topraklarını IŞİD örgütü elinden geri alabilmek üzere askeri ve siyasi açıdan çok şey yapabilirlerdi. Karşılıklı olarak izledikleri sertlik yanlısı politikayla bunu gerçekten yapabilirler miydi acaba?

Peki mevcut diktatörlük yönetimleri mi şeklinde bir soru sorabilirsiniz. Aslında bizim de bu diktatörlük yönetimlerine karşı mücadele vermemiz gerekmez mi? Mevcut koşullarda büyük öncelik bu yönde ağırlık bastığından dolayı, aslında diktatörlüklere karşı mücadele verilmesine çaba göstermek gerekiyor. IŞİD örgütünün insanların yüreğine saldığı korku, genel olarak vatandaşların sivil hakları alanında, ABD’de ve Batı Avrupa’da azalmaya başladı. Zorba yönetimlerin muhalefet ettikleri konular ile ilgili büyük bir riyakârlık var. Çünkü herkes kendiyle jeopolitik olarak ittifak eden tiranları/zorbaları koruyor, ancak, müttefik olmayan zorbaları yönetim icraatlarından dolayı kınıyor.

(İnsanlığın geleceği açısından) önceliklerimizi gözden geçirmemizin zamanı çoktan geldi ve de geçiyor. İtiraf etmeliyim ki, önceliklerimizi gözden geçirmemiz, şu sıralarda, olası görünmüyor. Aslında bunu yapmaktan başka bir çıkar yolumuz da yok.

Kaynak: iwallerstein.com

Çeviri: Nizamettin Karabenk – AlternatifSiyaset.Net