Norman Paech[1]
İster hükümette ister partilerde, isterse de medyada olsun, siyasi sınıfın bir “ceterum censeo/ama bence”si olduğu açıktır: Hamas yok edilmeli -ne pahasına olursa olsun-. Bu sloganın siyasi kuşkusunu bir kenara bırakalım, temelinde bir kusur vardır. Saldırı ve şiddetin patlak vermesinde tek bir örgütü sorumlu tutmaktadır: Hamas'ı. Onlar askeri liderliğini her zaman bir ya da iki örgüt tarafından oluşturulan Afrika'daki sömürgeci kurtuluş mücadelelerinin tarihini unutmaktadır. Cezayir'de FLN, Güney Afrika'da ANC, Güney Batı Afrika'da SWAPO, Angola'da MPLA, Gine-Bissau'da PAIGC, Mozambik'te Frelimo ya da Filistin'de FKÖ olsun, hepsine karış teröristlermiş gibi savaştılar. Ancak onlar sadece kurtuluşları için savaşan bir halkın siyasi-askeri kanadıydılar. Tüm bu kurtuluş savaşlarında uluslararası hukuk çaresiz bir durum içerisinde idi.
Siyasetçiler ve medya, Batı Şeria'da olduğu gibi Gazze'de de on yıllardır süren baskı, mülksüzleştirme, şiddet ve aşağılanmaya karşı tüm Filistin halkının bir kurtuluş mücadelesi verdiğini hala anlamak istemiyor. Unutmamalı ve üstüne basarak hatırlatmalıyız ki Filistin halkı, şu anda pek çok görüntü ve kelimeyle dile getirilen korkunç şiddeti, Deir Yassin'den Masafer Jatta'ya kadar 75 yılı aşkın süredir devam eden saldırı ve katliamlarda tekrar tekrar ve neredeyse her gün yaşamaktadır. Buna karşı tekrar tekrar ayağa kalktı. Şimdi çaresiz durum hapishanedeki bir isyan gibi bir patlamaya yol açtı.
İntikam hiçbir şeyi çözmez
Eğer İsrail, ABD ve NATO ittifakının desteğiyle, binlerce sivilin ölümü pahasına Gazze'yi enkaza çevirmek anlamına gelse bile Hamas'ı yok etmekte ısrar ederse, böylece ikinci bir hata yapmış olur: Bununla Filistin halkının Apartheid şiddetine karşı direnişi kırılmış olmayacak. Bir örgütü yok edebilirsiniz ama bir halkı asla yok edemezsiniz. Bugün BM ve dünyada halen var olan sömürgecilik karşıtı vicdan bunu engelleyecektir. İnsan intikam duygusunu tatmin edebilir ama bununla barışı güvence altına alamaz. Tüm klasik sömürgeci güçler sömürgelerinden çekilmek zorunda kaldılar. Bir yerleşimci kolonisi olan İsrail de bir istisna olmayacaktır.
Uluslararası hukuk ve insan hakları bu çekişmede rol oynamayı uzun zamandır bırakmıştır. İsrail devletinin kuruluşundan bu yana Filistin halkına karşı kesintisiz hak ihlalleri hep ihmal edilmiştir. İsrail, işgal altındaki topraklar için Cenevre Sözleşmesini hiçbir zaman tanımamıştır. İsrail'in garantör güçleri, özellikle de ABD ve Federal Alman Cumhuriyeti, uluslararası hukukun tüm ihlallerini örtbas edip onaylamışlardır. Uluslararası Adalet Divanı’ndan sadece son yıllarda yerleşim politikasını ve savaş suçlarını incelemesi talep edildi. Ancak garantör güçlerin muhalefeti nedeniyle bu talep derhal engellenmiştir.
Afrika halkları kazanımlarının BM'de siyasi ve hukuki olarak tanınması için hala mücadele ederken, bu mücadele artık Birleşmiş Milletler kararlarına ve Cenevre Sözleşmelerinin ek protokollerine sıkı bir şekilde bağlanmıştır. Buna rağmen, bu çatışmanın başlangıcından beri, uluslararası hukuka ve insan hakları sadece basın toplantılarında ve hükümetlerin kamuoyuna yaptıkları açıklamalarda laf olsun diye değiniliyor. Bunlar vardır, ancak bugüne kadar bölgede barışa katkı sunamadılar.
Almanya’da Filistinlilere yönelik siyasi tepki bana PFLP'nin 1972'de Fürstenfeldbruck'ta İsrail Olimpiyat takımına saldırmasının hemen sonrasını hatırlatıyor. Çok sayıda Filistinlinin Federal Cumhuriyeti terk etmesine neden olan bir pogrom havası hakimdi. Almanya'nın en büyük bulvar gazetesi Bild, yalan olduğu kanıtlanmış "Kafaları kesilmiş bebekler" haberini manşetten verdiğinde, bu haber okuyucuların zihninde uzun süre kalır ve tüm Filistinlilere karşı kalıcı bir nefret yaratır. Gösteri ve etkinlikleri yasaklanmakta ve şebeke ağlarını kapatmakla tehdit edildiler; artık sınır dışı edilmeme güvencesinden de yoksunlar. Bu tedbirlerin yasal dayanağı da çoğunlukla tartışmalı, mahkemeler bazen öyle bazen de böyle karar veriyorlar.
İşgal sona bulmalı
Hayır, bu satırlar Hamas savaşçılarının saldırılarında yarattıkları ölümcül cümbüşün meşrulaştırılması ya da Avrupa sokaklarındaki zafer sloganlarının örtülü bir onayı değildir. Hamas'ın "terör imajının", baskının tüm acımasızlığına rağmen, bu şiddetin Filistin toplumunun bir ayaklanması olduğu gerçeğini gizlediği korkusu tarafından dikte ediliyor. İnsanların hem Gazze'de hem de Batı Şeria'da Filistinlilerin yaşadığı sefaleti algılamayı reddetmeye devam etmesi ve on yıllardır süren sömürgeci işgal ve Apartheid rejiminin patlak veren şiddetin gerçek nedeni olduğunu kabul etmemekte direnmek. Bu durum uzun süredir ilan edilmişti ve hiçbir imha savaşıyla yok edilemeyecektir.
ABD ve Almanya liderleri Kudüs'e yaptıkları hac ziyaretlerinde sadece dayanışma içinde olduklarını ve savaşın insancıl biçimde yürütülmesi için konuşacaklar. Şiddeti ortadan kaldırmanın tek yolu olan işgalden vazgeçilmesi ve Filistinlilere söz verdikleri gibi kendi devletlerini kurma imkânı sağlanması için İsrail hükümetine baskı uygulamayı savsaklayacaklardır. İçeride ise Arap nüfusu üzerindeki baskı, onlara karşı nefretin artmasına, ötekileştirilmelerine ve dışlanmalarına yol açacaktır. Bu da toplumu böler ve ırkçılığı teşvik eder. Sonuç olarak, Yahudi nüfusu giderek daha fazla saldırıya uğrayacak ve antisemitizm daha da güçlenecektir. Sonunda şiddet artacak ve polisin müdahalesi de düşmanca atmosferi yatıştıramayacaktır. Öngörülebilir zararlı sonuçları olan pek de zekice olmayan bir politika.
[1] Norman Paech siyaset bilimi ve kamu hukuku alanında emekliliğe ayrılmış profesördür ve 2005-2009 yılları arasında Sol Parti adına Alman Federal Meclisi'nde görev yapmıştır.
Junge Welt gazetesinin 18.10.23 tarihli sayısından alınmıştır...