Erdoğan, şubat ayının başında yerel seçimlere hazırlık bağlamında nutuklar atmaya başladı. 6 Şubat depremlerinin birinci yıldönümünde enkaz altındaki Antakya’da boy gösteren Erdoğan, yerel seçimlere nasıl bir zihniyetle hazırlandığını ilan etti. Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı kendi partisinden olmadığı için kente hiçbir hizmet verilmediğini itiraf etmekle kalmadı, 31 Mart seçimlerinde AKP’ye oy verilmemesi durumunda, bunun böyle devam edeceğini de ilan etti.
Yakınlarını ölüme terk ettiği depremzedeleri tehdit edecek kadar pervasız olduğunu gösteren saray rejiminin şefi, gelen tepkiler üzerine, bir takım riyakarca laflar etti. Oysa sonraki nutuklarda da aynı tiksinti verici üslup AKP şefleri tarafından sürdürüldü. Sadece Antakya’da değil Konya’da, Karadeniz’de, İstanbul’da benzer laflar edildi. Hem Erdoğan hem müritlerinin “Bize oy verin yoksa...!” diye tehditler savurmaları, sermayenin kokuşmuş saray rejiminin sahte de olsa topluma sunabileceği bir vaadinin kalmadığını gözler önüne seriyor.
Dinci-faşist zihniyetin “milli irade” maskaralığı
ABD emperyalizmi ile büyük sermaye tarafından ülkenin başına bela edilen saray rejiminin şefleri “milli irade” üzerine laflar etmeye pek meraklılar. Kastettikleri şey ise, dört-beş yılda bir seçmenlerin sandıklara oy pusulası atmalarıdır. Seçimlerde aldıkları oyları yıllarca mafyatik yağma/talan rejimlerinin “meşruluk” kaynağı saydılar. Ancak 7 Haziran 2015 seçimlerinde hezimete uğrayınca, milletin iradesi dedikleri şeyi anında ayaklar altına aldılar. Oylarını arttırmak için gözlerini kırpmadan binlerce kişiyi katlettiler. IŞİD cellatlarına başkentin göbeğinde katliam yaptırttılar.
Kan dökerek “millet iradesine” ayar veren rejim, HDP’nin yüksek oy oranıyla kazandığı belediyelere kayyum atayarak, Kürt halkının iradesini küstahça ayaklar altına almaya başladı. AKP, seçimlerde kazanmayı hayal bile etmeyeceği belediye yönetimlerini devletin kaba şiddetiyle ele geçiriyor. Artık “milletin iradesi” ile seçtiği başkanlar değil, mafyatik rejimin atadığı AKP’li kayyumlar belediyeleri yönetiyor. Hal böyleyken saraylarda sefahat sürenler yüzleri bile kızarmadan “milli irade” üzerinde laflar etmeye devam ettiler.
Bu seçimlerde “milli iradeyi ayaklar altına almanın yeni bir biçimini” keşfetmiş görünüyorlar. Geçmişte bol keseden vaatlerde bulunur, seçimlerin ardında bu sahte vaatler unutulur, yağma/talan düzenin çarkları ara vermeksizin dönmeye devam ederdi. “Adamlar çalıyor ama çalışıyor” vecizesini literatüre “kazandıran” dinci-ırkçı zihniyet, çalmanın “olağan” olduğunu toplumun bir kesimine kabul ettirdi. Ancak “on çalıp bir çalışan” bu din istismarcıları, ülkenin zenginliklerini talan ede ede semirirken, halka verebilecekleri sahte bir vaatleri bile kalmadı.
Saray rejimin yeni mottosu: “Tehdit et, şantaj yap, oy iste” şeklinde özetlenebilir. Bu yöntemle seçimlere hazırlanan AKP, “milli iradenin tecelli etmesi için” seçmenleri sandığa çağırıyor. “Merkezi yönetim bizde yerel yönetimler de bizde olmalı” lafını ağzından düşürmeyen Erdoğan, “çalıyorlar ama çalışmıyorlar” dönemine geçiş için, utanmadan halktan oy istiyor. Bu kadar ucubelik dinci-faşistlere özgür bir şey olsa gerek. Zira dünyada bu tarz seçim kampanyalarına rastlamak kolay değil.
Merkezi de yereli de talancı
AKP şefi ile müritlerinde utanmazlık öyle bir hal almış ki, halen yüzleri kızarmadan halkın karşısına çıkıp oy isteyebiliyorlar. Oysa 2002 yılında merkezi yönetimin başına getirildiklerinde ülkede en düşük emekli maaşı asgari ücretin üstündeydi. Asgari ücret ise açlık sınırının altına düşmüyordu. Üstelik sistem 2001’de derin bir krize saplanmış, ekonomi çöküşün eşiğine gelmiş olmasına rağmen bu böyleydi. Bu rejimin ülkeyi 22 yıl yönetmesinden sonra ise asgari ücret yılın on ayında açlık sınırının altında tutulurken, en düşük emekli maaş ise bu ücretin yarısından biraz yüksektir.
16 milyona yakın emekliyi insan onurunu yaralayan bir yaşama mahkum eden “merkezi yönetim” tam bir pişkinlikle “tüm yerel yönetimler de bizim elimizde olmalıdır. Aksi takdirde hiçbir hizmet alamazsınız” diyerek halka şantaj yapıyor, tehditler savuruyor. Meydanlarda vaaz veren Erdoğan, sefalete mahkum ettiği emeklilere “para yok, zam beklemeyin” diyor. Oysa AKP-MHP rejimi saraylara, silahlara, sınır ötesi operasyonlara, “beşli çetenin” ihalelerine, tarikatlara, diyanete, lükse/şatafata ve daha pek çok şeye para bulmakta sıkıntı çekmiyor.
Geçmişte 2023 yılını “milat” ilana eden AKP’nin vaatler çıtası oldukça yüksekti. “Biraz dişinizi sıkın, 2023’te ülke şaha kalkacak, dünyanın önde gelen ekonomilerinden biri olacak. Şimdi sıkıntıdasınız ama o zaman siz de refahtan pay alacaksınız” diye propaganda yapan dinci-gericiler, 2024 yılının ilk aylarında sadece emeklileri değil, toplumun geniş emekçi kesimlerini de derin bir sefaletin için ittiler. Hal böyleyken büyük kentlerin yerel yönetimlerini ele geçirip, var olan sefaleti bile aratacak koşulları yaratmak için elinde kalan son “kozu” kullanan rejim, vaatler dönemini kapatıp şantajla/tehditle oy talep ediyor.
Gidişatı ancak emekçilerin birleşik direnişi değiştirebilir
AKP-MHP rejiminin bu kadar küstah, pişkin, pervasız olabilmesinin temel sebebi, onu zorlayan, işlediği suçlardan hesap soran toplumsal bir muhalefetin olmamasıdır. Zira düzen muhalefeti ya da reformist solun seçim sandıklarına endeksli çalışmaları, saray rejimi tarafından dikkate bile alınmıyor. Sahip olduğu bu rahatlıktan dolayı her alanda gemi azıya alan saray rejimini ancak işçi sınıfıyla emekçilerin fiili/meşru direnişi durdurabilir.
Belirtmek gerekiyor ki, iddia edilenin aksine seçim sandıkları üzerinden rejime ciddi bir basınç uygulamak mümkün değil. Ancak bu kadarı hiçbir sorunu çözmeye yetmez. Tüm emekçilerin ve ezilenlerin işçi sınıfı önderliğinde birleşmesi, kendilerine bu onur kırıcı sefaleti dayatan saray rejiminden hesap sormak için mücadeleyi yükseltmesi gerekiyor. Bu mücadele hem rejimin güncel saldırılarını püskürtmek hem sömürü ve kölelikten kurtulma mücadelesine hazırlanmak açısından hayati bir önem taşımaktadır.