Sarayın ekonomi bakanı Mehmet Şimşek bir televizyon kanalında kendisine sorulan soruları yanıtladı. Sermaye düzeninde bakan-bürokrat tayfasının “soruları yanıtlamak” için çıktığı burjuva medya kanallarında yaşananalar genelde seyirlik bir gösteri olmanın ötesine geçmez. Zira, ortada bir sorun vardır ve atılan adımlar toplumsal yaşamda ciddi tepkilere neden oluyordur, medyanın karşısına “soruları yanıtlamak” için değil toplumu ikna etmek için çıkılır. Zaten sorularda buna göre hazırlanmıştır. Yani ortada bir “gazetecilik” faaliyeti ve “zor sorulara objektif yanıt veren” yetkili değil, burjuva medyanın toplumsal yaşamda “ikna” misyonunun icra edilmesidir yaşanan. Amerika’da efendilerine “yerli halkı ikna etmek”ten bahseden Mehmet Şimşek de son “soruları yanıtlama” ritüelinde bunu yapmaya çalıştı. Pervasız olmasının yanı sıra toplumla alay edercesine küstahtı da.
İngiliz borsa simsarlarının elinde yetişmiş, kökü kapitalist sömürü düzeninin temellerine sıkı sıkıya bağlı bir ekonomi bakanı olarak Mehmet Şimşek, aslında yeni olmayan ekonomi hedeflerini bir kez daha anlattı. Yaşanan krizin işçi ve emekçilere etkisini değil, kapitalist düzenin çarklarının daha sağlıklı nasıl döneceğini, sermaye için öngörülerini ve hedeflerini, işçi ve emekçiler için ise “iyi niyet temennilerini” canlı yayında paylaştı. Güncel olarak büyük bir yıkım yaşayan geniş işçi ve emekçi kitlelere biraz “sabır”, biraz da “bugün değil ama yarın” üzerinden “refah” vaat etti. Klasik AKP gericiliğinin temel propaganda yöntemi.
Sarayın ekonomi bakanı diyor ki: “Türkiye’de asgari ücret düşük değil”. Üstüne de ekliyor, “Asya’daki ülkelere, Endonezya, Filipinler, Tayland’a bakın, bir de Latin Amerika, Brezilya, Şili, Kolombiya, Avrupa’da Bulgaristan, Macaristan ile karşılaştırın. Polonya hariç gelişmekte olan ülkeler arasında en yüksek asgari ücret bizde. Türkiye’de asgari ücret düşük değildir”. Sonrası, AKP’li yıllar boyunca asgari ücret artışları, dolar bazında “nereden nereye gelindiği” türünden boş konuşma örnekleri… Yüzde yirmilere, otuzlara ulaşmış işsizlik oranları yerine yüzde yetmiş istihdam olduğunu gören bir kafadır söz konusu olan. Propaganda olsun diye elli milyona uzaya turist gönderir, asgari ücret gündeme gelince Endonezya ile kıyas yapar.
Temmuz’da asgari ücrete zam yapılması gerektiği işçi ve emekçiler tarafından dile getirilen temel bir talep. “Asgari ücrete zam yapılırsa, enflasyon da artar” propagandası ile emekçilere düşük ücret dayatan Saray iktidarının toplumda yaratmak istediği algı pek tutmamış olsa gerek. Zira asgari ücretin düşük olmadığını Filipinler, Endonezya diye sıralanan ülkelerle kıyaslama yoluna gidiyor. “Enflasyon şu”, “öngörülen bu”, “asgari ücret artışı şu” diyerek hesap cambazlığı ile de söylemini güçlendirebileceğini düşünüyor.
İşçi sınıfı ve emekçilerin yoksulluğu ve kölece koşullarda çalıştırılması bu beyler için sadece istatistik. Çarpıtılmış TÜİK verileri ve enflasyon hesaplama yöntemleri konusunda teşhir olmuş bir düzeninin hala bu verileri alıp, eğip bükerek propaganda yapmaya çalışması ise ibretlik. Diğer bir konu ise, açlık sınırının altında olan ve neredeyse çalışanların yarısından fazlasının mahkûm edildiği asgari ücret gerçeği orta yerde duruyorken, kimi ülkelerle kıyaslama yaparak “asgari ücret düşük değil” demek, toplumla küstahça alay etmek anlamına geliyor. Milyonlar üç kuruşla geçinmeye çalışıyor, dolaylı-dolaysız vergilerin ağırlığı artıyor, çalışma koşulları ağır, hak gaspları aldı başını gidiyor, işten atmalar yaygınlaşıyor, tüm bunlar yapılabildiği için şirket kârları astronomik rakamlara ulaşıyor… AKP-MHP iktidarı ve avanesi ise “başarı” güzellemeleriyle toplumu ikna etmeye çalışıyor. “Toplam gelirden” emeğin aldığı pay istikrarlı olarak erirken, sermayenin payındaki artış iktisat cambazlığının alanına girmiyor ki hiç telaffuz etmiyorlar.
İşçi sınıfı ve emekçiler insanca bir yaşam ve insanca çalışma koşulları için, en çok da insan olma onuru için birleşmeli, mücadele etmelidir. Örgütsüzlük, saldırılara karşı koymadaki zayıflık, işçi ve emekçilerin hali hazırda parçalı ve dağınık yapısı nedeniyle gittikçe pervasızlaşan, bunu toplumla alay etmeye vardıran bir Saray iktidarıyla karşı karşıyayız. Buna ancak işçi sınıfının birleşik, kitlesel ve devrimci mücadelesi durdurabilir.