Küba: Ateşle harlanan, zaferle taçlanan isyan

1512 yılında Hatuey liderliğinde sömürgeciliğe karşı başlayan isyan, 1959 yılında Fidel Castro liderliğinde zaferle taçlandırılmıştır. Ateşle kavrulan beş asırlık mücadele, emperyalist ABD’nin bağrına devrimci bir hançer olarak saplanmıştır.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 01 Ocak 2025
  • 21:00

Kristof Kolomb Hindistan’ı keşfetmek için çıktığı seferde, tarihler 27 Ekim 1492 yılını gösterdiğinde küçük bir Karayip adası olan Küba’ya ulaşır. Küba’yı İspanya krallığının bir parçası ilan eder. Papa VI. Alexander’in emriyle ada halkının Hristiyan Katolik dinine kazanılması için koloniler oluşturulmaya başlanır.

İspanyol sömürgeciliği yerel halkın üzerinde denetim sağlamak için baskı ve katliamlar gerçekleştirir. Küba ile diğer Karayip adalarının yerel halkları sömürgecilerin baskı ve dayatmalarına isyanlarla karşılık verir. Sömürgeciliğe karşı mücadele, kıtanın isyan damarını beslemeye başlar.

Ateşle iradesi sınanan savaşçı “Hatuey”

Küba ve çevre adalarda gerçekleştirilen isyanların en bilineni, 1511 yılında Haiti adasında yaşayan Tainoli kabilesinin lideri Hatuey’in bir grup savaşçıyı yanına alarak Küba’ya geçmesiyle gerçekleşir. İspanyolların adada yaşayan halkları köleleştirmek için saldıracağının bilgisini Küba’da yaşayan Tainoli’lere ileten Hatuey, işgalcilere karşı savaş çağrısı yapar. Aynı dönem yaşamış tarihçi Bartolomé de las Casas, Hatuey’in, Küba’lıları işgalcilere karşı savaşmaya çağırırken altın ve değerli eşyaları göstererek şöyle dediğini aktarır: “İşte İspanyolların taptığı Tanrı. Bunlar için savaşıyorlar ve öldürüyorlar; bunlar için bize zulüm ediyorlar ve bu yüzden onları denize atmak zorundayız. Bu zalimler bize barış ve eşitlik Tanrısına taptıklarını söylüyorlar, ama topraklarımızı gasp ediyorlar ve bizi köleleştiriyorlar. Bize ölümsüz bir ruhtan ve sonsuz ödüllerinden ve cezalarından bahsediyorlar, ama eşyalarımızı çalıyorlar, kadınlarımızı baştan çıkarıyorlar, kızlarımıza tecavüz ediyorlar. Cesaret konusunda bizimle boy ölçüşemeyen bu korkaklar, silahlarımızın kıramayacağı demirle kendilerini örtüyorlar.”

Hatuey, bu sözlerle sömürgecilere karşı savaşmaktan başka çarelerinin olmadığını vurgular ve çağrısına katılanlarla birlikte işgalcilere karşı savaşır. İspanya krallığı isyanı kanlı biçimde bastırır. Kabile reisi yakılarak katledilir. Bu infazla ada halkına gözdağı vererek biat etmelerini amaçlarlar fakat istediklerini elde edemezler. Adada bulunan İspanyol bir rahip yakılmadan önce, Tainoli kabile reisi Hatuey’e “vaftiz olursan cennete gidersin” der. Hatuey papaza şu yanıtı verir:

“O dediğiniz yerde bize zulmeden, katleden Hristiyan İspanyollar varsa ben gitmeyeyim, daha fazla zalim görmektense cehenneme gitmeyi tercih ederim.”

Hatuey’in yanıtı adada sömürgeciliğe karşı yüzyıllarca sürecek ve devrimle zafere ulaşacak isyanın manifestosu olur. Modern çağda ise Küba’nın ilk ulusal lideri olarak onurlandırılır.

Koloniler ve köleler

İspanya krallığı Küba’yı, Karayip adalarını ve anakaradaki sömürgelerinin yönetim merkezi olarak kullanmaya başlar. Birkaç yüzyıl içinde kolonileşme ve katliamlarla yerel nüfus neredeyse yok olacak düzeye gelir. İspanya krallığı, adanın verimli topraklarında çalışacak insan gücü bulmakta zorlanmaya başlar. İş-gücü açığını kapatmak için Afrika kıtasından kaçırılıp köle olarak satılan insanlar en ağır koşullarda çalıştırılır.

1865’de köle ticaretinin sona ermesiyle birlikte çeşitli ülkelerden işçiler adaya getirilir. Şeker kamışı, hayvancılık, tütün üretimi, ticaretin gelişmesi ve adanın stratejik konumu vb. nedenler 19. YY’da ABD’nin adayı yağmalama iştahını kabartır. Küba’ya çöreklenen ABD menşeli şirketler, geniş topraklar alarak şeker kamışı ve tütün üretimine başlarlar.

Bağımsızlık mücadelesi

İspanyol sömürgeciliğine karşı bağımsızlık için çıkan ilk isyan, 1868 yılında patlak verir. İsyana önderlik eden çiftlik sahibi Carlos Manuel de Cespedes, kölelerini azat ederek sömürgecilere karşı savaşa davet eder. On yıl süren iç savaşın ardından İspanya, özerklik dahil (önemli bir kısmı uygulanmayan) birtakım tavizler vermek zorunda kalır. Yaşanan savaş ve insan kıyımından dolayı tarımsal üretimin sürdürülmesi için gerekli iş gücü yetersiz kalır. İş gücü ihtiyacını karşılamak için İspanya, Meksika gibi ülkelerden işçiler getirilir.

Amerikan şirketlerinin adada önemli bir ticaret hacmi elde etmesi, adanın jeopolitik konumu vb. etkenler ABD’nin Küba’yı ele geçirme çabalarını hızlandırır. Fakat İspanya Krallığı’ndan adayı satın almak isteyen ABD yönetimi olumsuz yanıt alır. ABD kendi sömürgeci hedeflerine ulaşmak ve elini güçlendirmek için, İspanya’ya karşı verilen bağımsızlık mücadelesini desteklemeye başlar.

Ada da ikinci önemli bağımsızlık isyanı Kübalı yurtsever Jose Marti’nin önderliğinde gerçekleştirilir. Jose Marti, 1892 yılında sürgündeyken Küba Özgürlük Partisi’nin kurulmasına öncülük eder. Bağımsızlık mücadelesi veren grupları birleştirmek ve birlikte savaşmak için hazırlık yapar. 11 Nisan 1895 yılında bir grup sürgünle birlikte Küba’ya gelerek bağımsızlık savaşını başlatır ve 19 Mayıs 1895 yılında öldürülür.

Jose Marti ve partisini, sömürgeciliğe karşı mücadele eden diğer gruplardan ayıran en önemli özellik, İspanya’ya karşı ABD yanlısı bir politika izlememiş olmasıdır. ABD’nin de sömürgeci-mandacı uygulamalarla Küba halkını köleleştirme amacı güttüğü tezine dayanarak, gerçek bağımsızlığın Küba halkının kendi eseri olacağını belirtir. Nitekim tarih, yaşanan gelişmeler üzerinden Jose Marti’yi haklı çıkarmıştır.

Sömürge el değiştiriyor!

Bağımsızlık savaşı Küba’da şeker kamışı vb. üretimini olumsuz etkilemiş, ABD’li şirketler zarar etmeye başlamıştır. Ticari, siyasi, askeri vb. nedenlerle ABD, Küba’da denetim kurmak için 1898 yılında İspanya ile savaşa girer. İspanya’nın yenilmesinin ardından ada ABD sömürgesi haline gelen Küba 1 Ocak 1899’da bağımsızlığını ilan eder. 1902 yılında ise ABD’den resmi bağımsızlığı alır.

Küba’nın iç ve dış siyasetinde ve ticaretinde ABD belirleyici bir rol oynar. ABD sömürgeciliği altında Küba’da tarım ve hayvancılığın yanısıra kumarhane işletmeciliği, eğlence sektörü, kaçak içki, uyuşturucu ticareti de gelişmeye başlar. Ada yasadışı işlerin ve mafyanın merkezi haline getirilir. Bir yanda devasa servet birikirken, geniş kesimlerin yoksulluğu ise her geçen gün daha fazla artar. Beslenme, barınma vb. gibi temel sorunlar yönetimlere karşı tepkinin temel nedenleri olur.

Gerçekleştirilen pek çok darbeyle Küba’da yönetim sık el değiştirir. Her yönetim ABD denetiminde ve güdümünde hareket eder. Aynı yıllarda halkın üzerindeki baskı ve yoksulluk da her geçen gün artar, mevcut yönetimlere güven zedelenir. Halkın en sıradan tepkisi kan ve ölümle bastırılır.

Batista: Darbeyle gelen diktatörlük!

ABD güdümündeki yöneticiler halk nezdinde meşruiyetlerini yitirdiğinde darbe ya da çeşitli yöntemlerle alaşağı edilirler. Değişen tek şey ise yönetimin aktörleri olur.

Baskılara, yolsuzluklara, sosyal adaletsizliğe karşı artan öfkenin köklü değişimlere neden olmasının önünü kesmek için, Küba halkının sert tepkileri ve isyanıyla karşılaşan yönetimi değiştirmek, emperyalistler için bile bir ihtiyaç haline gelir. 1933 yılında, mevcut yönetimden desteklerini çekerek, Fulgencio Batista önderliğindeki çavuşların gerçekleştirdiği askeri darbeyi desteklerler. Subayların, yolsuzluk ve halk üzerindeki baskısına karşı olduklarını söyleyen darbeciler, halkın umutlanmasına neden olur. Fakat kısa sürede, Batista’nın denetiminde kurulan hükümetler hiçbir sorunu çözemediği gibi yolsuzluk ve yoksulluk daha da derinleştirilir.

Batista ve çevresindeki elit kesimler devasa servetler elde ederler. 1940 yılında ise Batista doğrudan başkanlık koltuğuna oturur. Yolsuzluk, yozlaşma, toplumsal baskı vb. nedenlerle halkın tepkisini üzerine çeken Batista, 1944 yılında gerçekleşen seçimi kaybeder. 11 yılda edindiği servetle birlikte ülkeden ayrılır. 1952 yılında, ABD desteğiyle tekrar başa getirilen Batista’nın ilk işi anayasayı askıya almak olur. Aynı yıllar, burjuva demokrat parti saflarında, seçimlere katılmak için hazırlık yapan Fidel Castro’nun, siyasal yaşamı için dönüm noktası olacaktır.

Movimiento (Hareket)

Fidel Castro, Batista’nın ABD destekli diktatörlüğünü ilan etmesinin ardından, kurulu düzenin ancak bir devrimle değişebileceğini düşünmeye başlar. Movimiento (Hareket) ismini taşıyan kendi örgütünü kurmaya yönelir ve onun yeraltı basınında devrimi şu sözlerle yüceltir:

“İçinde bulunduğumuz an devrimcidir, siyasal değildir! Siyaset bunun için parası ve aracı olanların işidir. Devrim gerçek hizmet için, hakiki değer ve ideallerin taşıyıcıları için yol açar; kendini adayanlar, bayrağı yüksek tutanlar için. Küba’yı kurtaracak olan devrimci parti genç, devrimci ve kökü halkta olan bir önderliğe sahip olmalıdır.”

Fidel Castro liderliğindeki hareket, halkçı devrimci-demokrat bir çizgiyi benimser. İlk eylemlerini 26 Temmuz 1953’de Moncada kışlası baskınıyla gerçekleştirirler. Baskın başarısızlıkla sonuçlanır. Katılanların önemli bir kısmı katledilir. Fidel ve Raul Castro başta olmak üzere bir grup militan tutuklanır. Fidel mahkeme de yaptığı savunmada, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı Küba’nın özgürlüğü mücadelesini cepheden savunur ve kanunsuz iktidara karşı isyan etmenin her vatandaşın görevi olduğunu ifade eder. Ayaklanmanın liderinin kim olduğu sorusuna ise “Kübalı yurtsever Jose Marti’nin belirlediği yol” yanıtını verir.

Fidel Castro savunmasını “tarih beni beraat ettirecektir” ifadeleriyle sonlandırır. Yeni kurdukları hareketin amaçlarını mahkeme salonunda açıklayarak geniş kesimlere taşır. İsyanı cepheden savunan Fidel, halkın nezdinde artık büyük bir kahraman ve özgürlük savaşçısıdır.

1955 yılında genel afla serbest kalan Fidel Meksika’ya geçerek burada yeniden hazırlığa başlar. Moncada baskınına atfen hareketin adı artık 26 Temmuz Hareketi’dir. Ernesto Che Guevara da Fidel ve örgütüyle Meksika’da tanışır. Onlara katılarak Küba devrimi için mücadele etmeye başlar.

1956 yılında Fidel ve bir grup devrimci, Küba’da devrimci isyanı başlatmak için harekete geçerler. Granma (Büyükanne) isimli gemiyle Küba’ya geçerler. İlk anda Batista birlikleriyle karşılaşır ve yoğun topçu ateşine tutulurlar. 82 kişiden 12 kişi sağ kalır. Kısa sürede toparlanan grup yerel halktan yoğun destek almayı başarır. Çeşitli gerilla birlikleriyle birleşirler. Yeni mevziler kazanarak ilerleyen gerilla hareketinin en zayıf yanı ise işçiler ve işçi örgütleri içinde yok denecek kadar az etkinliğe sahip olmalarıdır.

Devrime giderken kurulan ittifak

Yüzyılın başından itibaren Küba’da köklü bir sendikal hareket vardır. 1925 yılında kurulan Küba Sosyalist Halk Partisi (PSP), CTC (Küba Ulusal İşçi Konfederasyonu) içinde etkin bir güçtür II. Emperyalist paylaşım savaşıyla birlikte diktatörlük CTC’yi ehlileştirmek için çeşitli adımlar atar. Komünistler tasfiye edilir. Diktaya hizmet eden kişiler CTC yönetimine getirilerek işçiler üzerinde baskı artırılır. Buna rağmen, PSP ve çeşitli grupların tabandaki etkisi devam eder ve sayısız grev, direniş örgütlenir. Devrimden kısa bir süre önce PSP, Devrimci Direktuvar ve çeşitli sol gruplarla ittifak yapılır.

Gerilla hareketi kentleri kuşatırken kentlerde de grevler örgütlenir. Batista yönetimi ittifakla güçlenen devrimci hareket karşısında güç kaybeder ve meşruiyetini hepten yitirir. Kentleri kazanarak ilerleyen devrimci hareket 1958 yılının sonuna doğru nihai saldırıyı başlatır. Aynı zamanda Havana başta olmak üzere büyük kentlerde grev ve sabotajlarla Batista diktatörlüğü hareket edemez hale getirilir. 31 Aralık’ı 1 Ocak’a bağlayan gece Batista büyük bir servetle birlikte ülkeden kaçar. 1 Ocak 1959’da devrimci güçler Havana’ya girerek devrimi zaferle taçlandırırlar.

1512 yılında Hatuey liderliğinde sömürgeciliğe karşı başlayan isyan, 1959 yılında Fidel Castro liderliğinde zaferle taçlandırılmıştır. Ateşle kavrulan beş asırlık mücadele, emperyalist ABD’nin bağrına devrimci bir hançer olarak saplanmıştır.

Devrimden sonra

Zorlu süreç 1 Ocak 1959’dan sonra başlar. Fidel Castro liderliğindeki devrimci iktidar ilk elden toprak reformu ve ABD’li önemli şirketleri mali bedeli karşılığında kamulaştırarak işe başlar. Atılan sınırlı adımlar dahi emperyalist ABD’yi tedirgin eder ve devrimi boğmak için harekete geçirir. Ticari baskı, suikast girişimleri, Batista kalıntısı güçler vb. organize edilerek gerçekleştirilen saldırılar, ABD saldırganlığının sadece bir kısmını oluşturur. Domuzlar körfezi çıkarması bu saldırılarda en öne çıkanıdır. Küba halkının devrimi sahiplenmesiyle saldırı püskürtülür. Emperyalistlerle tetikçileri devrimci Küba tarafından rezil duruma düşürülür.

Devrimin hemen ardından ABD emperyalizminin saldırıları, Küba Devrimi’nin sosyalizm iddialı bir yönelime girmesi ve Fidel Castro’nun kendini Marksist ve dolayısıyla komünist olarak nitelemesiyle sonuçlanır. Fidel Castro bu dönemi şöyle tanımlar:

“O günlerde Batista’nın kanlı zulmünün devrilmesi ve Moncada Programı bütün halkı birleştirdi. Sonraları, etkin ve muzaffer devrimin ilerlemesi duraksamadığında, kimine göre, devrim yanlış yola saptırılmıştı. Fakat bu kimseler gerçek hıyanetin devrimi yarı yolda durdurmak olacağını göz önüne almayı ihmâl ettiler…”

***

“Küba Devrimi kendi başlangıç sınırları içinde kalsaydı, sınırlı bir burjuva demokratik devrim olarak gene de bir değer taşırdı ama uluslararası düzeyde ciddi tartışmaların konusu olmazdı. Önemi ve yankısı Küba’nın sınırlarını çok da aşmazdı. Ama zaferin ardından kendi dar sınırlarını parçalayınca, toplumsal içerik yönünden hızla radikalleşerek sosyalizme ve bunun tamamlayıcısı olarak enternasyonalizme yönelince, bütün bunları da sistemin jandarması ABD’nin burnu dibinde ve bizzat ona karşı inanılmaz bir direnme gücüyle başarınca, Küba Devrimi dünya ölçüsünde yankılandı, uluslararası bir tarihsel anlam ve önem kazandı. Zaman, hele de Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku’nun çöküşü, bunun gücünü azaltmadığı gibi, tersine, daha da artırdı. Zira ülke olarak sistem karşısında neredeyse bir başına kalmanın kaçınılmaz etki ve sonuçlarıyla boğuşurken yaşadığı sorunlara, düştüğü zaaflara ve yüz yüze kaldığı ciddi risklere rağmen, bugün Küba hala da direniyor. Küba Devrimi 20. yüzyıl devrimleri içinde maddi varlığını ve kazanımlarını, dolayısıyla soluğunu, 21. yüzyıla taşımayı başarabilmiş tek devrim örneği olarak duruyor karşımızda. O bu bakımdan da son derece kendine özgüdür ve bu olgu Fidel Castro’nun tarihsel devrimci kişiliği ile sıkı sıkıya bağıntılıdır.” (Fidel Castro ve Küba Devrimi / I - H. Fırat)