İbrahim Kaypakkaya’nın Amed zindanlarında katledilişinin 50. yılındayız. İbrahim Kaypakkaya devrimci militan duruşu ve devrimci hareket içinde özgün görüşleri ile elli yılın çağrısı “Düzene karşı devrim!” şiarını, ‘71 devrimci kopuşunun diğer yiğit önderleri Deniz Gezmişler ve Mahir Çayanlar ile birlikte yükseltmeye devam ediyor!
Tarihin kimi zaman sarsıcı bir şekilde değiştiği, birkaç yılın mücadele yılındaki birkaç on yıla bedel olduğu dönemler vardır. Sınıf ve kitle hareketinin alabildiğine yükseldiği, grevlerin, işgallerin, boykotların gerçekleştiği ‘60’lar ve ‘70’lerde böyledir. İbrahim Kaypakkaya’nın da aralarında olduğu 68 kuşağı işte böylesine özgün bir dönemi omuzlamışlardır. Hem de bir an tereddüt dahi etmeden. Üstelik o zamana kadar var olan “düzen içi reformist anlayışı” reddederek. Onlar ne parlamentodan ne de Kemalist orducu-darbeci anlayıştan medet umdular. Kurulu düzeni karşı cepheden reddettiler. Bu yiğit devrimciler önce reformist parlamentarist TİP’in etkisinden, sonra ise orducu darbeci anlayışın etkisinden çıktılar. Her biri sonsuz bir inanç ve kararlılıkla mücadele ettiler. Sinan’lar Nurhak’ta, Mahirler Kızıldere’de, Denizler Ulucanlar’da, Kaypakkaya ise Amed zindanında militanca direnişin, baş eğmezliğin adı olarak ölümün üzerine yürüdüler. Türkiye devrimci hareketinin önderleri olarak gelecek kuşaklara devrimci değerleri ve ilkeleri bir eşik olarak bıraktılar. Onların elli yıllık çağrısı “Düzene karşı devrim!” bugün de devrimci ilke ve değerler için en temel eşik ve mirastır. Geçmişin devrimci hareketlerinde tasfiyeciliğin, devrimden kaçışın her geçen gün daha da büyüdüğü, devrimci bakış açısının, şiarların ve pratiğin; reformist düzen içi bakış açısı, şiarlar ve pratiğe dönüştüğü, böylesi bir dönemde bu elli yıllık çağrı komünistler tarafından işçi ve emekçilere, gençlere, kadınlara inanç ve dirençle ulaştırılıyor.
“Çelik aldığı suyu unutmayacak”
İbrahim Kaypakkaya, yoksul bir ailenin çocuğu olarak 1948 yılında Çorum’da dünyaya geldi. İlkokul çağına kadar doğduğu köyde kaldı. Ardından İlköğrenimini Karamahmut Köyü, Ortakışla ve Alacaköy’de tamamladı. 1961 senesinde Hasanoğlan Öğretmen Okulu'nu kazandı. Burayı başarı ile okudu ve İstanbul’da Çapa Yüksek Öğretmen Okulu kazandı. Aynı zamanda İstanbul Üniversitesi’nde Fizik bölümü okuyordu. Bu dönemde dünyada olduğu gibi Türkiye’de de antiemperyalist mücadele ve kitle hareketi yükseliyordu. Fabrikalarda grevler, direnişler yaşanıyor, topraksız köylülerin işgalleri yaygınlaşıyor, üniversitelerde boykotlar örgütleniyordu. 1968 yılının mart ayında İbrahim Kaypakkaya arkadaşları ile birlikte Çapa Öğretmen Okulu’nda FKF’ye bağlı Çapa Fikir Kulübü’nü kurdu. Bunun hemen ardından TİP ve FKF içinde başlayan ideolojik-pratik ayrılıklar sonrasında MDD saflarına katıldı.
Kaypakkaya daha sonra kendisinin ve gençliğin büyük bir kısmının MDD’ye geçişini anlattığı bu dönemi şöyle özetledi: “Gelişen zaman içinde FKF gençlik örgütünde bazı görüş ayrılıkları belirmişti. Bu bir bakıma, ilerleyen bilincin ve edinilen tecrübelerin doğal sonucuydu… Ben bu ayrılıkta MDD’yi (Milli Demokratik Devrim) savunan grup içerisinde yer aldım. Türk Solu ve Aydınlık Sosyalist Dergi çevresi, tam ve -kelimenin gerçek anlamında- devrimci mahiyette olmamakla birlikte, TİP’e göre, işçilerin, köylülerin, gençliğin ve diğer halk kitlelerinin demokratik ve devrimci anlamda eylemlerine biraz daha fazla ilgi göstermeye çalıştı.”
1969 ve 1970 yıllarında İbrahim Kaypakkaya yükselen direnişlerin en ön saflarında yer aldı. Değirmendere’de topraksız köylülerin işgal eyleminde, Demir Döküm, Pertrix, Horoz Çivi, Ege Sanayi, EAS Akü, Gslaved, Gamak, Singer, Derby ve Sungurlar’da gerçekleşen grev ve direnişlerde işçilerin yanındaydı. 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nde en ön saftaydı.
‘70’li yılların başından itibaren Çorum, Antep ve Malatya’yı gezdi. Burada yoksul halkın yaşadığı toplumu, ekonomiyi tahlil eden metinler ve yazılar hazırladı. Kaypakkaya, bu dönemde oldukça genç yaşına ve sınırlı ideolojik kaynaklara rağmen, Türkiye devrimci hareketinin düşünsel-ideolojik birikimine -bütün eksikliklerine rağmen- önemli katkılarda bulundu. Toplumun önemli bir biçimde olumsuz etkilendiği “Kemalizm” ve “Kürt sorunu” tabusu üzerinden yerleşik bakış açışıyla hesaplaşmaya girdi. Kürt ulusal sorununu tarihsel temelleri üzerinden anlatmaya çalıştı. Kaypakkaya’nın bu özgün yanı bugün hala ondan duyulan korkunun ise en temel nedenlerden biridir.
1972’de Türkiye Komünist Partisi-Marksist Leninist (TKP-ML) ve ona bağlı olan Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu’nu (TİKKO) kurdu. Bu dönemde askeri faşist sıkıyönetim İbrahim Kaypakkaya hakkında yakalama kararı çıkardı. 4 Ocak 1973’te Dersim’de Vartinik-Mirik mezrasında çıkan çatışmada yoldaşı Ali Haydar Yıldız’ı kaybetti, İbrahim yaralandı. 5 gün boyunca köylerde kalan İbrahim Kaypakkaya, 29 Ocak 1973'te kaldığı bir köyde, bir hainin ihbarı üzerine yakalandı. Yaralı olmasına rağmen kilometrelerce yürütüldü, ayakları dondu. Çeşitli işkencelerden geçirildi, ser verip sır vermedi. 18 Mayıs 1973'te Amed Zindanı’nda katledildi.
Devrimci hareketimizin bu yiğit militan önderinin katledilişinin üzerinden elli yıl geçti! Elli yıl önce zindanda ağır işkencelere rağmen “komünist kimliğini” başı dik bir biçimde savunan, ancak “örgütsel hiçbir şey söylemeyeceğini” vurgulayan Kaypakkaya’dan duyulan korku bugün de sürüyor. Burjuva sömürü düzeninin temsilcileri Kaypakkaya’nın adına, resmine dahi tahammül edemiyor, taktığı “kasketi” takanlar yargılanıyor, tutuklanıyor. Elli yıl önce defnedildiği köy mezarlığı hala jandarma kuşatması altında tutuluyor. Sermaye devletinin Kaypakkaya’nın adına ve anısına bu azgın saldırısının ardından ise büyük bir sınıf korkusu yatıyor. Kurulu sömürü düzeninin yıkılmasından, emeğin özgürleşmesinden korku duyuyorlar. Devrimci ilke ve değerlerin toplumun büyük kesimlerine özellikle de işçi sınıfına anlatılmasından, tıpkı ‘60’larda ‘70’lerde olduğu gibi işçi ve emekçiler tarafından benimsenmesinden korkuyorlar. Zira kapitalist düzen her geçen gün ne kadar yaşanmaz olduğunu, insanlığın gelişimi önünde nasıl bir engele dönüştüğünü gözler önüne seriyor.
Burjuvazinin korkusu boşa değil!
Kaypakkaya’nın “ser verip sır vermeden” savunduğu ve miras bıraktığı devrimci ilke ve değerler bugün bu toprakların devrimci sınıf partisi tarafından temsil edilmekte ve savunulmaktadır! Elli yıllık “Düzene karşı devrim” çağrısı sınıf devrimcileri tarafından fabrikalarda, sokaklarda, üniversitelerde, meydanlarda haykırılmaya devam ediliyor! Bugün soldaki tasfiyeciliğin eskiden devrimci-demokrat olan akımlardaki son devrimci kırıntıları dahi götürdüğü günlerden geçiyoruz. Ama İbrahim Kaypakkaya’nın şu sözleri geleceğe de ışık tutmaya devam ediyor: “Türkiye’nin geleceği çelikten yoğruluyor. Belki biz olmayacağız ama bu çelik aldığı suyu unutmayacaktır.”