Dünya İklim Konferansı (COP28) Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) Dubai kentinde gerçekleştirildi. Konferansın başkanlığını Sultan Ahmed Al Jaber yaptı. Kendisi dünyanın en büyük on ikinci petrol şirketinin yöneticisi ve BAE’nin endüstri ve teknoloji bakanı. Konferansın böyle görevleri olan birinin başkanlığında yapılması farklı tartışmalara neden oldu. Zira petrol şirketleri çözümün değil sorunun merkezinde bulunuyor.
Bir hafta süren konferansta küçük devletler ve kamuoyunun istekleri değil, büyük devletlerin ve enerji şirketlerinin çıkarlarını gözeten bir sonuç bildirgesi yayınlandı. Petrol şirketi yöneticisi Al Jaber, Dubai'deki Dünya İklim Konferansı (COP28) sonuçlarının "tarihi" olduğunu iddia etti. Alman emperyalizmin en ateşli savaş kışkırtıcısı “Yeşil” dışişleri bakanı Annalena Baerbock’un açıklaması Al Jaber’i de gölgede bıraktı. Bu “yeşil militarist”, COP28’in dünyayı değiştireceğini ilan ederek paçalarından riyakarlık akan şu açıklamayı yaptı: “Fosil yakıtları aşamalı olarak terk ederek daha fazla güvenlik, adalet ve sürdürülebilir bir ekonomiye katkıda bulunuyoruz.”
Ortada “tarihi” bir karar olduğu kesin ama kimin için? Konferans sonuç bildirgesi, doğayı ve insan emeğini sınırsız sömürüyle harap ederek canlı yaşam çeşitliliğini adım adım azaltarak dünyayı hızla ekolojik bir yıkıma sürükleyen kapitalist tekeller için “tarihi” bir anlam taşıyabilir. Fosil enerji şirketlerini konferansta temsil eden 2500 kişilik lobi ordusunun da ‘katkılarıyla’ konferans bildirgesi büyük tekellerin beklentilerine göre hazırlandı. Konferans, iklim sorununa çözüm aramaktan çok kömür, petrol ve gaz pazarları için rekabet ve yeni kirli iş anlaşmalarının yapıldığı bir panayır havasında geçti.
Nasıl ki “silahsızlanma” ve “barış” konferansları silah tekelleri ve savaş kundakçılarının istekleri doğrultusunda aldıkları kararları “silahsızlanma ve barışa giden yolda büyük adım'' diye pazarlayıp savaşları kışkırtmaya devam ediyorsa, aynı emperyalist-haydut devletlerin üzerinde anlaştıkları COP28 uzlaşması da iklim krizini derinleştirmekten başka bir sonuç yaratmayacaktır.
Temel güdüsü ne pahasına olursa olsun daha çok kar ve ölümcül rekabet olan kapitalist özel mülkiyet sisteminin egemenliği, iklim krizinin de esas kaynağıdır. Hal böyleyken bu sistemin politik aygıtlarının düzenlediği konferanslarda-zirvelerde doğayı koruma ve iklim krizinin çözümü için kalıcı ve bağlayıcı önlemler almaları mümkün olmamış, olacağa da benzemiyor. Üretimde toplumunun ve canlıların ihtiyaçlarını temel almak yerine azami karı esas alan bir sistemin temsilcilerinden aksi bir davranış beklemek Kurt’tan Kuzu'ya acıyarak bağışlamasını ummak kadar akıl dışıdır.
Sadece 2022 yılında küresel petrol ve gaz endüstrisi (kömür hariç) yaklaşık 4 trilyon ABD doları kar elde etti. Bu devasa karı elde etmek için doğaya verdikleri zararın küresel çevre felaketini büyütüp iklim krizini derinleştireceğini elbette biliyorlardı. Onların karlarından vaz geçerek küresel çevre felaketini durdurmak veya en azından yavaşlatmak için ciddi ve kalıcı önlemlerde anlaşmalarını beklemek en hafif deyimle saflık olurdu.
Finans sermayenin dünya halklarını soyma kuruluşu IMF Başkanı Lagarde bile, “iklim değişikliğine karşı mücadeleden tavuklar gibi topluca kaçınılması durumunda herkesin tavuk gibi kavrulacağını” söyledi. Bu tür açıklamaların da etkisiyle konferanstan felakete doğru ilerleyen süreci frenleyecek bağlayıcı, sert önlemler alınacağına dair beklenti yaratıldı. Ancak medya tekellerinin bilinçli, hesaplı ve hedefli olarak sürdürdüğü manipülatif kampanyanın rüzgarına kapılanların beklentileri bu konferansta da boşa çıktı.
İklim değişikliğinin yıkıcı sonuçlarıyla şimdiden somut olarak yüzleşen küçük ada devletleri grubu adına konuşan Samoa'lu bakan Cedric Schuster'in, "Ölüm fermanımızı imzalamayacağız" diyerek konferans bildirgesine feryat etmesi sorunu veciz bir şekilde açıklıyor. Deniz seviyesinin yükselmesi tehdidi altındaki ada devletlerinin temsilcileri, "Adalarımıza bu sürecin bize ihanet ettiği mesajıyla dönemeyiz... İhtiyacımız olan rota düzeltmesi yapılmadı" derken, bir illüzyonun peşinde koştuklarının farkında değillerdi.
COP28 bağlayıcı/net kararlar almak yerine temennilerle yetindi
Kabul edilen nihai metinde, kapitalist-emperyalist devletlere “enerji sistemlerinde fosil yakıtlardan çıkışın üstesinden gelme ve 2050 yılına kadar sera gazı nötrlüğüne ulaşmak için bu ‘kritik on yılda’ çabalarını hızlandırma” çağrısı yapıldı. Sadece geçen yıl 4 trilyon dolar kar elde eden kömür, gaz ve petrol tekellerinin genişleme planlarına karşı açık yaptırım kararı alınmadı. Bunun yerine bağlayıcı olmayan deklarasyonlarla, çabaların arttırılması temennileriyle bu aç gözlü kurtlar sürüsünün durdurulacağına bizleri inandırmak istiyorlar. Bu, tam bir sahtekarlıktır.
BM iklim şefi Simon Stiell, “Dubai'de fosil yakıt çağını sona erdirmemiş olsak da bu sonuç sonun başlangıcıdır” diyerek COP28 bildirgesini alkışladı. Alman heyetine başkanlık yapan savaş kundakçısı Annalena Baerbock ise, "kalbinden dev bir taş düştüğünü hissettiğini” söyledi. AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen de kararı "fosil sonrası çağın başlangıcı" olarak “yaldızladı”. Kuzuyu Kurda teslim edenlerde çok iyi biliyorlar ki bu hızla gidersek insan toplumlarının ''fosil sonrası çağın başlangıcını” görebilecekleri bile oldukça şüphelidir.
Birleşmiş Milletlerin 2023 Emisyon Açığı Raporu, varoluşun karşı karşıya bulunduğu tehlikenin altını çiziyor: “Bu raporda ele alınan en iyimser senaryoda bile, küresel ısınmayı 1,5 santigrat derece ile sınırlama şansı yalnızca yüzde 14’tür ve çeşitli senaryolar küresel ısınmanın 2 santigrat dereceyi, hatta 3 santigrat dereceyi aşması ihtimalini açık bırakmaktadır.''
2023, şimdiye kadar ölçülen en yüksek sıcaklıkların ve en yüksek CO2 emisyonlarının yaşandığı yıl oldu. Değişik araştırma kurumları atmosferdeki CO2 konsantrasyonun 423 ppm olduğunu söylüyor. İklim tarihçi ve araştırmacılarına göre en son 15 milyon yıl önce 400 ppm aşıldığında, Grönland ile Kuzey Kutbu neredeyse buzsuzdu, deniz seviyesi yaklaşık 40 metre daha yüksekti (ada devletleri boşuna çığlık atmıyor) ve Dünya'nın sıcaklığı bugünkünden yaklaşık 5 °C daha yüksekti.
İklim zirvesi öncesinde 200’den fazla sağlık dergisi, Birleşmiş Milletler'e, ''Bu genel çevresel kriz artık küresel bir acil sağlık durumu oluşturacak kadar ciddidir'' uyarısı yaptılar. Dergiler, ''İklim değişikliği, doğa kaybının başlıca nedeni olarak ormansızlaşma ve diğer arazi kullanım değişikliklerini geride bırakmaya hazırlanıyor,'' diyor ve uyarıyorlar, ''Arazi kullanımındaki değişiklikler on binlerce türü daha yakın temasa zorlayarak patojen alışverişini ve yeni hastalık ve salgınların ortaya çıkmasını arttırmıştır.''
Ancak kapitalist-emperyalist dünyanın egemenleri bilim insanlarına ve kendi kuruluşları olan BM'nin çağrı ve uyarılarına aldırış etmeyerek canlı yaşamın yok edilmesi pahasına insanlık düşmanı ekonomi-politikalarından taviz vermiyorlar.
Aklın yolu birdir
Alman sermaye medyası bile bildirgeyi, ''Şirketlere herhangi bir fosil yakıt yatırımından kaçınmaları gerektiği konusunda açıklık getirmek yerine, bu teklifle yeni kömürlü termik santrallerinin inşası bile mümkün.'' diye değerlendirdi.
Ayrıca emperyalist-kapitalist kamp içerisinde süren rekabet ve çatışmaya bağlı olarak her devletin kendi önceliğini temel almasının asıl engellerden biri olduğuna dolaylı olarak da olsa işaret edildi: ''Suudi Arabistan ve Hindistan ile güçlü bir karşı blok. Çin nerede duruyor? Çin'in tam olarak nerede durduğu da belli değil. Dünyanın en büyük salımcısı, COP'tan önce pozisyonunu iki numaralı salımcı olan ABD ile uyumlu hale getirmişti'' gözleminden sonra noktayı koyuyor: ''Küresel ısınmanın 1.5 santigrat derece ile sınırlandırılması hedefine bu şekilde ulaşılamaz.''
Evet aklın yolu birdir. Burjuvada olsa Alman medyası gerçeğin bir kısmını dile getiriyor. Ancak onlar bir adım öteye geçip sorunun asıl kaynağı olarak gördükleri rekabetin, azami karı temel alan kapitalist üretimin doğasında yattığını itiraf edemiyorlar. Üretimin küreselleştiği bir çağda kapitalist özel mülkiyet sistemi ve onun “ulusal” devletleri diğer sorunların çözümünde olduğu gibi iklim krizi sorunu karşısında da çözümsüz kalmıştır. Pandemi, açlık, kitlesel göç, su kıtlığı, silahlanma ve savaşlara son verilmesi sorunlarında olduğu gibi. Tüm bu sorunların çözümü önündeki asıl engel rekabet ve azami kar hırsıdır. Uluslararasılaşan üretimle çelişen kapitalist özel mülkiyet ve zor aygıtı olarak 'ulusal' devletler bugünkü sorunların kaynağı oldukları gibi çözümün önündeki asıl engelleri de oluşturuyorlar.
İnsanlığın geleceği kritik bir eşiğe gelip dayanmıştır: Ya bu emperyalist/kapitalist cendereyi parçalayarak dünyada planlı, ihtiyaçların karşılanmasını temel alan, doğa ile uyumlu sosyalist bir sistem kurarak kurtulacak ya da “herkes tavuk gibi kavrulacaktır!” Sistemin çözümü erteleyerek kar topu gibi büyütüp biriktirdiği sorunlar, net bir şekilde insanlığı ya barbarlık ya sosyalizm ikilemiyle yüz yüze bırakmıştır!