Metal İşçileri Birliği, İzmir Aliağa’da haklarını aradıkları için işten atılan Kocaer Haddecilik işçileriyle röportaj yaptı. Fabrikadaki kölelik koşullarına dikkat çeken işçiler, “bu sömürü ve kölelik düzenini biz burada bitireceğiz!” dedi.
MİB’in direnişçi işçiler Ali Akpınar ve Yücel Memiş ile gerçekleştirdiği röportaj şöyle:
MİB: İşten atılmaya kadar gelişen süreci bize aktarır mısınız?
Ali Akpınar: Şöyle başladı. Bundan yaklaşık bir ay önce içerdeki tüm olumsuz şartlara rağmen işçiler tüm özverileriyle çalışmaya devam ediyorlardı. Fakat başımızda sürekli küfreden, hakaret eden, ağza alınmayacak şekilde küfürlerle resmen ızdırap olan bir amir vardı. İlk tepkimiz buna idi, bunun doğru olmadığına idi. Bunun için bir direniş başlattık. Karşı koydular. Elimizde kazanılmış bir hak olan çayımızı bizden geri aldılar. İmza topladık. Bu imzayla çay hakkımızı geri istediğimizi bildirdik. Sonra iki saate kadar üretimi durdurduk. Bu hakkımızı geri aldık.
Fakat bunlar rahat durmadılar. Bir tepki, bir karşılık vereceklerini biliyorduk bunların. Yücel arkadaşımızın vardiyasını değiştirmeye kalktılar. Bu vardiya değişikliği işten çıkarmaya dönük bir hareketti. Önce vardiya değiştirilecek sindirilecek sonra işten çıkarttırılacaktı. Biz bu değişikliği kabul etmedik. Ertesi gün Yücel arkadaşımızın sabah işe geldiğinde fabrikaya sokulmadan direk insan kaynaklarına götürüldüğünü duyduk. Duyduk ki çıkışı verilmiş. Sırf bu sebepten dolayı. Çıkışı verilince Yücel arkadaşımız sabahtan itibaren fabrika önünde beklemeye başladı. İçerde biz bunu hazmedemedik, kaldıramadık. Sabah 08.00'den itibaren üretimi durdurduk. Tek şartımız Yücel arkadaşımızın işe geri alınması, bize hakaret eden amirin bölümünün değiştirilmesi ve bizden uzaklaştırılmasıydı. Bunun için direndik, saatlerce direndik. Bizle baş edemediler, anlaşma yoluna gittiler. Saat 12.00’de iş başı yapmamızı 15.30'da bu olaya bir çözüm getireceklerini söylediler. Garantisini verdiler, söz verdiler. 'Bizde işçi çocuğuyuz, sizin işinizi halledeceğiz' dediler. Saat 15.30'a havale etmelerinin nedeni de gelen vardiyayı üretime sokup işimizi halletmeyecekleri yönündeydi kanaatimizce.
Saat: 15.30 olduğunda düşündüğümüz gibi oldu, çözmediler. Gelen vardiyayı da üretime sokmaya çalıştılar, fakat gelen vardiyada bizimleydi. Bu sefer ters tepti. İki vardiya birleştik tekrar üretimi durdurduk. Ve istediğimizi aldık onlardan. Yücel arkadaşımızı işe geri aldırdık. Ertesi sabah tekrar işbaşı yaptı, bu bize küfreden, hakaret eden adam uzaklaştırıldı ve çay hakkımız normale döndü.
Fakat biz patrondan tekrar bir karşılık geleceğini bekliyorduk. Bir hafta öncesinde fabrikanın bakımı için üretim durdu. Ancak bu bakım duruşu bize göre bir ataktı. Üretimden gelen gücümüz elimizden alınıp bize bir saldırı yapılacaktı. Beklediğimiz gibi de oldu. Üretim durdu 3-5 gün içerisinde çıkışlar başladı. Hatta bayram sonrası çıkışlar başladı. Önce beni çıkardılar işten. 16.00-24.00 vardiyasına gittim çalışmaya başladım. Saat 18.00 gibi amir beni aldı, müdüre çıkardı. İşletmenin benimle çalışmak istemediğini, ‘bunu sana bildirmek zorundayım’ diyerek ertesi günü insan kaynaklarına çıkışımı almaya gelmemi istedi. Karşılık vermedim, ertesi sabah geldim fabrikaya insan kaynaklarıyla görüşmeye. İnsan kaynaklarıyla görüştüm, çıkışım hazırlanmış. Gerekçe istedim, aslı olmayan bir gerekçe yazılmış. Benim fabrikanın diğer şubesi olan A-1'e göndermek istediklerini fakat benim bunu kabul etmediğimi yazmışlar. Bu asılsızdır. Bana hiçbir bildirimde bulunulmadı. Bu yaşanan olaylardan ötürü bana yaptıkları bir saldırıdır. Bende Yücel abinin işe alınması olayında başı çekenlerdendim. Benim çıkışım verildi. Yönetim 15.00’e kadar fabrika içinde bir gözlemleme yaptı, ‘tekrar bir direniş olacak mı’ diye. Baktılar ki olmadı. Çünkü üretim yok, bir gücümüz yok. Saat 15.30’da da baktılar bir şey yok Yücel'i çıkarttılar. Bu arada izinde olan arkadaşlarımızdan birini de arayıp ‘ertesi sabah sen de gel senin de çıkışın verilecek’ diyerek olay kapatıldı. Arkadaşımıza rapor aldırarak onun işten çıkarılmasını kendimizce durdurduk. Süreç böyle devam eti. Şu anda direniyoruz.
Tekrar durdurduk üretimi. Üç tane şartımız var:
1- İşten çıkartılan arkadaşlarımızın tamamı geri alınacak,
2- Bu yaşanlardan dolayı kimse işten çıkarılmayacak
- ve son olarak işçilerden 4 kişi, yönetimden 3 kişi olmak üzere bir ekip kurulacak ve bir protokol imzalanacak. Üç şartımız budur. Sonuna kadar direneceğiz.
MİB: İçerdeki örgütlülük ne durumdadır?
Yücel Memiş: İşe girdiğimde çalışma koşulları ağırdı, kimse birbirinin yanında durmuyordu. Birbirlerini ispiyonluyorlardı. Aynı iş yapılmasına rağmen maaş farkları vardı. Kiminin 60 lira, kiminin 50, kimimizin 70 lira farkları vardı. Bur farklarda işçileri birbirine düşürmüştü. Usta başı küfürü, hakareti, daha fazla ücret alanların ayrılması, işçiler arasında düşmanlık yaratmıştı. İşçiler patrona değil kendi arkadaşlarına karşı düşmanlaşmıştı. İçerde kanunsuz uygulamalar vardı.
Arkadaşlarla zamanla bir araya gelmeye başladık. Önce kendi vardiyamızda kenetlenmeye başladık. Birçok kez bir araya geldik. İşyeri sorunlarını herkesin tartışması için bir ortam yarattık. Herkes aynı sorunları konuşmaya başlayınca herkese yavaş da olsa bir özgüven gelmeye başladı. Kimsenin korkmadığı, çekinmediği bir ortam oldu. Bu tamamıyla komitenin iradesiyle gerçekleşen bir durum vardı. Buradan diğer bölümlere ulaşmaya başladık. Üretimden gelen gücümüzü kullanabilmek için bütün bölümlere hakim olabilecek bir çalışmayı başlattık.
Çayın da kaldırılmasıyla bıçak kemiğe dayandı. Birikimle beraber çayın geri alınmasına karşı ses çıkartmaya başladık. Bundan birbuçuk ay önce iki saat iş durdurma eylemi yaptık. Tek vardiyada bunu başardık ve iki saat sonra çayı kazandık. Bu kazanımla birlikte herkesin özgüveni öyle bir noktaya geldi ki arkadaşlık ve dostluk ilişkileri had safhaya yükseldi. Herkes birbirinin işine koşmaya başladı. Ve anladık ki burada bizim bizden başka dostumuz yok. Ya varolan aşağılanmaya, sömürüye karşı birlik olacağız, ya da yok olup gideceğiz. Bunun farkına vardık, bunun özgüveniyle daha güçlü olmaya başladık. Bunu fark eden patron beni işten attı. Fabrikadaki örgütlülük ve kenetlenme o kadar kuvvetliydi ki beni tekrar işe aldırdılar. Komitenin işlemesiyle birlikte nerdeyse genel fabrikaya hakim olduk, yüzde 60'ına hakim olmaya başlamıştık.
Bir bölümden başladı iş durdurma, yavaş yavaş diğer bölümlere sıçradı. 6 saatin sonrasında tamamıyla işi durdurduk. Üretim durunca patronun can damarı durunca patron ne yapacağını şaşırdı. Jandarma tehditleri, icra tehditleri havada uçmaya başladı. Hiçbiri bize sökmedi. İşçi çünkü en doğal en yasal hakkını arıyordu. Madem sen bizi üretimi kullanarak beni sömürüyorsun, biz de ‘üretimi durdurarak bu sömürüye dur diyoruz’ dedik. Bunun üzerine arkadaşlar beni işe geri aldırdılar. Bu özgüveni daha da artırdı.
Bizim işyeri üçüncü şirketi aldı. Üçüncü şirketi alınca var olan kölelik düzenini orda da yaratmak için içerdeki birliği dağıtmak adına fabrikayı bir haftalığına duruşa götürdü. Herkesi izine gönderdi. Bu süre içinde de bende dahil olmak üzere iki kişinin işine son verdiler. İçerdeki arkadaşlara polisle tehdit etmeye başladılar. Karakola çağrılmalar, telefonlar, ‘maaşlarınız ödenmez’ gibi tehditlerle ‘ya bu kölelik düzenini kabul edersiniz ya da buradan basar gidersiniz’ dediler.
Biz bir kez kenetlendik. Bu fabrika bizim. ‘Burası bizim namusumuz, şerefimiz, biz emeğimizle, rızkımızı buradan çıkartıyoruz ‘dedik. Ve ardından duruş bittikten sonra, bu sabah fabrika işbaşı yaptıktan sonra içerde bir vardiya üretimi tekrar durdurdu.
Bu havzada kölelik koşulları var. Yanı başımızda Habaş var, oradaki ölümler bizim bile canımızı yakıyor. Yanı başımızda Sider var. Aylardır maaşlarını alamıyorlar. Tüm havzaya bu durum olumsuz yansıyor. Sider bize örnek gösteriliyordu. ‘Bakın onların durumuna’ diye. Yani ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışıyorlar.
Ama biz bu kötü örnekleri kaldırıp havzadaki işçilere iyi bir örnek olacağız. İşçilerin birleşerek haklarını nasıl kazandıklarına iyi bir örnek olacağız. Ben buradan takrar sesleniyorum: İşçiler kendi öz iradelerine, birliklerine , komitelerine güvensinler. Çünkü bu fabrikada o maaşı alan, parmağı kopan, canı yanan, ölen bu şartlarda geçinmeye çalışan bizleriz. O yönetim koltuğunda oturan da patronlar değil bizler olmalıyız. 10-15 bin lirayla geçinenler bizim halimizden anlamaz bizim hakkımızı arayamazlar. Bugün biz bu havzadaki gediği yırtıp atacağız. Çünkü biz haklıyız.
MİB: İçerdeki son durum hakkında bilgi verir misiniz?
Yücel Memiş: İçerde giderek üretimi durduran işçi sayısı çoğalıyor. Üretime ciddi bir darbe var. İçerden arkadaşlar bize fıkralar anlatıyorlar. Onlar bize biz onlara moral vererek direnişi güçlendiriyoruz.
MİB: Diğer fabrikalardan desteğe gelecek işçiler var mı?
Yücel Memiş: Biz dün Sider işçilerine gittik. Ekmeğimizi paylaştık. Öğlen yemeğini birlikte yedik. ‘Bir araya gelelim birbirimize sarılalım’ dedik. Ancak ‘tabuları ve bürokrasiyi böyle yıkabiliriz’ dedik. Oradaki TM'den sendikacılar geleceklerini söylediler. Akşam aradığımızda da ‘sizin arkanızda ne tip güçler var’ dediler. Gelmemek için. Burada işçiler ölürken, sömürülürken patronların arkasında bu koşulları devam ettiren gücü sorgulamak yerine en ufak talebi için hakkını arayan işçilerin arkasındaki gücü sorguluyorsun. Çeşitli fabrikalardan arkadaşlara çağrılar yaptık önümüzdeki saatlerde yanımızda olacaklar. Son olarak şunu söylemek istiyorum; bu sömürü ve kölelik düzenini biz burada bitireceğiz!