Soygundan sandığa köprü
2008 yılında Sağlıkta Dönüşüm Programı’nı (SDP) gündeme getiren AKP, işçi ve emekçilerin ortaya koyduğu tepkilere rağmen saldırılarını adım adım hayata geçirdi. Sağlığın dünyada en büyük hacme sahip alanlardan üçüncü olduğunu dile getiren yetkililerin, dönüşümdeki bu ısrarlarının nedeni de böylece ortaya çıkmıştı.
Herkese ‘ücretsiz, nitelikli, ulaşılabilir sağlık’ propagandası ile hayat geçirilen SDP’nin, 2012 yılı ile yasalaştırılarak uygulamaya başlamasıyla sağlığın piyasalaştırılarak, sermayenin soygun alanına açıldığı gerçeğini de gözler önüne serdi.
Herkese sağlık değil, her keseye borç!
SDP kapsamında Genel Sağlık Sigortası (GSS) ile herkesin sağlık hakkına sahip olabileceği ifade edilmesine rağmen gerçeğin öyle olmadığı da ortaya çıktı.
GSS için öncelikle yapılması gereken gelir testi sonuçlarına göre; kişi başına düşen gelir 400.5 TL’nin altındaysa primleri devlet ödüyor. 400.5 ila 1.201.5 TL arasındakiler 48.06 TL; 1.201.5 TL ila 2.403 TL arasındakiler 144.18 TL. 2.403 TL’nin üzerinde olanlar ise 288.36 TL ödüyor.
Gelir testi yaptırması gerektiği halde yaptırmayanlar ise gelirleri asgari ücretin iki katından yüksekmiş gibi düşünülerek, isimlerine her ay en yüksek rakamdan prim borcu birikiyor.
Gelir testi yaptırmasına gerek olmayan kişiler şunlar: Sigortalı olanlar, isteğe bağlı sigorta primi ödeyenler, SGK’den emekli aylığı, malullük aylığı, dul ve yetim aylığı alanlar, geçici köy korucuları, 65 yaş ve engelli aylığı alanlar, işsizlik maaşı alanlar.
Ayrıca belitmek gerekir ki milletvekilleri GSS kapsamı dışında bırakılmış. Dolayısıyla aileleri de ayrı bütçeden yararlanarak tedavi oluyor, sağlık harcamaları karşılanıyor.
Fakat, kimsenin ödeyemediği bu borçlar karşısında devlet de seçim günlerine yakın dönemlerde sürekli af gündeme getiriyor. Asıl borç miktarına dokunmayan bu ‘af’ uygulamaları aslında yıllardır vergi borçlarına sürekli getirilen faiz indirimi ve taksitlendirmeden başka bir uygulama değil.
Asıl dikkat çekilmesi gereken nokta, borçlu sayısının 6 milyona yaklaşması. Üstelik GSS prim borçlusu haline gelinmesine rağmen, hastaneye gidildiğinde ücretsiz tedavi hizmeti alınamıyor. ‘Ücretli’ olarak tabir edilen, yani markete giden bir müşteri gibi muamele görüyor. Özel bir hastaneye giderek, ücret karşılığında tedavi olmak gibi.
Böylelikle bu sistemle hem GSS prim borçlusu haline getirilmiş olunuyor hem de tedavi için para ödemek zorunda kalınıyor.
2014 yılında çıkartılan 6552 Sayılı Kanun ile gelir testi yaptırmayanlara getirilen bu indirim uygulamasına göre de yaklaşık 6 milyon kişi şu an, ücretsiz tedavi olmadan hatta doktora dahi gitmeden prim borçlusu. Devletin prim borcuyla yaptığı soygun. Prim affı ile gündeme getirdiği ise, bu soygunu tahsil edebilmek aynı zamanda 7 Haziran seçimleri için oy malzemesi yapabilmek. Bir taşla birkaç kuş.
İstedikleri başvuruyu alamamış olmalılar ki 31 Mart’ta sona eren başvuru süresi, hem gelir testi için hem de taksit ödemeleri için 1 Nisan’da yeni çıkarılan kararla altı ay uzatıldı. Böylece seçimin ardına ertelenerek, devlet vatandaşına yeniden ‘şans’ verdi.
Gerçek ise; ücretsiz tedavi hakkının ortadan kalkmış olması.
Sağlıkta dönüşüm, ölüme götürüyor!
14 Mart Tıp Bayramı vesilesiyle Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) “Sağlıkta dönüşümün çok kısa özeti” başlığı ile video görüntülü verdiği bilgiler ise SDP’nin sonuçlarını açık şekilde gösteriyor.
Hekimlere başvurulmasında sayının arttığına dikkat çekilerek, 2002 yılında ortalama her kişinin hekime 3 kez giderken bugün ortalama 8 kez gittiği belirtiliyor.
Daha çok tetkik yapıldığına da dikkat çekilen açıklamada, 2002 yılında 5 milyon kez bilgisayarlı tomografi çekimi yapılmışken, bu sayının 2012 yılında 10 milyon adeta ulaştığı söyleniyor.
Artık daha çok ilaç tüketildiğine ve ameliyat olunduğuna dikkat çekilerek, 2002 yılında 1 yılda 750 milyon kutu ilaç tüketimi yapılmışken, bugün bu sayının 1 milyar 900 milyona ulaştığı belirtiliyor.
Doktora başvuru sayılarının arttığı, bunun da tetkik yapım sayısının artmasına neden olduğu, en önemlisi gün içinde yüzleri bulan başvuru sayısı nedeniyle doktorların hastalara tedavi için ayırdığı sürenin 5 dakikaya düştüğü vurgulanıyor. Bu da ayrıca özel hastanelere gidişe neden oluyor.
Kamu hastanelerine başvuru sayısı 2,5 katına, üniversite hastanelerine başvuru sayısı 3 katına, özel merkezlere başvuru sayısının ise tam 13 katına çıktığı ifade ediliyor.
Özel merkezlerde SGK’lılardan alınan tedavi ücret farkının önce %30 iken, sırasıyla %70, %90 ve bugün % 200’e çıkarıldığı vurgulanıyor.
Ayrıca devlete katkı, katılım, muayene, istisnai, oda, malzeme derken tam 10 kalem için para ödeniyor.
Sonuç olarak devlet sağlık hizmetini parasız değil parayla sunuyor, satıyor.
Her ailede bir işsiz, öğrenci ve yaşlı olma ihtimali düşünülürse, gelir testi yaptırsa bile en az 48 TL kişi başına borç hanesine yazılmış oluyor. İşte devletin “parasız, nitelikli ulaşılabilir sağlık hakkı”!
Ölen çocukların babaları tarafından çuval içinde sırtında taşınarak morga, özel taksi tutarak mezarlığa tabutunun götürüldüğü, hastaneden borç senedi imzalatıldığı bir sistemde sağlık hakkının ücretsiz olduğunu söylemek tam bir sahtekarlık, ikiyüzlülüktür.
Sistemin sonuçları ile karşılaşanların sağlık çalışanlarına tepkisi sonucu sağlık çalışanlarına yönelik şiddet ve ölümler, tedavi ücretlerinin reçetelere eklenmesi nedeniyle veznedarlara çevrilen eczanelere SDP’nin “hediyesi” oluyor.
Her gün artan işsizlik oranları düşünüldüğünde GSS prim borçlu sayısının da artacağı aşikar. Yukarıdaki veriler devletin SDP ile sağlık hakkını parasız, nitelikli hale getirmediği, tersine sağlık alanını soygun alanına çevirdiğini ortaya koyuyor. Herkese parasız, koruyucu sağlık hakkı için mücadeleye!