Barış İçin Akademisyenler’i hedef alarak “Oluk oluk kanlarınızı akıtacağız ve kanlarınızla duş alacağız” diyen organize suç örgütü lideri Sedat Peker’in söylediğini sanmıştım ilk okuduğumda.
Meğer değilmiş, yanılmışım. Söyleyen Türkiye Cumhuriyeti’nin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ymuş.
CHP’nin İstanbul ve Ankara büyükşehir belediye başkan adayları Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’a seslenmiş Bakan Soylu:
“Terör örgütü cenazesine giden Sezgin Tanrıkulu’ndan ve onun gibi milletvekillerinden nefret ediyorum. Onlarla aynı parti altında bulunmaktan tiksiniyorum, hadi desinler ya…”
Kuruluş kararnamesine göre ülkenin “bütünlüğünü, yurdun iç güvenlik ve asayişi, kamu düzenini ve genel ahlakı, Anayasa’da yazılı hak ve hürriyetleri korumak”la görevli İçişleri Bakanlığı’nın başındaki kişi açık açık, hatta adını da koyarak Meclis’teki ana muhalefet partisinin bir milletvekili hakkında resmen nefret suçu işliyor.
Bir İçişleri Bakanı olarak Türkiye’nin sınırları dahilinde kalsa sadece ülkenin talihsizliği olarak nitelenebilir. Ancak Bakan Soylu, İçişleri Bakanı olduğunu unutup sınır ötesine, özellikle başta Almanya olmak üzere bütün Avrupa ülkelerinin yurttaşlarına sopa salladı.
Bakan Soylu’nun yaptığı son açıklama ve ardından özellikle Alman Hükümeti’nden gelen tepkiler Türkiye’nin Batı’dan, gelişmiş demokrasilerden ne denli koptuğunu da gösteriyor.
Bakın ne diyor Bakan Soylu:
“Avrupa’da, Almanya’da öyle terör örgütünün toplantılarına katılıp da ondan sonra gelip Antalya’da, Bodrum’da, Muğla’da tatil yapanlar var ya, onlar için de tedbir aldık şimdi. Hadi gelsinler bakalım havalimanlarından içeri girsinler. Gözaltına alıp yallah, öyle kolay değil. Dışarıda hainlik yapıp içeride, Türkiye’de keyfini, sefasını sürmek bundan sonra kolay değil.”
Avrupa’da en çok Türkiye kökenlilerin yaşadığı yer olarak Almanya’da özellikle büyük yankı uyandırdı bu açıklama. Ancak sorun sadece Türkiye kökenlilerle sınırlı değil.
Almanya örneği üzerinden yürüyelim.
Bu ülkede yaklaşık üç milyon Türkiye kökenli insan var. Bunların yarısından azı çifte vatandaş. Yani hem Türkiye hem de Federal Almanya vatandaşı. Yarısından fazlası da sadece Alman vatandaşı.
PKK, Almanya’da “terör örgütü” olarak kabul ediliyor. Bu nedenle Almanya’da kendi adıyla bir etkinlik yürütemiyor.
Ancak bu ülkede Alman yasalarına göre kurulmuş Kürtlerin de, Türkiyeli diğer muhaliflerin de oluşturduğu kurumlar var. Onlar gerek göçmenler gerekse de Türkiye’deki sorunlar üzerinde çalışıyorlar, toplantı ve gösteri yapıyorlar.
Bu tür etkinliklere sadece Türkiye kökenliler değil, Almanlar da katılıyor.
Elbette herkes biliyor ki Türkiye, Almanya’da ciddi bir istihbarat faaliyeti gösteriyor. MİT’in binlerce ajanını bu ülkede görevlendirdiği iddia ediliyor. İmamların, öğretmenlerin Almanya’daki muhalifler hakkında Türkiye devletine “muhbir vatandaşlık” yaptığı biliniyor.
Özellikle yaz aylarında tatil yapmak ya da yakınlarını ziyaret etmek için ülkelerine giden Türkiye kökenlilerin havaalanında yaşadıklarına ilişkin inanılmaz öyküler anlatılıyor.
Hatta Türkiye’ye gitmek için Almanya’da yaşayanların yaptıkları ilk iş yeni bir cep telefonu almak oluyor. Sosyal medya hesaplarını kapatıp yeni telefonlarıyla Türkiye’ye gidiyorlar. Bunu yapmayanlardan bazıları daha pasaport kontrolüne gitmeden havaalanı girişinde polis tarafından çevriliyor. Cep telefonları ellerinden alınıyor. Sosyal medya hesapları inceleniyor. Muhalif bir mesaj varsa iki tür uygulama yapılıyor. Eğer çifte vatandaşsa gözaltına alınıyor. Yok eğer sadece Alman vatandaşıysa ilk uçakla geri gönderiliyor.
Hatta karşılaştığım bir Türkiyeli şöyle anlatmıştı:
“Almanya’da ucuz telefonlar var. Daha çok uyuşturucu satıcıları kullanıyor. İşlerini bitirince de Ren nehrine atıyorlar. Türkiye’ye giderken sosyal medya hesaplarımın olduğu akıllı telefonu evde bıraktım. Bu ucuz telefonla gittim. Uçaktan indiğimde çevirdiler. Telefonu elimden aldılar. Hiçbir sosyal medya hesabımın olmadığını görünce ‘Bir de ucuz telefon alıp geliyorsun. Sosyal medya hesaplarını kamufle etmeye utanmıyor musun’ diye fırça yedim. Allahtan Alman vatandaşı olduğum için ilk uçakla geri gönderildim.”
Bu ve benzeri anlatılan çok öykü var Avrupa’da.
İçişleri Bakanı Soylu zaten fiilen uyguladıklarını açıkça ilan edince Avrupa’da, özellikle de Almanya’da büyük bir tartışma yarattı.
Almanya Dışişleri Bakanlığı’nın Bakan Soylu’nun bu açıklamasına verdiği tepki bu dönemde Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenler açısından tarihin utanç sayfalarına eklenecek bir belge niteliğinde.
Almanya, Türkiye’ye seyahat edecek yurttaşlarını düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda dikkatli olmaları için uyarırken aynen şu ifadeyi kullanıyor:
“Alman yasalarına göre düşünce ve fikir özgürlü olan konular Türkiye’de cezai yargılamalara yol açabilir.”
Yani Almanya diyor ki “düşünce ve ifade özgürlüğü açısından Türkiye ile aynı dünyada, aynı çağda yaşamıyoruz”.
Türkiye’yi yöneten kadronun düşünce, ifade ve basın özgürlüğü açısından ülkenin iklimini nasıl zehirledikleri, nasıl nobran davrandıkları ortada. Artık sadece yurt içiyle sınırlı kalmıyor, yurt dışına, Almanya’ya, bütün Avrupa’ya taşıyor.
Türkiye’de yüzlerce gazetecinin sarı basın kartını iptal ettiler. Yandaş olmayan gazetecilere hayatın hiçbir alanında yaşam alanı bırakmadılar. Sıra uluslararası basına geldi. Basın kartları süresi uzatılmayan iki Alman gazeteci Türkiye’yi terk etmek zorunda kaldı. Bunun giderek diğer ülkelerin Türkiye’de temsilciliğini yapan gazetecilerine de uzanacağı kesin.
Avrupa’daki çeşitli medya kuruluşlarının temsilcileri artık Türkiye’yi izlemek için Bulgaristan, Yunanistan hatta İran gibi ülkelerde konuşlanıyorlar.
Artık şu kesinleşti ki Türkiye düşünce, ifade ve basın özgürlüğü açısından yurt dışına korku ve endişe ihraç eden ülke haline gelmiştir.
Oldu olacak İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yu Dışişleri Bakanı yapalım, Mevlüt Çavuşoğlu’nun eksik bıraktıklarını tamamlasın.
Artı Gerçek / 12.03.19