İngiltere gündemi hâlâ Amerika seçimlerinin etkisini yaşıyor. Parlamento ülkeye hibe edilen paralara sınır getirip getirmemeyi tartışırken teknoloji milyarderleri Elon Musk’ın ırkçı parti Reform UK’ye 100 milyon dolar vermeyi düşündüğü söyleniyor. Yazar Oliver Bullough, The Guardian için yazdı.
Fransa’da Emmanuel Macron’un üç ay önce kurduğu Bernier Hükümeti düşürüldü. Macron istifa çağrılarına kulak tıkayarak yeni azınlık hükümeti oluşturmaya çalışıyor.
Almanya, Ukrayna’daki savaş konusunda bir yandan silah ve para yardımını sürdürürken Hamburg üniversitelerinde görevli üç profesör Ukrayna için bir çözüm taslağı yayımladı.
Dünyanın tüm Elon Musk’larını İngiliz siyasetinden uzak tutabilir miyiz?
Oliver BULLOOUGH
The Guardian
ABD’de biri seçimi kazanır kazanmaz, İngiliz hükümetinin bu kişinin yaptığı her şeye itiraz etmek zorunda kalması, “özel ilişkinin” doğasında var olan eşitsizliğin kaçınılmaz bir sonucudur. Donald Trump altı yıl önce “kadın düşmanı, Neonazi sempatizanı bir sosyopat” olabilir, ancak şimdi 2024 yılındayız ve bir zamanların ve geleceğin başkanı, kraliyet ailesine karşı yumuşak bir noktası olan “çok nazik bir ev sahibi” haline geldi. Teknoloji milyarderi Elon Musk, Keir Starmer’ın İngiltere’sini Stalin’in Rusya’sına benzetebilir ama Trump’ın yeni en iyi arkadaşı olduğu sürece “Görmezden gelinemeyecek kadar önemli”.
Bu tür dalkavukluklar, izleyen bizler için olduğu kadar bunu yapan siyasetçiler için de utanç verici olmalı ama en azından anlaşılabilir. ABD ile dost olmak sadece ulusal güvenlik politikamızın temeli değil, hemen hemen tamamıdır.
Anlaşılabilir olmayan şey, birbirini izleyen hükümetlerin ABD deneyiminden ders çıkarmaması ve kendi demokrasimizin kara paraya boğulmasını önlemek için harekete geçmemesidir. İngiliz siyasetçiler hiç şüphesiz siyasi bağışlarla ilgili düzenlemeleri elden geçirmenin öncelikleri olmadığını, bunun yerine sıradan insanların hayatlarını iyileştirecek politikalar üretmeye odaklandıklarını söyleyeceklerdir.
Ancak Musk’ın Reform UK’ye 100 milyon dolar vermeyi düşündüğü ve bunun Nigel Farage’ı muhalefet lideri yapacak bir “f*** you Starmer ödemesi” olarak tanımlandığı bildiriliyor. The Guardian’ın pazartesi günü yayımladığı habere göre İşçi Partisi böylesi çılgınca bir öneriyi mümkün kılan bazı boşlukları kapatmayı düşünebilir; ancak bu ancak parlamentonun ikinci yarısında mümkün olabilir ki bu da hükümetin bunun ne kadar acil olduğunu anlayamadığı anlamına gelir.
Bırakın dünyanın en zengin adamını, herhangi bir ABD’li milyarder için bile İngiliz siyasetine harcama yapmak, bir Premier Lig kulübünün sahibinin futbol piramidinin en alt ucuna yatırım yapmaya karar vermesine benzer: sadece çok sayıda oyuncu satın almakla kalmaz, kısa süre içinde muhtemelen tüm rekabetin sahibi olur.
Bu yıl ABD başkanlık ve kongre seçimleri için yapılan toplam harcama 15 milyar doları aştı. Sadece Pennsylvania’da iki ana parti reklam için neredeyse 600 milyon dolar harcadı, dolayısıyla Musk’ın 100 milyon doları pek bir fark yaratmayacaktır. Öte yandan Britanya’da bu rakam bir dönüşüm yaratabilir. Seçim Komisyonu 2024 genel seçimlerine ilişkin raporunu henüz yayımlamadı, ancak partilerimizden herhangi birinin tüm yıl boyunca ülke genelinde-merkezi maliyetler, aday maliyetleri ve personel maliyetleri için- bundan çok daha fazlasını harcaması pek olası değil.
Bu nedenle, siyasi partilerin ne kadar harcama yapabileceğinin sınırlandırılması acil bir ihtiyaçtır. Halihazırda 1990’lardaki “sorular için nakit” skandalından sonra getirilen kısıtlamalar var. Ancak Boris Johnson yönetimindeki Muhafazakarlar, merkezi parti ve adayları için toplamda yaklaşık 75.9 milyon sterlinlik bir harcama yaparak limitleri neredeyse yarı yarıya arttırdı. Bu artış şeffaf bir şekilde Muhafazakar partiye yardımcı olmayı amaçlıyordu çünkü 2019 seçimlerinde başka hiçbir parti önceki baraja ulaşacak kadar para toplamaya yaklaşamadı.
Hükümet limiti tekrar eski seviyesine indirmelidir. Bir futbol liginde olduğu gibi, bir ya da iki katılımcı diğerlerinden çok daha fazla harcama yapabildiğinde sağlıklı rekabet ve mali uygunluk zarar görür ve demokraside riskler sporda olduğundan çok daha yüksektir.
Eğer politikacılar sürekli olarak birbirlerinden daha fazla para toplamak için mücadele ederlerse, o zaman herkesin sorunlarını çözmek yerine kendileri için fon toplamaya odaklanacaklardır. Ayrıca, kaçınılmaz olarak, bağışçılarına bu para karşılığında imtiyazlar sunma eğiliminde olacaklardır. Bunun olmasını engellemek -elbette büyük bağışçılar dışında- herkesin yararınadır.
Ayrıca herhangi bir bireyin verebileceği miktarı da azaltmamız gerekiyor. Eğer bir kişi bir siyasi partiye 5 milyon sterlin verebiliyorsa, bu kaçınılmaz olarak güveni sarsar. Varlıklı insanlar farklı olabilir, ancak sıradan seçmenlerin çok azı karşılığında bir şey beklemeden bu kadar nakit para verir. Bu hafta yayımlanan son yirmi yıllık siyasi bağışların mükemmel bir analizinde Uluslararası Şeffaflık Örgütü, herhangi bir partiye yıllık 10 bin sterlin bağış sınırı önerirken, İşçi Partisine yakın düşünce kuruluşu Kamu Politikaları Araştırma Enstitüsünün daha yüksek bir sınır önerme niyetinde olduğu görülüyor
Bu değişiklikler Musk’ın 100 milyon dolarlık molotofkokteylini Avam Kamarasına atmasını engelleyebilecek olsa da, onun -ya da diğer kötü niyetli yabancı milyarderlerin- para vermesini engellemeyecektir ve bence radikal olmamız gereken nokta da burasıdır.
ABD’deki büyük seçim harcamaları kültürünün kökleri çok derinlere dayanıyor ancak 2010 yılında yüksek mahkemenin şirketlerin ifade özgürlüğüne sahip olduğuna, harcamaların da bir ifade biçimi olduğuna ve dolayısıyla şirketlerin bağış yapmasını engellemenin anayasaya aykırı olduğuna karar vermesiyle sorun çok daha büyük boyutlara ulaştı. Bunun sonucunda, sözde siyasi adaylardan bağımsız ama pratikte onlarla yakın ilişki içinde olan gruplara yapılan bağışlarda büyük bir artış oldu.
Birleşik Krallık’ta sadece oy vermek için kayıtlı olan bireyler siyasi partilere bağış yapabilir, ancak bu kısıtlamadan (diğerleriyle birlikte), kim olduğunuzu gizlemenize olanak tanıyan belirsiz bir yapı türü olan İngiliz tescilli bir şirket, ortaklık veya “Tüzel kişiliği olmayan dernek” aracılığıyla bağış yaparak kaçınılabilir.
Birçok gözlemci bu boşlukları kapatmak için karmaşık düzenlemeler önerdi, ancak zengin insanların karmaşık düzenlemeleri atlatmak için avukatları var, bu yüzden kurumsal bağışları tamamen yasaklardım. Şirketler insan değildir. Oy kullanamazlar ve siyasi kampanyaları finanse edebilmeleri için de bir neden göremiyorum. Demokrasimiz seçmenlere aittir, başka hiç kimseye ait değildir ve bu şekilde kalmasını sağlamalıyız.
Siyasi sistemimizi plütokratlara karşı korumanın son adımı, 2022 yılında yine Boris Johnson tarafından işlevsiz hale getirilen Seçim Komisyonunu yeniden güçlendirmek olacaktır. Komisyonun hükümetten bağımsızlığı yeniden tesis edilmeli ve ABD’li bir milyarderin bile seçimlerin dürüstlüğüne zarar vermeden önce düşünmesini sağlayacak türden cezalar uygulayabilmelidir. Ayrıca yasaları her halükarda çiğneyenlere ciddi cezai yaptırımlar uygulamak için yasaları sertleştirmemiz gerekiyor.
Demokrasi her yerde geri çekiliyor ve sırf geçmişte olduğu gibi Britanya’nın versiyonunun da bugünün zorluklarını atlatacağı konusunda rehavete kapılamayız. Ancak Trump’ın seçilmesini nihayet siyasi sistemimizi kara para ve sahiplerine karşı savunmak için bir itici güç olarak kullanırsak, o zaman en azından bundan iyi bir şey çıkmış olacaktır.
Çeviri: Sarya Tunç
Macron her zamankinden daha kibirli
Aurélien SOUCHEYRE
Humanité
Milletvekillerinin başbakanına karşı güvensizlik oyu kullanmasından bu yana hiç olmadığı kadar yalnız durumda olan Macron, şimdi ise “milli çıkar hükümeti” çağrısı yapıyor, ancak vergi artışını reddetmek dışında bir yol haritası sunmuyor.
Emmanuel Macron her zamankinden çok inkar içinde.
İki aylık, beşinci cumhuriyet tarihinde benzeri görülmemiş kadar uzun bir düşünme sürecinin ardından seçtiği Başbakan Michel Barnier’nin düşüşü mü? Bu onun suçu değil. Elize’de alınan kararlarla hiçbir ilgisi yok. “Başkalarının sorumsuzluğunu asla üstlenmem,” dedi Cumhurbaşkanı, perşembe akşamı yaptığı televizyon konuşmasında. Devlet başkanı, özellikle “Noel’den önce” yürütme organına karşı bir güvensizlik önergesi oylayan milletvekillerini suçladı. Üstelik “tüm gruplara verilen tavizlere” rağmen sözünü kullandı.
Ancak, özellikle sol tarafa verilen tavizlerin ne olduğu hâlâ belirsiz. Emmanuel Macron, “Aşırı sağ ve aşırı sol anticumhuriyetçi bir cephede birleşti,” diyerek Yeni Halk Cephesi (NFP) ile Ulusal Birlik (RN) arasında tehlikeli ve iğrenç bir paralellik çizme atağında bulunuyor. Oysa, Genel seçimlerde birinci sırada çıkan sol ittifakın yerine Michel Barnier’i Matignon’a göndererek, onu yalnızca aşırı sağın desteğiyle ayakta kalabilecek bir gaspçı konumuna bilerek yerleştiren bizzat kendisiydi.
Elize’nin sakini, başarısızlığıyla yüzleşmeyi reddediyor. Oysa geçen sonbaharda bir “güvensizlik önergesini” engelleyecek, nadir bulunan bir yetenek bulduğunu iddia eden kendisiydi. Bu iddia başarısızlıkla sonuçlandı. Cumhurbaşkanının bu deneyimden hiçbir ders çıkarmadığı ortada.
Demokrasiye saygıdan çok, ülkede sözde “istikrara” öncelik veren Macron, sol kesimle bir ortak yönetime girmeyi hâlâ reddediyor. Yaz aylarında, Express gazetesine göre, “Eğer Lucie Castets’i veya NFP’den bir temsilciyi atarsam, emeklilik reformunu iptal ederler, asgari ücreti 1600 avroya çıkarırlar, finansal piyasalar paniğe kapılır ve Fransa çöküşe sürüklenir,” demişti.
Macron’un ekonomik ve sosyal politikasına herhangi bir alternatif kabul etmeyi reddetmesi, onu şimdiye kadar giderek daha büyük bir çıkmaza sürükledi. Ancak, artık yalnız başına yönetemeyeceğini kabul etmekten başka bir seçeneği yok. Bugün hiçbir yürütme organı, ulusal meclisi görmezden gelemez. Yarının siyasi kararları orada alınacak ve başbakanlar ya orada düşecek ya da ayakta kalacak. Cumhurbaşkanının bunu kabullenmesi gerekiyor.
Sonuçta, Macron belirsizliğini koruyor. Yakında “tüm siyasi güçlerle” bir “milli çıkar hükümeti” kurmakla görevlendirilecek yeni bir başbakan atayacağını duyurdu. Ancak bu güçlerin yalnızca “cumhuriyetçi çember” içinde yer almaları gerektiğini vurguladı.
Peki, hangi yol haritasıyla?
Cumhurbaşkanı, RN’nin destekçisi ve şantajcısı olacağı sağcı bir hükümeti yeniden atama seçeneğini dışlıyor gibi görünüyor. Bu, Michel Barnier’yi çıkmaza sürükleyen seçenek olmuştu; Marine Le Pen, daha fazlasını talep edebileceğini ve nihayetinde böyle bir başbakanı kontrol altında tutabileceğini çok iyi anlamıştı. Emmanuel Macron, en kötü senaryo olan bu yolda daha ileri gitmek istemiyor gibi görünüyor. Yoksa , RN’ye daha fazla taviz vermek anlamına gelir.
Macron istifasını söz konusu yapmıyor.
İstifasına alternatif seçenek, NFP’ye (Yeni Halk Cephesi) yönetme yetkisi vermek, Macroncu hareketin ise solcu milletvekillerinin sosyal, mali ve ekolojik adalet taleplerine karşı bir “denge unsuru” ve “güvence” rolüne soyunmasıdır. Ancak bu demokratik seçenek, Elize Sarayı tarafından birçok kez reddedildi. Görünüşe göre öncelikli hedefleri emeklilik reformunu sürdürmek ve vergi indirimlerine devam etmek. Solun iktidara gelmesini engellemek için Emmanuel Macron, bazı milletvekillerinin de yaptığı gibi, “milli çıkar hükümeti” adını verdiği ve tüm “cumhuriyetçi” güçleri bir araya getiren bir formül öneriyor.
Bu durum, NFP’yi parçalamayı amaçlamakta.
Zira Macroncuların dilinde, cumhuriyetçi çerçeve Boyun Eğmeyen Fransa’yı (LFI) dışlıyor. Ancak, diğer sol partilerden LR’ye, Liot’a ve üç Macroncu gruba kadar geniş bir koalisyon, sadece homöopatik tedbirlerin ötesinde tutarlı bir politika önerebilir ve sürdürebilir mi? François Bayrou ve bazı sosyal demokratlar, bu meydan okumanın üstesinden gelinebileceğine inanıyor (…)
“Bana verdiğiniz demokratik yetki beş yıllık bir yetkidir ve bu yetkiyi sonuna kadar yerine getireceğim,” diye ısrar etti Emmanuel Macron. Fransız halkının yaklaşık yüzde 60’ı istifasını talep etse de bu durum onu durdurmuyor. “Önümüzde 30 ay var. Yani, bana emanet ettiğiniz görevin sonuna kadar 30 ay var. Ülkemiz için faydalı 30 ay boyunca çalışacağız,” diyerek, kendisini reddeden Fransız halkına 30 ay boyunca kendisini rahat bırakmaları için adeta yalvarıyor gibiydi.
Ancak bu 30 ayın sonuna gelmeden önce bir bütçe onaylanmak zorunda. Bu, yeni hükümetin “önceliği” olacak. “Meclise özel bir yasa sunulacak. Bu yasa, 2024’te alınan kararları 2025 için uygulayacak” diye açıkladı Macron. Ülkeyi ciddi bir bütçe açığına sürükleyen 2024 bütçesi yenilenecek gibi görünüyor. Bu arada, “Yılın başında yeni bir bütçe hazırlanacak.”
Bir çözüm yolu var mı?
Çoğunluk arayışı, Fransa’nın tarihinde ender görülen ve beşinci cumhuriyet çerçevesinde daha önce yaşanmamış türden bir anlaşmayı gerektiriyor. Bu durum, Emmanuel Macron’u birçok çözüm denemeye zorlayabilir ve her denemede daha fazla itibar kaybetmesine yol açabilir. Bu belirsizlik, 2027’deki bir netleşmeye ya da meclisin feshedilmesi durumunda daha erken bir tarihe kadar sürebilir. Bunun yanı sıra, Cumhurbaşkanının kriz karşısında olağanüstü yetkiler talep ederek Anayasa’nın 16. maddesine başvurması ihtimali de bulunuyor. Ancak bu, bizzat kendisinin yarattığı bir krize karşı demokrasiyi hiçe sayan kabul edilemez bir ihanet anlamına gelir (…)
Çeviren: Ali Rıza Yıldırım
Barış için 500 milyar avro: Almanya’nın Ukrayna’ya çözüm planı
Harald NEUBER
Telepolis
Ukrayna’da iki yılı aşkın süredir acımasız savaş sürüyor. Yüz binlerce insan zaten öldü ya da sakat kaldı. Ancak görünürde çatışmanın sonu yok.
Cicero dergisinin konuk makalesinde üç Alman akademisyen her iki taraf için de kabul edilebilir olabilecek ayrıntılı bir barış önerisi sundu. Tartışmalı bölgelerde yeni devletlerin kurulmasını ve büyük bir yeniden yapılanma fonunu savunuyorlar.
Profesörlerin önerisine göre, Kırım da dahil olmak üzere şu anda Rusya tarafından işgal edilen Ukrayna topraklarında bir veya daha fazla sınırlı egemenliğe sahip devletin (SES) ortaya çıkması gerekiyor. Bunlar içeride özgür, anayasal ve demokratik olmalı, ancak dış politika ve güvenlik politikası konularında Rusya’nın rızasını gerektirmelidir.
Ukrayna, uluslararası hukuka göre kendisine ait olan alanlardan vazgeçmek zorunda kalacak. Ancak oradaki insanların özgürlük ve refah içinde yaşamasını sağlayabilir. Rusya ise bölgeleri ilhak etmemeye, dış ve güvenlik politikaları üzerinde nüfuz sahibi olmaya karar vermek zorunda.
Öneriye göre yeni SES devletleri referandum yoluyla ve Birleşmiş Milletlerin denetimi altında kurulacak. Temel hakları ve mülkiyeti koruyan demokratik bir anayasaya kavuşacaklar. İç politika açısından bağımsız olacaklar ve vatandaşlar tam seyahat özgürlüğüne sahip olacak. SES devletleri, sivil amaçlara hizmet ettiği sürece uluslararası örgütlere ve anlaşmalara katılabilecekler.
Barış planının öngördükleri
*Ukrayna ya NATO üyesi olacak ya da güvenlik garantisi alacak
*Saldırıya uğramadıkça Ukrayna’da yabancı birlik konuşlanmayacak
*SES eyaletlerinin kendi silahlı kuvvetlerini kurmalarına izin veriliyor
*Rusya’nın SES eyaletlerine asker yerleştirmesine ve onları savunmasına izin veriliyor
Profesörlere göre savaşın yarattığı hasarı onarmak ve ekonomiyi yeniden inşa etmek için en az 500 milyar avro değerinde uluslararası bir Ukrayna barış fonu kurulması gerekiyor. Bu aynı zamanda zarar gören kişileri destekleme ve Ukrayna’nın SES bölgelerindeki devlete ait şirketlerin ve ham madde yataklarının kaybını tazmin etmeyi de amaçlamakta. Ayrıca Ukrayna’nın ulusal borcunun da fon aracılığıyla yeniden yapılandırılması planlanıyor.
Planın diğer unsurları
*Rusya Ukraynalı çocukları ailelerine iade ediyor
*Savaş esirleri serbest bırakılacak
*Ekonomik yaptırımlar ve seyahat kısıtlamaları sona eriyor
*Her iki taraf da tazminattan vazgeçecek
*Sözleşmeyle ilgili anlaşmazlık barışçıl bir şekilde çözülecek
Üç uzmanın sunduğu barış teklifi Ukrayna ya da Rusya için ideal bir çözüm değil. Ancak askeri gerçeklerin farkında ve her iki taraf için de kurtarıcı olabilir.
Tartışmalı bölgelerde yeni, demokratik devletler kurarak, Ukrayna için uluslararası güvenlik garantileri vererek ve büyük bir yeniden inşa fonu kurarak, ilgili herkesin çıkarlarını korumaya çalışıyor. Her şeyden önce, savaş mağdurlarının büyük acılarına son verebilir ve Ukrayna halkı için barışçıl bir gelecek sağlayabilir.
Barış taslağını kimler sundu?
Teklifi sunanlar Prof. Dr. Bernd Lucke, Prof. Dr. Reinhard Merkel ve Prof. Dr. Dirk Meyer.
Hamburg Üniversitesinde makroekonomi profesörü olan Lucke, ekonomi politikası ve Avrupa ekonomisi konusunda uzman. 2013 yılında AfD’nin kurucu ortağı olarak siyasi arenaya girdi. Lucke, siyasi gidişatla ilgili iç çatışmaların ardından 2015 yılında partiden ayrıldı. "Liberal-Muhafazakar Reformcular"ı kurdu.
Hamburg Üniversitesinde ceza hukuku ve hukuk felsefesi alanında emekli profesör olan Merkel, hukuk felsefesine yaptığı akademik katkılarıyla tanınıyor. Biyoetik ve uluslararası hukuk konularındaki görüşleri geniş çapta ilgi uyandırmakta.
Helmut Schmidt Üniversitesi/Bundeswehr Hamburg Üniversitesinde ekonomi profesörü olan Meyer, Avrupa entegrasyonu ve düzenleyici politikaya odaklanıyor.
Çeviren: Semra Çelik
Evrensel / 08.12.24