Günlerdir Kudüs’ün eski mahallelerinden Şeyh Cerrah’ı, Mescid-i Aksa’ya yönelik saldırıları ve her an alevlenebilecek bir savaşın ilk işaretlerini izliyoruz, konuşuyoruz.
Aslında Türkiye’de İslamcı kesimlerin Kudüs’ü ve genel olarak Filistin meselesini sadece İslami kimlik üzerinden savunmaları ve öne çıkan söylemleri ile Yahudi radikallerin argümanları ve söylemleri o kadar benzer ki!
Halbuki, Kudüs sadece Müslümanların ya da Yahudilerin değil aynı zaman Hristiyanların da… Kudüs sadece 3 dinin de değil; binlerce yıllık geçmişi olan, yüzlerce medeniyetin iz bıraktığı çok dinli, çok kültürlü en kadim yerleşim birimlerinin başında geliyor.
Ayrıca bütün Filistinliler Müslüman olmadığı gibi İsrail’in saldırgan eylemlerine karşı koyduğu için suikastlara, medya üzerinden saldırılara, itibarsızlaştırma girişimlerine maruz kalan Hristiyan din otoriteleri de var.
Her Filistinli HAMAS destekçisi ve örgütün ideolojisinin imanlı savunucusu olmadığı gibi her Yahudi de kendi otoritelerinin Filistinlilere yönelik eylemlerini desteklemiyor.
Sloganlarla fetih!
Kudüs ve genel olarak İsrail-Filistin çatışması her gündeme geldiğinde ajitasyon dozu arşa varan söylemlerin ve sloganların da bombardımanı başlıyor. Zaten gündem sıkıntısı çekmediğimiz coğrafyada sürekli bir şeyler oluyor ve mesele bir kez daha rafa kaldırılıyor. Ancak her gelişme aslında hem Kudüs’ün hem de Filistin’in geleceğini geri dönülemez şekilde değiştirecek kadar önemliyken bölge liderlerinin üst perdeden hamasi söylemlerle, kitlelerin klavye başında veya en fazla İsrail konsolosluğu önünde artık irrite edici hale gelen sloganlarla rahatlamasıyla sona eriyor.
Şeyh Cerrah, on yıllardır devam eden bu serinin küçük sahnelerinden biri sadece!
Bu durumu anlamak için İsrail, 15 Mayıs 1948’de kurulduğunda Filistin nüfusunun yaşadığı bölgeleri ve yönetimdeki temsiliyet haklarını gösteren grafiklerle bugünkü durumu gösteren grafiklere bakmak bile yeterli.
İsrail’in BM uyarılarına rağmen art arda yerleşim birimleri inşası, Filistinlileri uydurma belgelerle, kurmaca hukuki süreçlerle ve hatta buna bile gerek duymadan sadece tacizle ve korkutarak kaçırıp yaşadıkları yerleri gasp etme politikası yeni değil.
Trump, ABD elçiliğini Kudüs’e taşıdığında bu politikanın, artık geri döndürülmesi neredeyse imkansız şekilde İsrail’in lehine meyvelerini vermeye başladığı da gayet aşikardı. O günlerde de Türkiye dahil bölge ülkelerinin liderleri “İsrail’i kınayan” açıklamalar yaparken Avrupa ülkelerinin “süreci endişe ile izlediklerine” dair tepkileri haberlerin ilk sıralarındaydı. Sonra ne oldu? Hiçbir şey!
Şeyh Cerrah ile başlayan yeni gerginlik de Filistinlilerin lehine sonuçlanmayacak.
Çünkü;
- Filistinlilerin kendi anayurtlarında yaşadıkları toprak ve buna bağlı olarak nüfusları azaldıkça diplomatik süreçlerdeki etkileri de azalıyor.
- Filistin direniş örgütlerinin lokomotifi durumundaki HAMAS’ın sadece Avrupa’da değil bölgede de tam destek alamıyor olması; Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi seküler yapıların hızla erimesine karşı radikal yapıların, söylemlerin yükseliyor olması Filistinlilere yönelik desteği de azaltıyor.
- Genç Filistinlilerin on yıllardır devam eden ve hali hazırda ailelerinden devraldıkları sistematik baskı ve yıldırma politikalarına yönelik öfkeleri ümitsizlikle, işsizlikle, çaresizlikle daha da radikalleşmeleri oldukça mümkün.
- Filistinlilerin ve bu sorunun çözülmesini isteyen İsraillilerin slogana değil uluslararası platformlarda açık desteğe ve lobi faaliyetlerine ihtiyacı var.
- İsrail’e yönelik sözlü çıkışların İsrail otoriteleri üzerinden herhangi bir etkisinin olmadığı defalarca kanıtlandı. Filistin meselesine katkı yapmak isteyenlerin kendi devletlerini İsrail’e karşı devlet düzeyinde baskı yapması, sıkıştırması için ikna etmesi gerekiyor.
- Arap Ayaklanması en çok Filistinlileri vurdu dersek yanlış olmaz. Filistinli silahlı ve siyasi yapıların kendi aralarında çatlaklar olsa da Arap Ayaklanması döneminde bu çatlaklar arabulucular eşliğinde müzakere edilmesi gereken krizlere dönüştü. Diğer taraftan zaten büyük ölçüde içi boşalmış olan ve sloganlara indirgenen Filistin davasının artık bölge ülkeleri tarafından açıkça savunulmayacağının anlaşıldığı bir dönem de başladı.
- İsrail ile bölge ülkelerinin normalleşme süreçleri aslında Filistin meselesini Filistinliler lehine bir sürece dönüşebilir(di) ancak Türkiye dahil herhangi bir ülkenin “normalleşmenin temel şartlarından biri Filistin” demesi (şimdilik) pek olası görünmüyor.
- Bugünlerde İsrail’in çok övündüğü Demir Kubbe hava savunma sisteminin Filistinli direniş örgütlerine karşı çaresiz kaldığı gibi haberler belli kitlelerde sevinç dalgaları yaratsa da savaşan direniş örgütlerine lojistik, diplomatik güç, bölgesel müttefikler ve para lazım.
Yazının başlığının abartılı, ajite ve hatta provokatif olduğunu düşünenler olabilir. Ancak sloganları, kitleleri coşturan bol şiirli, dini referanslı söylemleri bir kenara koyarsak mevcut durum bu ve İsrail’e yönelik caydırıcı adımlar atılmazsa 5-10 yıl sonra Kudüs’te Filistin varlığından bile söz etmek mümkün olmayacak. Gazze’nin durumunu tahmin bile edemiyorum!
Evrensel / 13.05.21