“Bugün şovenist olan her Rus, er veya geç Çarlık karşısında diz çökecektir.” (Engels)
Kriz ve savaş koşullarında sosyal-şovenizm burjuvazinin elinde etkili ve güçlü bir ideolojik silah olarak iş görür. Ülkeyi yabancı istiladan ya da dış bir tehlikeden koruma söylemleri, sadece ırkçı-faşist grupları değil, kendini sol olarak tanımlayan siyasal akımları da etkisi altına alır.
Tarihsel olarak işçi sınıfının mücadelesini engellemek için burjuvazinin başvurduğu en etkili araçlar, dinsel ideoloji ve şovenizm, şovenizmin sol maskeli versiyonu olarak da sosyal-şovenizm olmuştur. Burjuva hükümetlerin dilinden düşürmediği “anayurdun bekası”, “ulusal çıkarlar” vb. söylemler, burjuvazinin kirli ve bencil çıkarlarının üstünü “ulusal” örtüyle örten demagojik araçlardır. Dışa yönelik militarist saldırganlığı kutsamak, diğer ülke ya da ulusların emekçilerini boyunduruk altında tutmak, yeri geldiğinde onları kendi emekçilerine kırdırmak, tarih boyunca burjuva gericiliğinin kirli silahları olmuştur. İşçi sınıfının kurtuluşunun temelini ve zorunlu koşulunu oluşturan enternasyonal birlik ve dayanışmanın önü de böylece alınabilmiştir. Bundan dolayıdır ki Marks, “diplomasinin gizli anlaşmaları”nı deşifre etmenin, dışarıda izlenen saldırgan politikaları ve fetihçi emelleri ortaya çıkarmanın ve buna karşı devrimci bir tutum geliştirmenin, ezilen uluslarla dayanışma içinde olmanın işçi sınıfının kurtuluşu davasının temel bir gereği olduğuna, yeri geldikçe önemle işaret etmiştir.
Bugün Türk burjuvazisinin Efrîn’e yönelik haksız ve kirli müdahalesi mazlum Kürt halkının kazanımlarını ne pahasına olursa olsun tasfiye etmek amacına yöneliktir. Bu apaçık gerçeğe rağmen, bu haksız savaşa sessiz kalmak, dahası sol adına, sol söylemler kullanarak, sözümona gerekçeler ileri sürerek, sonuçta bu saldırganlığı “anlayışla” karşılamak, en hafif söylemle, sol adına utanç verici bir politik ve moral çöküş ve çürüme örneğidir. Böyleleri hangi sözümona sol gerekçelerin ardına sığınmaya çalışırlarsa çalışsınlar, gerçekte kendi burjuvazisinin fiili ajanı konumundadırlar.
Başka halkları ezen bir halk özgür olamaz. Günümüz Türkiye’si bunun çok açıklayıcı bir örneği olarak önümüzde durmaktadır.
Şovenizmin işçi sınıfının mücadelesi üzerinde yarattığı tahribatı İngiliz-İrlanda örneği üzerinden analiz eden Marks ve Engels, İngiliz kapitalizminin işçi sınıfı saflarında ayrılığı nasıl körüklediğini, bir taraftan sömürgelerdeki egemenliğini pekiştirmek, diğer taraftan ülkede ücretleri düşük düzeyde tutmak için nasıl kullandığını örneklerle açıklarlar. Tüm örgütlülüğüne rağmen İngiliz işçi sınıfının içinde bulunduğu güçsüzlüğünün sırrı budur der Marks ve ekler: “Bu, kapitalist sınıfın iktidarını korumanın gizli silahıdır ve burjuvazi bunun tam olarak bilincindedir.”
Sosyal-şovenizme karşı mücadele ve Bolşevizm
“Akıma karşı!” Bu, Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında, Lenin ve Zinovyev’in sosyal şovenizme karşı verdikleri ideolojik mücadelenin ürünü yazılarının ortak başlığını oluşturmaktadır. Önsöz’ünde Lenin, enternasyonal sosyalist devrim düşüncesinin gelişimini ve Ekim Devrimi’nin başarısını anlamak isteyen her sınıf bilinçli işçinin bu mücadeleyi dikkatle incelemesi gerektiğini söyler. Zorlu birçok yönlü mücadele ile işçi sınıfı hareketi saflarındaki şovenizm etkisiz kılınmadan, herhangi bir devrimi başarıya ulaştırma olanağı yoktur, demek ister.
Birinci emperyalist savaş esnasında sosyal şovenizme karşı mücadele küçük bir grupla başlatıldı. “Yurt savunması” düşüncesinin II. Enternasyonal’e mensup partileri ve işçi örgütlerini kasıp kavurduğu bir ortamda, Liebknecht’in dahi henüz savaş kredilerine karşı açıktan tutum almadığı bir siyasal atmosferde, birkaç kişiden oluşan bu enternasyonalist küçük grubun tutumu, kararlılığı, özgüveni ve inancı, çok geçmeden dünya işçi sınıfı hareketinin gelişme sürecini belirleyecekti. Lenin önderliğinde oluşan ve “Zimmerwald solu” olarak tanınan bu küçük enternasyonalist grubun tutumu, o günler içinde dışarıdan bakanlara belki de Donkişotça gözükmekteydi. Böyle olmadığını görmek içinse yalnızca birkaç yıla ihtiyaç vardı.
Zinovyev anılarında, yaşlı oportünist Viktor Adler ile yapılan bir görüşmeyi aktarır. Adler sohbet esnasında devrimci enternasyonalistlere küçümseyici bir çocuk muamelesi yapar. “Bunlar zindanda yatmasını bilir, sürgünde çile çekmesinden korkmazlar; ama bu ütopyalarına, bu çocukça fantezilerine işçi sınıfını ikna edebilecekleri hayaline kapılmaları, boş ve gülünç bir çabadan başka bir şey değildir” der.
Emperyalist savaş döneminde, özellikle şovenizme batmış sözde işçi sınıfı partileri, sendikalar içinde “Anayurt” savunucu sözde sosyalist liderler, burjuvazi tarafından özellikle ve özel bir çabayla öne çıkarılmakta, desteklenmekte, tutumlarıyla kitlelere “örnek” olarak sunulmaktaydılar.
“Rus Marksizminin babası” Plehanov, emperyalist savaşla birlikte en ateşli sosyal-yurtsever haline gelmişti. Lenin, savaşın hemen ardından Lozan’daki bir toplantıda, Rusya’nın kirli emperyalist hesaplarla başlattığı bir kitlesel kıyım savaşının Plehanov tarafından “yurt savunması” argümanlarıyla nasıl hararetli bir biçimde savunulduğunu gördüğünde, oportünizmin utanç verici çöküşünü ve sosyal-şovenizmin çürütücü boyutlarını daha iyi anlamıştı. Bu koroda Kautsky’nin temsil ettiği eğilim de yerini almıştı. Marksist söylemler kullanan ve o dönem “merkezciler” olarak adlandırılan bu akım, işçi sınıfını aldatan, bilincini karartan, oportünizmin en tehlikeli biçimiydi.
O güne kadar işçi sınıfı hareketinin tanınmış otoritelerine karşı kafa tutmak çok kolay gözükmüyordu. Fakat Marksizmi utanmadan kullanan, kendini hâlâ sosyalist olarak öne çıkaran ve işçileri kandıran bu “otoriteler”in gerçek yüzünü ortaya çıkarmak, bu “anayurt savunucuları”nın maskelerini düşürmek, en temel görevdi. Lenin önderliğindeki Bolşevizm işte bunu başardı. Bunu başardığı içindir ki, dünyayı sarsan Ekim Devrimi’ni de başarıyla taçlandırdı.
Tartışma konusu olan enternasyonal işçi sınıfı hareketinin uzun yıllar içinde bedeller ödeyerek elde ettiği tüm maddi ve manevi kazanımların tasfiyesiydi. Söz konusu olan yalnızca on binlerce işçinin ölüm tarlalarında kendileri ve diğer ülkelerdeki kardeşlerinin fiziksel ölümü değildi. Daha da tehlikelisi, işçi sınıfının bilincinin karartılması, işçi sınıfı hareketinin demoralize edilmesiydi. İnsanlık tarihinin tanık olduğu en örgütlü tarihsel hareket, işçi sınıfı hareketi, o günlerde “şovenizm hastalığı”nın çürütücü ve öldürücü pençesindeydi.
Her ülkenin emperyalist burjuvazisi savaşın hemen sonrasında denebilir ki ilk zaferlerini kutluyorlardı. Bu ilk zafer, oportünizmin sosyal-şovenizm biçimini alarak onlara sunduğu sınırsız ve koşulsuz hizmetti. Örneğin Almanya’da, Fransa ve Belçika’ya savaş açmak için 110 sosyal demokrat milletvekili “vicdanı sızlamadan” kredilerine destek sunmuşlardı.
Şovenizmin işçi sınıfı saflarını tarumar ettiği bu atmosferde, sosyalizm adına namuslu, inançlı kim varsa bunların sesini yükseltmesi acil ve hayati bir görevdi. Etkili olan bu şovenist dalgaya karşı yüzmek, devrim adına ne varsa onun savunulmasıyla iç içeydi. Kendi emperyalist burjuvazisinin arkasına dizilmek, devrimci sınıf mücadelesi yöntemlerinden vazgeçmek, burjuva milliyetçiliğinin savunuculuğunu yapmak, “yurt savunması” adına işçileri birbirine kırdırmak, egemen şovenist ideolojinin II. Enternasyonal’de somutlaşan biçimiydi.
Şovenist fırtınanın Rus sosyalistlerini nasıl zehirlediğini anlatan Lenin, sosyal-şovenizm tarafından, Çarlığın “Prusya militarizmine” karşı verdiği savaşa zarar vermemek için “birkaç yıllığına devrimci mücadeleye ara vermek” propagandasının nasıl pervasızca yapıldığını dile getirir. “Sosyal-şovenler bize karşı, ‘biz Rusuz ve Rusya’nın galip gelmesini istiyoruz’ diyorlardı ve Rusya’nın zafer kazanmasının Çarlık rejiminin zaferi olacağını görmezlikten geliyorlardı” diye ekler.
Gerçek Rus sosyalistleri ise Çarlık rejiminin yenilgisi için çalışacaklardı. Rus devrimci sosyalistlerinin siyasal kimliği buydu, başka türlü düşünülemezdi. Tarih onları tümüyle haklı çıkardı ve onurlandırdı.
Sosyal şovenizm burjuvazinin işçi sınıfı hareketi üzerinde etki yaratmak, saflarını dağıtmak, etnik farklılıkları kışkırtarak bölmek için başvurduğu en önemli, en etkili ve elbette en tehlikeli ideolojik araçlarının başında gelir. Emperyalizm ve proleter devrimleri çağında egemen burjuvazinin zayıflayan toplumsal temeline paralel olarak burjuvazi, işçi sınıfı hareketi içinde oportünist eğilimlerin etkili olması doğrultusunda çalışır ve bunun taşıyıcısı olacak bir kastı besler. Sosyal şovenizm, özellikle küçük-burjuva toplumsal katmanlarda milliyetçi eğilimleri ve işçi sınıfı saflarında sınıf bilinci geriliğini kullanarak, burjuvaziye paha biçilmez bir hizmet sunar.
“Büyük Rusların ulusal gururu” üzerinde defalarca duran Lenin, “‘Anayurdu’ savunmanın tek devrimci yolu vardır, o da doğrudan monarşiye, toprak mülkiyeti sahiplerine, kendi ülkesinin kapitalistlerine, yani yurdun gerçek düşmanlarına karşı sonuna kadar mücadele etmektir” der. Bu bağlamda milliyetçilik ve sosyal şovenizme karşı sistematik ideolojik ve politik mücadele, işçi sınıfının enternasyonal eğitimi, burjuva egemen sınıfa karşı zaferin olmazsa olmaz temelidir.
Söylemde sosyalist geçinen, fakat kendi burjuvazilerinin başka ülkeleri işgal etmek, başka ulusları boyunduruk altında tutmak ve ezmek çabalarına pratikte destek sunanlar, iliklerine kadar şovenisttirler. Böyleleri, sınıf ve emekçi hareketi içinde burjuvazinin gerçek ajanlarıdırlar. Burjuvazinin bu sözde “sosyalist” ajanlarının maskesini düşürmek, işçi sınıfının birliğini ve mücadelesini geliştirmenin ve halklar arasındaki kardeşliği güçlendirmenin en temel, en zorunlu, en olmazsa olmaz gereklerinden biridir.