Türk sermaye devletinin “sokağa çıkma yasakları” ve kanlı icraatları devam ediyor. Sermaye devleti şimdi de Diyarbakır/Sur’u abluka altına almış bulunuyor. Sur’daki “sokağa çıkma yasağı” üçüncü ayını doldurdu. Gelinen aşamada ise Sur’da yüzlerce kişi, günlerdir abluka altında yaşam mücadelesi veriyor.
İlçedeki kanlı saldırılar her geçen gün daha da yoğunlaştırılıyor. Katliamcı devlet, elindeki tüm silahları hiçbir kural tanımaksızın kullanmaya devam ediyor. Abluka gitgide daraltılıyor. Tank ve top ateşleri aralıksız biçimde ablukanın daraltıldığı mahalleyi ve hedef binaları dövmeye devam ediyor. Var olanlar yeterli görülmemiş olacak ki, son günlerde çevre kentlerden buraya takviye zırhlı birlikler sevk ediliyor. Cizre’den farklı olarak kuralsız savaşa şimdi helikopterler ve hava saldırıları da eklenmiş durumda.
Dümeninde dinci-gerici AKP iktidarının olduğu sermaye devletinin ve emrindeki katliam güçlerinin gözü o denli kararmıştır ki, binalardan çıkış yapanlara anında ateş açıyorlar. Yaralanan bu insanlara yardım etmek isteyenlere anında müdahale ediliyor, gözaltına alınıp tutuklanıyorlar. Yıkılan binalara hiç kimse yanaştırılmıyor. Bu bir yana, ilçeye giriş çıkışlar dahi yasak. Çevrede yürüyenlere izin verilmiyor, kuşatmaya son verilmesi için yapılan gösterilere vahşice saldırılıyor.
Türk sermaye devleti, geçtiğimiz günlerde başta yaralılar olmak üzere bir binanın bodrum katında mahsur kalanların dışarı çıkmaları için bir “insan koridoru” açtığını iddia etmişti. Daha kısa süre önce Cizre’de de benzeri bir mizansene başvurulmuştu. Cudi Mahallesi'nde çöken bir binanın bodrum katında mahsur kalan yaralıların alınması için sözde ambulansların gönderilmesine izin verildiği söylenmiş, ne var ki bunun kalleşçe düzenlenmiş bir tuzak olduğu, sokağa girmeye çalışanlara açılan ateşle açığa çıkmıştı. Cizre’den yaşananları bilen direnişçiler bu kez başvurulan aldatmacayı boşa çıkardılar. Devlete ve onun katliamcı güçlerine güvenmediklerini, ancak HDP ve halktan oluşacak bir heyete güvenebileceklerini ve ancak bu koşul yerine getirilirse binadan çıkabileceklerini belirtmişlerdi. Sermaye devleti bunu anında ve tereddütsüz biçimde reddetti. Bugüne kadarki tecrübelerle, en son olarak da Cizre deneyimi ile sabittir ki, Türk sermaye devleti sadece katliamcı değil, aynı zamanda ikiyüzlü ve kalleş bir devlettir. Sermaye devletinin Sur’daki “insan koridoru” yalanı bunun yeni bir kanıtı oldu.
Fakat sorun bundan da ötedir. Nereden bakılırsa bakılsın tüm emareler, Kürt halkına düşmanlıkta sınır tanımayan sermaye devletinin Sur’da sergilediği vahşetin seyri bile tek başına onun yeni bir katliama hazırlık yaptığını göstermektedir.
Sermaye devletinin bu kanlı ve kirli savaşının temel hedefi Kürt halkının direnme azmi ve iradesini kırmak ve teslim almaktır. Bir kez daha, sermaye devleti Cizre’de olduğu gibi Sur’u da tank ve top ateşi ile yakıp yıkabilir, 5 bin yıllık bir tarihi olan bu kenti harabeye çevirebilir, bu yoksul semtin on binlerce yoksul insanını göç ettirebilir ve nihayet, yeni bir katliam da yapabilir. Fakat, Kürt halkının direnme azmi ve iradesini kıramayacak ve teslim alamayacaktır. Sermaye devletinin beklentileri boşunadır. Cizre ve Silopi’deki kıyımı bir zafer tablosu olarak ilan etmeleri, gerçekte Kürt halkının her şeye rağmen ortaya koyduğu direnme ve tutunma kapasitesi karşısında içine düştükleri aczin, çaresizliğin ve zavallılığın bir göstergesidir.
Cizre direndi. Sur da direnecektir. Dinci-gerici iktidarın ve sermaye devletinin ömrü Kürt halkının teslimiyetini görmeye yetmeyecektir. Zafer er ya da geç Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halkları ile devrimci kader birliği yapmış olan Kürt emekçilerinin olacaktır.