Yeni Zelanda’da gerçekleştirilen ırkçı katliam Erdoğan AKP’si için yeni bir demagoji malzemesi oldu. Böylesine ırkçı katliamların arkasındaki gerçek, bilinçli olarak saptırılarak, sanki kendilerini hedefliyormuş gibi bir algı yaratılmaya çalışıldı. Benzerlerinin ne yazık ki çokça yaşandığı bu gibi katliamlara zemin hazırlayan gerici-ırkçı ideolojiyi zehir olarak pompalayan, bunun arkasında bir toplumsal taban yaratmaya çalışanlar sanki kendileri değilmiş gibi, emekçiler aldatılmaya çalışıldı. Yaşanan böylesine acı bir katliam seçim mitinglerine malzeme yapıldı.
Gericiliğin ve faşist terörün suratındaki dinsel, ırksal, mezhepsel örtüyü kendi çıkarlarına uygun olarak değerlendiren bu anlayış için, yaşanan bu gibi insanlık dışı vahşet örnekleri ayrı ayrı değer görmektedir. Buradan da bir kutuplaşma yaratılmak istenmekte, yoksulların yaşadığı acılarda da bilinçli olarak ayrımcılık yapılmaktadır. Daha düne kadar Yemen’de parçası oldukları uluslararası emperyalist koalisyonun bir halkı kıyımdan geçirmesi, ilaçsız, aç, susuz bırakması, Yemenli çocukların barbarca katledilmesi yok sayılmıştı. İşlerine geldiğinde “Filistin davasını”, bir ulusun haklı mücadeleler uğruna ödediği bedelleri ağızlarında sakız yapanlar, sonuç olarak, Mavi Marmara’da olduğu gibi, İsrail siyonizmi ile antlaşma yoluna gitmekte bir sakınca görmemişlerdir.
Emperyalizmin IŞİD canilerini kullandığı, kendilerinin her türlü destek verdiği bu gerici çetelerin gerçekleştirdiği katliamların en çok yaşandığı zamanlarda; Arap Alevileri, Ezidiler, Kürtler patlatılan bombalarla, kesilerek, yakılarak kıyımdan geçirilirken, kadınlar tecavüzlere uğrarken, “Kobanê düştü düşecek” diyerek sevinç çığlıkları atanların kimler olduğu tarihin kaydına çoktan geçmiş bulunuyor. Sadece Ortadoğu’da değil, yaşadığımız coğrafyada da Diyarbakır’da, Suruç’ta, 10 Ekim Ankara’da, Reyhanlı’da, Reina’da katliamlar gerçekleştirilirken, IŞİD’i “öfkeli kalabalıklar” olarak gören resmi açıklamalar bu devletin yöneticilerine aittir.
Sivas, Maraş, Çorum, Gazi katliamlarının yaşandığı bu ülkede, bu katliamların üzerinin nasıl örtüldüğü çok iyi bilinmektedir. İslam inancına mensup yoksullara yönelik katliamları, Paris’te Charlie Hebdo’da yaşanan katliama karşı gösterilen duyarlılıkla kıyaslayanlar önce aynada kendilerine bakmalıdırlar. Başta Avrupa’da olmak üzere her yerde, Müslümanlara, Türklere ve başka ırklara mensup göçmenlere yönelik ırkçı katliamları samimiyetle ve şiddetli bir şekilde protesto edenlerin sol düşünceye sahip insanlar olduğu gerçeği orta yerde durmaktadır. Neo Nazilere örgütlenme imkanı vermeyen, yaptıkları ırkçı eylemlerde faşistlere sokakları dar edenler o ülkelerin antifaşist, ilerici sol güçleridir.
Tarih her zaman aynıları aynı yerde buluşturmuştur. Öyle ki Hitler faşizminin tüm Avrupa’yı yakıp kavurduğu günlerde, bu ülkedeki Türk faşistlerinin maddi kaynakları, ilham ve destek aldıkları güç Hitler faşizmidir. Hitler’den Mussolini’ye, Franco’dan Salazar’a faşistleri aynı ideolojik zeminde ve pratikte buluşturan ne ise, aynı şey dinsel gericilik için de öyledir. Sosyalizmin yayılmasını önlemek için devreye sokulan “Yeşil Kuşak” projesi USA damgalıdır. Devrimci muhalefetin güçlendiği, sosyalizmin işçi ve emekçiler içinde popüler olduğu günlerde yaşanan durumun özeti, Amerikan emperyalizminin 6. Filo’suna karşı gösterilen tepkidir. Bu resimde gerçek anti-emperyalistler olan devrimciler 6. Filo’yu denize dökerken, emperyalizmin sarıklarını giyenler ellerinde demir çubuk ve baltalarla emperyalizmin askerlerini korumuşlardı. Bugünün IŞİD gibi cani örgütlerini var eden de, hangi milliyeti esas alırsa alsın diğer ırkçı-faşist örgütleri yaratan ideolojik zemin de işte bu projedir.
Bu düzen sürsün diye yapılmadık provokasyon, söylenmedik yalan bırakılmamaktadır. Haziran Direnişi’nde “camide bira içtiler”, “türbanlı kadınlara saldırdılar” diyenlerin bugün de “8 Mart’ta ezanı ıslıkladılar” demesi hiç şaşırtıcı değildir. 6-7 Eylül olaylarına zemin hazırlamak için “Selanik’te Atatürk’ün evini yaktılar”, Maraş Katliamı’nı gerçekleştirmek için “Komünistler, Allahsız Aleviler şehir suyuna zehir kattılar”, “Sinemayı komünistler bombaladı” diyenlerde yalan da bitmez, provokasyon da. Ama kendileri için din de kullanılır, camiler de. Gerektiğinde seçim mitingleri esnasında camilerdeki hoparlörlerin sesi kesilir, camilere propaganda bayrakları asılır, hatta ezan okunurken seçim konuşmalarına “fetva aldım” denilerek devam edilir. Emekçilere dinin kutsallığı hakkında ahkam kesilirken, kendileri için mesele “Bakara makara”dır.
Hangi dinsel ya da ırksal örtüyle sarmalanarak yapılmış olursa olsun, her türlü gerici faşist katliamın gerçek sorumlusu bu düzenin sahipleridir. Bu insanlık düşmanı katliamların mağdurları arasında ayrım yapmanın tek bir nedeni vardır. Kapitalist sömürü düzenini devam ettirebilmek…
Muktedirler kendi saltanatlarını, ayrıcalıklarını, sefahatlerini sürdürmek için bu katliamların yarattığı acıları sömürmektedirler. Böylece halklar ve inançlar arasındaki düşmanlıklar, sahte kamplaşmalar daha da artmaktadır. Yoksullar arasındaki dinsel, etnik, mezhepsel, ulusal temeldeki ayrımlar büyüdükçe egemenlerin sömürü düzeni sorunsuz sürebilmektedir. Kışkırtmalara, din tacirliğine son verecek olan, işçi ve emekçilerin birliği, halkların kardeşliği olacaktır. Ancak bu sayede kapitalist emperyalist politikaların sonucu olarak yaşanan gerici faşist katliamların önüne geçilebilir.