Hileli referandumda elde edilen “evet” oylarıyla 2019’da hayata geçirilmesi planlanan “başkanlık sistemi”, son yayınlanan KHK ile hayata geçirilmeye başlandı. “Demokrasi bizim için bir tramvaydır istediğimiz durağa gelince ineriz” diyen Erdoğan için, inilecek durağa az kalmıştır. Erdoğan acele etmekte, başkanlığının yasal adımlarını atmaktadır.
OHAL sayesinde istediği hareket serbestliğine sahip Erdoğan, KHK’lar aracılığıyla iktidar konumunu güçlendirmeye bakıyor. Örneğin son KHK’larla, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Cumhurbaşkanı’na bağlandı. Daha önce MİT Müsteşarı’nın başkanlık ettiği Müşterek İstihbarat Koordinasyon Kurulu (MİKK) artık Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanacak. Bundan böyle MİT Müsteşarı, talimatı Cumhurbaşkanı’ndan alacak, ona karşı sorumlu olacak.
Erdoğan çıktığı TV programında bunu şöyle ifade ediyor: “Devletin başı, istihbaratta en önemli bilgileri, dokümanları alması gereken değil midir? Eğer istihbaratın başı, devletin başına birinci derecede bağlı olmazsa hareket kabiliyetini bu devlet kaybeder. Devletin hareket kabiliyetini kaybetmemesi için birinci dereceden istihbarat ona sorumlu olması gerekir ki istediğim anda, şekilde bu istihbari bilgiler bize gelsin ki biz de atmamız gereken adımları buna göre atalım.”
Erdoğan’ın acelesi kendini devletin başı olarak kodlayıp, hesap vermeyen/hesap sorulamayan konumuyla kendini güvenceye almak ihtiyacından kaynaklanıyor. Girdiği geri dönülemez yol onu buna zorlamaktadır. Ülkenin ayarlarını değiştirirken ne denli kırılgan bir zeminde olduğunu, yaptığı ittifakların ne denli değişken olduğunu gayet iyi biliyor. Devletin bütün olanaklarını kendi denetiminde toplamasına rağmen hitap ettiği polislerin fişeklerini toplatması da bunun bir göstergesidir.
Erdoğan AKP’si girdiği bu yolda esas dengeyi bozmadan, sermayeyi rahatsız etmeden, işlerini görme hesabıyla hareket ediyor. Racon kesmede usta olan AKP şefi, gerek içerideki gerekse uluslararası sermayeye pozitif mesajlar veriyor. Bunun sonucu işçi ve emekçilere daha yoğun sömürü, baskı ve hak gaspı olarak geri dönüyor.
Düzen siyasetinin çıkmazı
Kapitalizmin sürdürülemezliği dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de kendini fazlasıyla hissettirmektedir. Ancak Erdoğan Türkiye’sinde işler daha da zorlu bir hal almaktadır. Zira %50’lik Erdoğan muhalefeti, hem Erdoğan’ı hem de sermaye düzeninin sahiplerini düşündürmektedir. Her ne kadar Erdoğan ”demokrasi elli artı birdir” dese de, gerçekte öyle olmadığını, istedikleri “istikrarı” getirmediğini gayet iyi biliyorlar.
Topluma dayatılan gerici uygulamalar, hak ve özgürlüklerin budanması, hukuksuzluğun bu denli açığa çıkması toplumsal muhalefet dinamiklerini sürekli besliyor. Hileli referandumda bir kez daha açığa çıkmıştır ki ülkenin yarısı Erdoğan ve başkanlık sistemi ile kodlanan “yeni Türkiye”ye karşıdır. Her ne kadar mevcutta örgütlü gücün yetersizliği, toplumsal muhalefetin pasif direnişi aşamayan tablosu olsa da biliniyor ki Haziran Direnişi’nde olduğu gibi beklenmedik çıkışlar her daim gündemdedir. Bu nedenle en basit tepkiler bile zor yoluyla bastırılmaktadır. Emekçi kitlelerin olası başkaldırılarının neye evrileceğini bekleyerek görme lüksünde olmadıklarının farkındadırlar. İşte bundandır ki, son KHK’larla 3 bin özel harekatçı, 7 bin 500 bekçi ve 20 bin polis için kadro açılmıştır. Bu rakamlardan da görülmektedir ki kamu kuruluşları içinde kadro artışı en yüksek olan kurum emniyet teşkilatıdır. Kamu yatırımları içinde cezaevi inşaatlarının önde oluşu da planlanan “yeni Türkiye” için bir fikir vermektedir.
Tüm bunlarla birlikte sermaye düzeninin ihtiyaç duyduğu bu koşulların görünür mimarı olarak Erdoğan şahsında biriken öfke de yabana atılır türden değildir. %50’lik Erdoğan karşıtlığının, zamanla düzen karşıtı bir öfkeye dönüşme ihtimali egemenlerin temel bir kaygısıdır. Düzen siyasetinin gelinen yerde çıkmazı budur. Erdoğan ne istedilerse vermekte, ancak onunla da işler pek de iyi yürümemektedir. Dış politikadaki başarısız tablo, gericiliğin artan saldırıları, toplumun giderek kutuplaşması, kendi konumu güçlendirmek adına girişilen iç dalaşmalar, gücün tek elde toplanması ve giderek şahsileşmesi, yığınlarda belirgin hale gelen adalet ihtiyacı… Tüm bunlar düzen istikrarı adına potansiyel tehditlerdir.
Bu nedenle farklı formül arayışına gittikleri, düzen siyasetine yeni yol haritaları aradıkları görülmektedir. Bir yandan düzen siyasetinin sol kanadı, toplumda kendini dayatan adalet arayışını düzen zemininden koparmadan gidermek çabasındadır. Diğer yandan son dönemle birlikte giderek güçlenen dinci-milliyetçi kesimleri ihmal etmeden, yeni bir merkez sağ yaratma amaçlı, AKP’ye alternatif olarak düşünülen yeni projeler gündemdedir. Ya da bir diğer seçenek olarak, sermaye düzeninin “istikrarı” için Erdoğan’la birlikte temsili demokrasi rejiminden de vazgeçilebilir. Bu, sermaye için, sınıf egemenliği devam ettiği sürece bir kabuk değiştirmekten ibaret olacaktır.
Düzen siyaseti kendi çözümünü, bedellerini işçi ve emekçilerin daha fazla sömürü ve baskı olarak ödeyeceği bir şekilde geçici de olsa bulacaktır. Şu anki yegâne avantajları olan devrimci sınıf hareketinin noksanlığında gemilerini yürütebilirler. Bu süreci tersine çevirmenin yolu ise işçi sınıfının bağımsız sınıf çıkarları için kendini ortaya koyması, devrimci sınıf mücadelesinin yükselmesidir.