“Burjuvazisiz” burjuva cumhuriyetinden burjuvazili saltanat devrine…

Altını kalınca çizmek gerekir ki, 99. yılını geride bıraktığımız Türkiye Cumhuriyeti ilk gününden itibaren burjuvazinin cumhuriyetidir.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 29 Ekim 2022
  • 13:30

Altını kalınca çizmek gerekir ki, 99. yılını geride bıraktığımız Türkiye Cumhuriyeti ilk gününden itibaren burjuvazinin cumhuriyetidir. 

Evet, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş döneminde gelişmiş kapitalist ilişkilerden, bir sınıf olarak burjuvazinin olgunlaşmış varlığından söz etmek mümkün değildir. Ancak, daha İttihat ve Terakki döneminden itibaren burjuvazinin siyasal temsilcilerinin temel hedefi büyük oranda gayr-i müslim azınlıkların elinde olan sermaye birikiminin Müslüman Türklere devredilmesini sağlamaktır. Birinci Dünya Savaşı’nda azınlıkların bağımsızlığından yana siyaset izleyen İngiltere ve Fransa ekseni karşısında Osmanlı’nın Almanya yanında taraf olması da yine bu hedefin doğrudan bir uzantısıdır. Daha o günden itibaren Osmanlı saltanatı ile gelişmekte olan Türk burjuvazisi arasında bir siyasal ortaklık söz konusudur. Ancak Almanya ile birlikte girilen savaşta alınan ağır yenilgi bu ortaklığı bozmuş, sonrasında Mustafa Kemal şahsında simgeleşecek burjuvazinin siyasal temsiliyetini saltanattan bağımsız bir konumlanışa zorlamıştır.

Bu konumlanış yüzünü “muasır medeniyetler”e çevirmiştir. Temel amacı kapitalist ilişkileri geliştirmek ve emperyalist batı ile bağımsız ve “onurlu” bir ilişki kurabilmektir. Cumhuriyetin ilanı ile birlikte özel sermaye birikimi olmadığı için zorunlu olarak devlet eliyle kapitalist inşa süreci işletilmiştir. 

Halen Rusya’da iç savaşla boğuşan Sovyetler’in verdiği koşulsuz desteğe karşın Kemalist rejimin onunla ilişkileri ise hep pragmatist bir seyir izlemiştir. Ve özü itibari ile tercihi  hep emperyalist batıdan yana olmuştur. Bu yanıyla Kemalizm ve genç Türkiye Cumhuriyeti açık bir sınıfsal tercih ve konumlanış üzerine inşa edilmiştir.

Kuruluş sürecinde iddia edilen batı ile bağımsız ilişki politikası ise hayatın acımasız gerçekliği karşısında 1945 Marshall yardım planları ile tarihin çöplüğüne karışmıştır. Zira emperyalizm çağında kapitalist ilişkileri geliştirmenin, emperyalizm ile kol kola yürümekten, onunla işbirliği yapmaktan başka bir yolu yoktur. Dolayısıyla 1945 ile birlikte girilen süreç Kemalizm’den dönüş değil, yüzünü “muasır medeniyetler” seviyesine dönen politikanın güçlendirilerek devam ettirilmesidir.

27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül yine bu politikanın birer gereği olarak gündeme gelmiştir.

Ve Cumhuriyet’in son 20 yılına damgasını vuran AKP de, yine yüzünü “batı medeniyeti”ne dönen ve artık tartışmasız bir şekilde olgunlaşmış bulunan Türkiye burjuvazisinin neo-liberal kapitalist dünya ekonomisine eklenme çabasının ürünüdür. Özellikle AKP’nin ilk döneminde bu politikanın en yağlı kaymağını yiyenler, başta Koç grubu olmak üzere TÜSİAD sermayesi şahsında Türkiye burjuvazisinin geleneksel kanadıdır.

Elbette, AKP’nin dinci-gerici ideolojisinin, burjuvazinin geçmişte sahip çıktığı kimi ilerici değerleri hedef alan bir siyasal hattı vardır. Ve yine elbette AKP’nin özellikle 5’li çete şahsında cisimleşen yandaş sermaye grupları ile geleneksel sermaye çevreleri arasında bir çıkar çatışması vardır.

Ancak cumhuriyetin 100 yıllık tarihi bir bütündür. Bu tarih burjuvazinin sınıf iktidarının tarihidir.

Ve burjuvazi, dünyanın her coğrafyasında olduğu gibi ülkemizde de iktidara geldiği anda gericileşmiştir. Her türlü gericilik onun sınıf iktidarını elinde tutmak için kullandığı araçlardır.

İşçi sınıfı, sınıf bilinçli işçiler, burjuvazinin şu veya bu yönetim biçimi arasında tercih yapmak durumunda değildir.

Henüz yeni yeni şekillendiği ve oldukça cılız olduğu, feodalizme karşı savaşında burjuvazinin yanında saf tuttuğu 1848 Devrimlerinde bile, işçi sınıfı burjuvazinin kaypaklığını ve ikiyüzlülüğünü görmüş, burjuvazinin “demokratik cumhuriyet” bayrağı karşısında “sosyal cumhuriyet” bayrağını dalgalandırmıştır.

Ülkemiz işçi sınıfının geleceği de “sosyal cumhuriyet” bayrağı altındadır!