Boğaziçi Üniversitesi Tarih İncelemeleri Kulübü (BUTİK) tarafından yapılmak istenen ancak kayyım yönetimin keyfi bir şekilde yasakladığı “105. yılında Ekim Devrimi'nin güncelliği” adlı panel Boğaziçi Öğrenci Meclisi'nin sahiplenmesi ile dün gerçekleştirildi.
Panel boyunca Ekim Devrimi'nin önemi ve güncel olarak dünya-Türkiye siyasetine etkisi üzerine konuşmalar gerçekleştirildi. Panel devrim ve sosyalizm mücadelesinde şehit düşenler anısına saygı duruşu ve Enternasyonal Marşı'nın söylenmesi ile başladı. Panelde ilk olarak söz KöZ temsilcisi Çağdaş Yazıcı'ya verildi.
KÖZ: “Türkiye'de gerçekçi olmak demek aynı zamanda devrimi savunmak demektir”
Çağdaş Yazıcı sözlerine “Ekim Devrimi güncel bir pusula ve rehberdir. Bugün karşılaştığımız güncel siyasal sorunlara dair oraya bakarak bir şeyler söylemenin önemli olduğunu düşünüyoruz” diyerek başladı. Konuşmasının devamında Çağdaş Yazıcı şunları ifade etti:
“Dünyanın her yerine hiç beklenmedik yerlerinde bile ayaklanmalar patlak veriyor, döngüsel krizler yaşanıyor. İnsanlık gerçekten bir dönemeçte ve aynı zamanda bir uçurumun kenarında. Dolayısıyla biz 20. yüzyılın başında gerçekleşmiş bir devime karşımızdaki devasa siyasal sorunları tartışmak için bakmayı daha uygun görüyoruz... Her yerde hükümet karşıtı eylemler gerçekleşiyor. Sudan'dan tutun Kazakistan'a kadar en beklenmedik yerlerde bunlar gerçekleşiyor. Herkesin 'Elveda proletarya' dediği bir dönemde bu söylemlerin aksine bir sürü gelişmeler yaşanıyor. Fakat bunların hiçbiri 1917'de Rusya'da olduğu gibi proleter bir devrim ile taçlanmış değil. Ne Mısır'da, Tahrir'de, Yunanistan'da, Kazakistan'da, Sudan'da yaşananlar mevcut burjuva düzenin yıkılması ve bir proleter devletin kurulması ile sonuçlanmadı. Biz bu tür ayaklanmaları daha doğrusu yarım kalmış devrimleri görmeye devam edeceğiz... Sıklıkla bize gerçekçi olmadığımızı, hayalci olduğumuzu ve maceracı olduğumuzu söyleyenler esas olarak büyük bir umut tacirliği içerisindeler. Bu coğrafyada hangi sorunu ele alırsak alalım kadınların, Kürtlerin, işçi sınıfının, ezilenlerine hangi demokratik meselesini ele alırsak alalım bunlar düzen içi yollarla çözülmekten uzak bir devrim ve iktidar sorununa bağlanmış durumdadır. Dolayısıyla Türkiye'de gerçekçi olmak demek aynı zamanda devrimi savunmak demektir. Devrimden başka bir çıkar yolu olmadığını savunmak demektir. Bu söylemlerimizin soyut kalmasını istemiyorsak bunu fiile dönüştürecek türden bir partiyle bir parti mücadelesine bağlanması gerektiğini savunmalıyız. Dolayısıyla tam da Bolşevik'lerin yaptığı gibi, Ekim Devrimi'nden bize miras kalanı yani Bolşevik tipte bir partinin inşaası mücadelesinin önemli olduğunu düşünüyoruz. Devrimci kaygılar taşıyan herkesin bu soruna dair sorumluluk alması gerekiyor.”
BDSP: “Ekim Devrimi'nin en temel dinamiği-dayanağı Lenin önderliğindeki Bolşevik Partidir”
KÖZ temsilcisinin ardından söz Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu'ndan Murat Yıldırım'a verildi. Murat Yıldırım konuşmasına “Ekim Devrimi'nin 105. yılındayız. Ekim Devrimi halen daha her yönüyle aşılamamış bir devrim olarak karşımızda duruyor. Güncel olarak karşımızda duruyor. Güncelliğini koruyor ve bize her geçen gün daha fazla dayatıyor” diyerek kapitalizmin tarihsel gelişim aşamalarına değinerek başladı. Ardından sözlerine şu şekilde devam etti:
“Ekim Devrimi halen daha egemen sınıfın korkusu olmaya devam ediyor. Ekim Devrimi, milyonları köleleştiren, işçi sınıfını ve dünya halklarını köleleştiren bu düzenin karşısında tüm bu tabloyu zaferle sonuçlandırdı. Bu açıdan Ekim Devrimi halen daha güncelliğini koruduğu gibi halen daha egemenlerin korkusu olmaya da devam ediyor... Bir devrimin gerçekleşmesi için öznel ve nesnel koşullar gerekir. Nesnel koşullar kapitalizmin gelişmesi, dünya pazarının oluşması, emperyalistler arası pazar kavgalarının derinleşmesi ve savaşların ortaya çıkmasıdır. Bunun sonucu 1. Emperyalist paylaşım savaşının şekillenmesi ve buna karşı işçi sınıfının, emekçilerin, ezilen halkaların bir tepkisi olarak aslında yaşanan bir süreç olmuş oldu. Ama tek başına kitlelere yönelik baskı, sömürü ve katliamların artması devrimin gerçekleşmesi için bir dinamik olarak karşımızda durmuyor. Bu nesnel koşuldur. Ama nesnel koşulları bir devrim ile taçlandırabilmek için en temel, en asli araca ihtiyaç vardır; bu ise partidir. Lenin'in en önemli üstünlüğü ve becerisi de devrimci partiyi inşa etmesidir. Ekim Devrimi'nin en temel dinamiği-dayanağı Lenin önderliğindeki Bolşevik Parti'dir... Bolşevikler “Bütün iktidar Sovyetlere!” sloganını öne çıkartıyor. Bu sloganı öne çıkarttıklarında işçi sınıfının artık iktidarı alması gerektiğini, artık bugün burjuvazinin hükümet olan kesiminin toplumsal bir dayanağının olmadığını, bu dayanağın Menşevikler ve Sosyalist Devrimciler aracılığı ile ancak yakalayabildiğini, Sovyetlerine iktidarı alması gerektiği şiarını öne atıyorlar. Bu tabii ilk başta, Lenin bu formülasyonu ortaya koyduğunda kendi partisi içerisinde de ciddi tepkiler ile karşılaşıyor. Çözülmemiş demokratik sorunlar var; toprak sorunu, kadın sorunu, ulus sorunu gibi. Lenin ise 'işçi sınıfının iktidarında, sosyalizmin inşa sürecinde demokratik sorunları da kapsayarak çözeceğiz. Bir kısmını iktidara giderken bir kısmını iktidarı aldığımızda bir kısmını ise iktidardan sonra çözeceğiz. Artık bizim devrimimizde demokratik sorunlar ile sosyalizmin inşa süreci iç içe geçmiştir' diyor ve bu fikri ortaya koyuyor. Kendi düşüncelerini örgütlüyor. Sürecin gidişatı da aslında Menşevik ve Sosyalist Devrimcilerin düzen ile nasıl iç içe geçtiğini de gösteriyor. ... İşçi sınıfı örgütlenmeli, iktidara gelmeli ama bu işçi sınıfı hangi program, hangi politika ve hangi ideolojik etkilerin içerisinde bunu gerçekleştirebilir? Kendi bayrağını mı taşıyor yoksa kendine dayatılan burjuvazinin ya da oportünizmin bayrağını mı taşıyor? Bu bayrakları taşıyan bir işçi sınıfı iktidara geldiğinde burada proletarya diktatörlüğünü kurmak mümkün değildir. Ancak kendi programını bütün sınıfları ortadan kaldırma mücadelesinin programının temsilcisi ve bunun en temel gücü olarak mücadelede yer alıyorsa işte o zaman iktidarı aldığında bir toplumsal altüstü gerçekleştirmiş olur. Ekim Devrimi tam olarak bunu başardı. ...”
Murat Yıldırım sözlerini Almanya'da kaybedilmiş devrim örneği üzerine örneklemeler durarak yine öncü partinin rolü ve önemi üzerine verdiği örnekler ile sürdürdü.
Mücadele Birliği: “Bugün bu sorunların her biri işçi sınıfının kendi bayrağını ele alması ile aşılacak”
Ardından söz Mücadele Birliği sözcüsü Muhammed Hizmetçi'ye bırakıldı. Muhammed Hizmetçi Kömünistlerin, devrimci örgütlerin yan yana gelmesinin kıymeti üzerine değinerek şunları ifade etti:
“Ekim Devrimi'ni ele alırken aslında güncelle bağını kurarak ele almak zorundayız. Biz tarihin yeni bir evresinde olduğumuzu düşünüyoruz. Emperyalist-kapitalist hegemonya çöküyor ve Ekim Devrimi ile tarihte yeni bir süreç başlatılmıştı işçi sınıfının iktidarı alması ile. Bir zincir kırıldı. Kapitalizmin yenilmezliği, kapitalizmin krizleri bir şekilde aşabileceği tespiti aşılmış oldu. İşçi sınıfı iktidarı alabileceğini, yönetebileceğini, dünya savaşlarını sona erdirebileceğini, ezilen uluslara özgürlük verebileceğini göstermiş oldu. Ekim Devrimi çok ciddi bir iç savaş sürecinden geçti, keza Çin Devrimi de bu süreçte geçmişti. Ve bizim birleşik devrimimizde Türkiye Kürdistanı'nın kendisi de ciddi bir süreç içerisinde geçiyor, biz bunu 50 yılı aşkın bir süreç olarak değerlendiriyoruz. Bu anlamda aslında Ekim Devrimi'nin bize öğrettiği çok şey var... bu öğretileri yalnızca ajitasyon düzeyinde de ele almamak lazım. Örneğin Ekim Devrimi'nin kendisi bağımsız devrimci çizginin her anlamda korunması ve güçlendirilmesi anlamında önemli deneyimlerdir. Mesela Lenin bütün makalelerinde dönüp dolaşıp ilk olarak politik iktidarın pratiği ve bütün taleplerin ona bağlı olarak ele alınması meselesini yazar. Bugün de geçerlidir bu. Bugün de nasıl ki dünyada ayaklanmaların olduğunu, hareketli süreçlerden geçildiğini söylüyorsak, demokrasi mücadelesinin devrim meselesi olduğunu tartışıyorsak o anlamda Ekim Devrimi döneminde iktidarın ele geçirilmesi tespiti bugün için de geçerli ve çok önemli. Emperyalist egemenlik çok ciddi bir çöküş yaşıyor çevresel anlamda, toplumsal ve sosyal anlamda da bu durum böyle. Bu yüzden iyi değerlendirmeler yapmak zorundayız. ... yakın zamanda Belçika'da dokuz buçuk saatlik hafta da 4 günlük çalışma süresi tartışılıyor. Kapitalizmi öven liberaller ortaya çıkıyor bu örnek üzerinden. Belirtilen saat üzerinden hesapladığımızda haftada 38 saatin kendisi Sovyetler ilk kurulduğu dönemde 35 saat ile aşılmıştı. 100 yıldan fazla bir süreden bahsediyoruz biz. Bugün mesele biz ulusal sorunu en yakıcı şekilde yaşayan toplumlardan biriyiz. Kürdistan sorunu var bizim coğrafyamızda. Ortadoğu'nun bir parçasıyız sonuçta ve Kürt halkı 4 parçalı işgal ve ilhakla toprakları zor yoluyla el konulmuş baskı ve zorbalık ile yaşayan bir ulustur. Bugün bu sorunların her biri işçi sınıfının kendi bayrağını ele alması ile aşılacak.”
ESP: Hiçbir devrim dünyanın neresinde olursa olsun zor yoluyla altüst etmeden olamaz
Ardından söz alan Ezilenlerin Sosyalist Partisi temsilcisi Çiçek Otlu ise şunları ifade etti:
“Sovyetlerin çöküşü ile çok fazla kara propoganda gördük ancak bu topraklarda '89 Bahar eylemlilikleri yükselmiş, '91'de kendi halkı ile buluşarak PKK Kürt serhildanını ayağa kaldırmıştır. Türkiye devrimci hareketi darbenin yarattığı tüm ölü toprağını atmıştı. ... Bu topraklarda da devrim güncel mıdır tartışmaları yapılıyor. Şu anda İran'da kadınların öncülüğünde Molla rejimine karşı ciddi bir başkaldırı söz konusu. İran'da şöyle düşünüyorlardı muhtemelen 'İran'da kesinlikle Molla rejimi yıkılmaz.' Türkiye ve Kürdistan'da da 'AKP-MHP faşist rejimi gitmez, bu topraklarda devrim hayaldir' tartışılıyor ama biz bunun mümkün olduğunu görüyoruz. Çünkü Lenin'in dediği gibi devrimci durumda akla ilk gelen şey nedir birincisi iktidarın yönetememe krizi olduğunu görmek gerekiyor. Yani AKP-MHP faşist rejimi yapısal bir kriz, yönetememe krizi yaşıyor. Bu topraklarda emek-sermaye çelişkisi, devlet-halk çelişkisi, cins çelişkisi halen ortada durmaktadır. 100 yıldır çözülemeyen bu sorunlar devrimin güncelliğini göstermektedir. ... Devrimciler bir iktidarın yıkılması gerektiğinin pratik olarak akılda düşünse de aynı Marks'ın dediği gibi proletaryanın sefaletini kadınların özgürlüğünü görmüştür. Ama iktidarın yıkılması için gerekli olan hazırlığı yapmadığınız koşullarda sadece propogandif bir sözcük olarak kalacaktır. Şimdi bakalım kadın özgürlük mücadelesi bakımından da baktığımızda düşünün Nevin Yıldırım gibi, Çilem gibi kadınlar bile yaşamak için bireysel öz savunma hakkını kullanıyorsa demek ki devrimi yapmak bile yani bir tane evdeki erkeğin erkek egemenliğini yıkmak bile bu kadar bireysel öz savunmayı gerektiriyorsa bizim de kendimiz bakımımızdan devrimi örgütlerken öz savunma hakkımızda kesinlikle politik askeri mücadelenin örgütlenmesiyle olabilecek bir iştir. Bunu Rojava Devrimi'nde de görüyoruz. Rojava Devrimi dediğimiz şey öyle çok basit, arkanıza emperyalist güçleri alarak yaptığınız bir devrim değildir. Hiçbir devrim dünyanın neresinde olursa olsun zor yoluyla altüst etmeden olamaz.”
Temsilcilerin konuşmalarının ardından soru-cevap kısmına geçildi. Konuşmacılara şu sorular soruldu:
“Politika somut yapılır. Karşımızda iki blok değil bir blok var. önümüzdeki süreçte seçimlerde bağımsız bir süreç yapmak gerekiyor mu gerekmiyor mu?”,
“Dünya devrimler tarihine baktığımızda kadınların en ön saflarda olmadığı hiçbir örnek veremeyiz. Ekim Devrimi'de bu konuda çok zengin örneklere sahip. İran'da da bu son ayaklanma kadınların öncülüğünde başladı ama bunun bir tarihi de var. bu bir halk ayaklanmasına dönüştü aslında. Çiçek arkadaşımız İran'da kadın mücadelesinden bahsetti ama bu mücadeleyi proletaryanın mücadelesinden ayrı bir mücadeleymiş gibi ele aldı. Proletaryanın mücadelesi dediğimiz şey zaten işçi emekçi kadınların tamamını da kapsar. Ve aynı zamanda Ekim Devrimi'de kadın mücadelesi dinamiklerine de dayanıyordu. Bu mesele biraz açılabilirse iyi olur.”
“Sosyalist sol da yaşanan tasfiyeci sürecinden bahsedildi. Fiilen bitirilemeyen örgütlerin, devrimci yapıların içinin boşaltıldığı, Sovyetlerin çöküşünün ardından post-marksist paradigmanın aslında Türkiye sosyalist solunu ele geçirme durumuna geldiği ve bunun da bir ölçüde başarılı olduğu durumu söz konusu. Artık devrimci sınıfın niteliğini yitirdiği, devrimci örgütün-teorinin tamamen askıya alındığı ve bunun Türkiye sosyalist solunun Kuruçeşme süreci başta olmak üzere ciddi bir etki alanı yarattığı -ÖDP projesi ile- dünün devrimci yapılarının yerine legalist-yasalcı yapılara bıraktığı şekilde değerlendirmeler vardı. Tüm bunlara katılmakla birlikte bugün itibariyle Türkiye sosyalist solunda bu tasfiyeciliği yayan ve oluşturan belli başlı dinamiklerinde olduğunu düşünüyorum. Radikal demokrasi programı aslında bunun başat önemli noktalarından birini oluşturuyor. Evet emek-sermaye çelişkisi var ama bunlarla aynı yere konulan kırmızının yanına kırmızıyı, morla mor, yeşille yeşil olunan aslında sosyalistlerin kendi kızıl bayrağı altında birleşmesinin yanı sıra her toplumsal dinamiği ile kendi bağımsız çizgisini ortaya koymadan belli başlı ilkesiz ittifaklar içerisine girebileceği pozisyonda yaratılmış oldu. Bugün radikal demokrasi programı bunun başat bir örneğini seriliyor. Buradaki bütün kurumlar gerçekten bir tasfiyeci sürecin varlığından bahsediyor. Bugün tasfiye sürecini belirleyen etkenler nelerdir? ve bununla nasıl mücadele edebiliriz? bunu sormak istiyorum.”
Konuşmacıların sorulara yanıt vermesinin ardından panel sonlandırıldı.
Kızıl Bayrak / İstanbul