Politikadan hiç anlamam ya,
Fazla uzatmayayım, ama
Sevgili Wilhelm sen de sakın unutma:
Söyle kurnaz Bismarck soysuzuna
Barışın ırzına geçmeye bilenmesin
Ey Batı’nın İmparatoru
Bunu Avrupa için yapasın.
1884’te 13 yaşında olan Rosa, Alman İmparatoru I. Wilhelm Varşova’yı ziyaret ettiğinde ona böyle seslenmektedir. Rosa Luxemburg henüz çocuk yaşta, politik bir bilince sahip değilken yaptığı bu çağrı ile adeta ileride hayatını adayacağı mücadelenin sinyallerini veriyordu. Nitekim politik bir bilinç kazanması ve devrim ve sosyalizm mücadelesine katılması da çok uzun zaman almadı.
Yahudi bir ailenin çocuğu olarak Polonya’da doğan Rosa Luxemburg her zaman parlak bir öğrenci olmuştu. 1887’de okulunu birincilikle bitirmiş, ancak o dönem birincilere verilen altın madalya ona verilmemişti. Bunun sebebi açıktı; Rosa’nın Polonya İşçi Partisi’yle ilişkisi vardı ve devrimciydi. Lise öğreniminin ardından önce üniversite eğitimi almak için kadın öğrencilerin kabul edildiği tek üniversite olan Zürih Üniversitesi’nde okumak için İsviçre’ye gitti, ardından da Almanya’ya. Çünkü Rosa o dönemde Berlin’i mücadelenin kalbi olarak görüyordu. Almanya’da giriştiği devrimci mücadele ile Rosa “devrimin kartalı*”na dönüştü. Hayatının sonuna kadar da öyle kaldı.
Ömrü boyunca reformizme karşı mücadele etti
Rosa, Berlin’e gelir gelmez 1898’de %28’lik seçmen desteğini kazanan Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) içerisinde mücadeleye hem teorik hem de pratik açıdan aktif olarak katıldı. Kararlılığı ve militanlığı ile dikkat çeken Rosa defalarca tutuklandı. Ancak tutsak olduğu dönemlerde de mücadeleden vazgeçmedi, işçi ve emekçilere zindanlardan seslenmeye devam etti.
Rosa, SPD içerisinde giderek yaygınlaşmaya başlayan reformist eğilime ve bunun temsilcisi olan Bernstein’a karşı duruşu ile öne çıkıyordu. 1899’da yayınlanan “Sosyal reform mu, devrim mi?” yapıtıyla Bernstein’ı eleştirirken SPD’yi de revizyonizme karşı tutum almaya çağırıyordu. Rosa için bir süre sonra çizgisi tamamen burjuva parlamentarizmine dönüşen SPD içerisinde yer almanın hiçbir koşulu kalmadı. Bu ayrılıkta SPD’nin I. Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında “anavatan savunması” adı altında Alman burjuvazisini destekleyen tutumu ise belirleyici oldu.
Rosa, 5 Ağustos 1914’te Karl Liebknecht’le birlikte “Enternasyonal” grubunu kurdu. 1 Ocak 1916’da ise grubun adı “Spartakistler Birliği” olarak değişti. Rosa uzun bir tutukluluk sürecinden sonra Kasım 1918’de serbest kalmasının ardından, Liebknecht’le birlikte Alman Komünist Partisi’ni kurdu. Alman Komünist Partisi’nin kurulmasından kısa bir süre sonra Rosa, Karl’la birlikte Alman burjuvazisi tarafından işkenceyle katledildi.
Alman burjuvazisi Rosa ve Karl’ı katlederek işçi sınıfını yenilgiye uğratmayı hedefliyordu. Ancak unuttuğu bir şey vardı. Devrimin diyalektiği Rosa ve Karl’ın ardından işlemeye devam edecekti. Tıpkı Rosa’nın ölümünden bir gün önce Rote Fahne’de (Kızıl Bayrak) yazdığı yazıda net bir şekilde ifade ettiği gibi:
“Devrimci gelişmenin başlangıç evresinde devrimci görevin artan çekim gücü ile çözüm için gerekli önkoşulların yokluğu arasındaki çelişmeden çıkan sonuç, tek tek her devrim kavgasının, biçimsel olarak, bir yenilgiyle son bulmasıdır. Ama devrim, nihai zaferin bir dizi ‘yenilgilerden’ geçerek hazırlanabildiği tek savaş biçimidir. Bu da onun özel hayat kanunudur.” (Rosa Luxemburg, ‘Berlin’de düzen hüküm sürüyor’ başlıklı makaleden…)
Ölümünün 98. yılında Rosa Luxemburg devrimci iradenin, emperyalist barbarlığa karşı mücadelenin ve enternasyonalizmin simgesi olarak, devrim ve sosyalizm mücadelesine ışık tutmaya devam ediyor.
Lenin, Rosa Luxemburg’u şöyle tarifliyordu: “O bir kartaldı ve hep öyle kalacak”