Gökhan Harmandalıoğlu’nun anısına...

1980’lerin başında devrimci açıdan en tartışmasız bir insanın daha ‘80’lerin sonuna varmadan trajik bir biçimde en tartışmalı bir konuma düşmesi, derine inen açıklamasını halkçı-devrimci hareketin ideolojisinde ve kültüründe bulabilir ancak.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 20 Mart 2021
  • 20:00

“1949 yılında Hacıbektaş’ta doğdum. 1968’de Basın-İş sendikasının günlük yayın organı Gündem’de gazeteciliğe başladım. Sonraki yıllarda, Halkçı, Yenigün, Barış, Yeniyol gazetelerinde editörlük ve yazarlık yaptım. 10 yılı aşkın cezaevinde kaldım. 1988 yılında yurtdışına çıktım. Yıllarca Özgür Politika, Özgür Gündem gazetelerinde yazılar yazdım.

1994 yılında televizyon ve film serüvenim başladı. Tarih Bilinci, Ütopya programları tarihi ve siyasi belgesellerdi. Sonraki yıllar Mozaik ve Keskesor-Gökkuşağı programlarında yönetmenlik yaptım. Bir de özel belgesellerim oldu. Bunlar: Friedrich Engels, Hikmet Kıvılcımlı, Deniz-Yusuf-İnan, Şirin-Sinan Cemgil, İbrahim Kaypakkaya, Che Guevara, Rosa Luxemburg belgeselleriydi. Bu çalışmalar aynı zamanda özeleştirilerim oldu.” (Sırrı Ayhan’ın- ilerde yayınlanacak olan –“Sempatizan” isimli dosyasından.)

***

Yukarıdaki kısa pasajlar, önceki gün (18 Mart) yaşamını yitiren Gökhan Harmandalıoğlu’nun kendisi tarafından kaleme alınmış kısa özgeçmişidir. Ölümünün ardından kendisi ile aynı dönemde Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde işkenceli sorgudan geçen Kawa kökenli devrimci Sırrı Ayhan tarafından yayınlandı. (Sırrı Ayhan’ın işkenceli sorgu dönemine ilişkin tanıklığını ekte sunuyoruz.)

Halihazırda bazı sol sitelerde Gökhan Harmandalıoğlu hakkında yer alan önemli bir bölümüyle yanlış bilgileri gözeterek ve tam da devrimci anısına saygının bir gereği olarak, gerçek siyasal yaşam çizgisini en kısa biçimiyle sunuyoruz:

Gökhan Harmandalıoğlu THKO kurucusu değildir. 12 Mart’ı izleyen devrimci yükseliş döneminde THKO saflarına katılmış bir devrimcidir. 4 Şubat 1976’da iller arası bir sevkiyat sırasında bir çanta silahla yakalandı. Sorgusunu dönemin “Komiser Kemal” diye ünlenen işkencecilerinden Kemal Yazıcıoğlu yaptı. Gökhan Harmandalıoğlu bu sorgulamadan alnının akıyla ve tam bir direnişle çıktı. Tutuklandı. Birkaç yıl Niğde Cezaevi’nde hala tutukluluğu süren eski THKO’lularla kaldı. Bu aşamaya kadar hala yalnızca bir THKO üyesi idi. Aynı dönemde yayın hayatına başlayan teorik organ Parti Bayrağı’na yazılarıyla katkıda bulundu (Bu yayını önemli bir bölümüyle Niğde tutukluları çıkarıyordu).

12 Eylül’den bir süre önce özgürlüğüne kavuştu. Ankara yerel çalışması içerisinde yer aldı. 1980 Şubat’ında toplanan TDKP Kuruluş Kongresi’ne katıldı. Kongrede Merkez Komitesi’ne seçildi. Kongrenin ardından hemen öncesinde darbelenmiş Ankara’yı toparlamak üzere öteki bazı MK üyeleriyle birlikte Ankara İl Komitesi’nde yer aldı. Kamu çalışanları alanındaki çalışmayı yönetti.

3 ya da 4 Nisan 1981 günü, 12 Eylül ortamından dolayı ayrı yaşadığı eşi ile buluşmaya giderken tutuklandı. Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde üç aylık ağır bir sorgudan geçti. Direnişçi kimliğini yeni bir düzeyde kanıtlayan bir tam direniş örneği sergiledi. Uğradığı işkencenin bazı izlerini kalıcı olarak taşıdı.

Gökhan Harmandalıoğlu’nun yakalanması, İstanbul polisinin aylardır hazırlandığı İstanbul’daki merkezi operasyonun öne alınmasına neden oldu. Gökhan’ın yakalanmasını izleyen hafta dolmadan İstanbul operasyonu başlatıldı. Bu operasyon TDKP için örgütsel ve moral bir çöküntüyle sonuçlandı. İstanbul’daki bu manevi çöküntü karşısında, Gökhan Harmandalıoğlu’nun Ankara’da sergilediği direniş TDKP payına apayrı bir politik-manevi anlam ve önem kazandı.

Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı’nda yargılandı. Uzun yıllar Ankara Mamak zindanında yattı. Ardından Ankara Merkez’de (Ulucanlar), kısa bir süre için de Çanakkale’de kaldı. Özgürlüğüne yeniden kavuştuktan hemen sonra, 1988 yılında, yurtdışına çıktı.

Gökhan Harmandalıoğlu henüz içerdeyken, 1986 yılının ikinci yarısından itibaren, yıllardır örgütsel ve moral açıdan çökmüş durumdaki TDKP’de yeniden toparlanma süreci gündemdeydi. Buna geçmişin muhasebesi tartışmaları eşlik etti. Bu süreç çok geçmeden EKİM’in ortaya çıkmasıyla sonuçlanan iç ayrışmaya sahne oldu.

İşte tam bu dönemde, üstelik kendisi hala tutukluyken, Gökhan Harmandalıoğlu’nun devrimci siyasal yaşamında etki ve sonuçları bakımından son derece trajik bir kırılma yaşandı. Olup bitenler zamanında tartışıldığı ve belgeleriyle de kamuoyuna sunulduğu için, burada şu kadarını söylemekle yetinelim: Gökhan Harmandalıoğlu, bu süreçte oynayabileceği en kötü rolü oynadı ve böylece de, TDKP’de muhtemel bir devrimci yenilenme şansının tümden yitirilmesine özel bir katkıda bulundu. TDKP, ayrışmayı izleyen on yıldan az bir zaman içinde devrimci konum ve kimliğini yitirdi. Yerine gevşek bir legal sol partiye bırakarak sessiz sedasız tarihe karıştı.

1988 yılında yurtdışına çıkan Gökhan Harmandalıoğlu, EKİM ayrışması sonrasındaki TDKP’nin üç kişilik merkezi çekirdeğinin en etkin üyesi konumundaydı. Ama bu yalnızca birkaç yıl sürdü. ‘90’lı yılların hemen başında, neredeyse tümüyle apolitik nedenlerle, daha açıkçası kişisel sorun ve çekişmelerin ardından, TDKP’nin dışına düştü.

O tarihten başlayarak, daha çok da bir gazeteci olarak Kürt hareketine tutunmaya çalıştı. Bu çerçevede neler yapmaya çalıştığı girişteki kendi anlatımında özet olarak var.

1980’lerin başında devrimci açıdan en tartışmasız bir insanın daha ‘80’lerin sonuna varmadan trajik bir biçimde en tartışmalı bir konuma düşmesi, derine inen açıklamasını halkçı-devrimci hareketin ideolojisinde ve kültüründe bulabilir ancak. Daha ayrışma döneminde açıklıkla söylendiği gibi, iddialı bir devrimci partinin 19 kişilik Merkez Komitesi’nden topu topu üç kişi direnirse, bu vahim gerçek, kişiye özgü çeşitli türden zayıflıklarla da birleşince, bu türden kişisel dağılmaları da kolaylaştıran bir zemine dönüşür.

Gökhan Harmandalıoğlu gibi lider kadro içindeki bir devrimciyi son otuz yıllık örgütsüz yaşama sürükleyen de bir bakıma bu oldu.

Bugün TKİP’de temsil edilen sınıf devrimcileri, yenilgi dönemini izleyen iç ayrışma döneminde, en akıl almaz söz, tutum ve davranışları bizzat Gökhan Harmandalıoğlu’ndan görmüşlerdi. Ama ‘90’lı yılların ortasından başlayarak aynı Gökhan Harmandalıoğlu, yeri geldikçe en sıcak, dahası övücü duygu ve düşüncelerini de onlardan esirgemedi. Kendi sözleriyle, sınıf devrimcileri, onun “gençliği” idiler. Kendi “gençliği” ile, devrimci kişiliği, değerleri ve direnişi en iyi biçimde temsil ettiği dönemi vurgulamak istiyordu. Bu, içine sürüklendiği örgütsüz ve fazlasıyla talihsiz koşullara rağmen, onun devrimci geçmişe duyduğu özlemin ve devrimci değerlere bağlılığının bir yansımasıydı. Bunun bir zamanlar şeytanlaştırdığı bir siyasal topluluk üzerinden dile getirilmesi ise, Gökhan Harmandalıoğlu’nun çelişkili yaşamındaki bir başka trajik öğe sayılmalıdır.

“Gençliği” önünde saygıyla eğiliyoruz...

***

Girişteki anlatım, Gökhan Harmandalıoğlu’nun 12 Mart öncesindeki özgeçmişini veriyor. Bizzat kaleme aldığı bu özgeçmişte, 12 Mart sonrasını izleyen THKO ve TDKP’deki örgütlü yaşamını tek kelime olsun anmaması, fazlasıyla dikkat çekicidir. Yalnızca on yıl tutuklu kaldığını ve ardından yurtdışına çıktığını söylemekle yetiniyor. Biz aradaki boşluğu doldurmaya çalıştık. 12 Mart’ı izleyen devrimci yükseliş döneminden 1990’ların başında TDKP’den kopmasına kadarki siyasal yaşam çizgisi, ana çizgileriyle yukarıda verdiğimiz gibidir.

Dolayısıyla, “dostları”nın onun ölümü üzerine sunduğu özgeçmiş, önemli bir bölümüyle gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Bu, yeterli bilgiden yoksunluğun sonucu ve iyi niyetin ürünü olabilir. Ama bunu düzeltmek gerekir. Devrimci hareketimizin efsanelere değil gerçeğe ihtiyacı var. Bu yitirdiğimiz devrimcilerin anısına saygının da temel bir gereğidir.

Son bir not olarak: Kullandığımız resim Gökhan Harmandalıoğlu’nun Niğde Cezaevi’ndeki yıllarına aittir. Gökhan ayaktaki sırada sağdan ikinci kişidir.

***

 

Gökhan üzerine...

Bir fidanın iki gülü

Sırrı Ayhan

Değerli insan Gökhan Harmandalıoğlu’nun 18 03 2021 günü, gömlek değiştirdiğini duydum. Bu yazıyı bundan 7-8 ay önce kendisine gönderdim. Yakınlarıyla telefonda görüşmüş, yazıyı ona okuduklarını sevindiğini bana yazmışlardı. Uygun bir zaman ve ortamda görüşmek dileğinde bulunmuşlardı.

1981 yılında arandığımdan dolayı Ankara Altındağ’ da saklanıyordum. İrlanda’lı yılmaz direnişçi Bobby Sands’in yaşamını kaybettiğinden bir gün sonra 6-7- Mayıs 1981 günü.

O gün çarşıdan eve dönerken büfede gördüğüm ve manşetteki resim ilgimi çekmişti. Gazeteye son paralarımı vererek ekmek, gazete ve sigara almıştım. Evde daha başka arkadaşlarda gelmişlerdi. İki saat eğitim çalışması yapmıştık. Bu arkadaşlarla onların mücadelesi ve ısrarlarını, örnek davranışları hakkında konuşmuştuk. (İstemlerinin temel istemi siyasi -rehin- esir olduklarının kabul edilmesiydi.) Yaklaşık bir ay önce yakalanan birinin, kaldığım evi göstermesiyle evde üç arkadaş yakalandık. (Ben oraları bilmiyordum. Sözde saklanmam için yetmez yoldaşlarım benim de orada yatılı kalmamı istemişlerdi.)

Gecenin saat üç sıralarında kapının serçe dövülmesi üzerine bazı belgeleri yok etikten sonra teslim olmak, için tek tek odadan çıkmıştık. Dışarında anladığım kadarıyla ,üç dört beyaz Stejın Reno arabasına bizleri bindirip orada gözlerimi bağladılar. Yoldayken, sile tokat dayağa, gözdağına başlamışlardı.

(Ankara emniyetinde, o dönemde çok meşhur olan kısmında yaklaşık 25- 26 gün orada kaldım.

Polis ,bir akşam karşı hücrede tek başına kalan bir devrimciyi göstererek, “Yemekte kim ona yardım edebilir” diye sordu. Kapıya vurarak ben yardım edebilirim, dedim.

Çünkü; karşı hücrede tek başına kalan Halkın Kurtuluşu örgütünden Gökhan Harmandalıoğlu arkadaşın elleri ve parmaklarında sorun vardı. Duyduğum kadarıyla askıda çok tutmuşlardı. Kaburgası kırık diyorlardı. Kendi yoldaşlarından da kimseyi yanına bırakmıyorlardı. Polis kapıyı açarak, “Öne çık bakalım.” dedi. Ben kapıya yanaştım. “Çabuk ol çabuk.” dedi.

İki arkadaş koluma girerek beni karşı hücreye taşır gibi sürüklediler. Çünkü ayaklarım çok şiştiği için üstüne pek basamıyordum. Dipte ürkek, saçı, sakalı karışmış, cılız gözlerinin feri zor beli eder şeklinde çekingen bir insan oğlu demeye şahit gerekir birinin yanına çöktüm.

“Git git” dedi, “Ben itirafçıların elinden yemek yemem” dedi. Çünkü ortalıkta serbest dolaşma hakkı olanlar daha çok itirafçı yada ifadesi bitmiş cezaevine gitmeyi bekleyenler olurdu. Tek tük ifadesi bitmiş adli suçlularından da serbest gezen olurdu

“Ben itirafçı değilim. KAWA’cı diye suçlanıyorum” dedim.

“İsmin nedir?”

“Sırrı A. ”dedim.

“Öyle mi! Demek dört beş gün koridorda direnenlerden biri de sendin ha. Gel de bir alnını öpeyim.” dedi. Birbirimize sarıldık, gözyaşlarımız, karşılıklı aktı. Dakikalarca öyle sesiz kaldık. Fısıldar gibi,“ Yarın, öbür gün biraz daha iyileşirim, istediğin zaman sana yemek yedirmeye ben gelirim” dedim. Askıda çok tutukları için parmaklarını pek kullanamadığını söylemişti.

“Amaç yemek değil. İnsan gibi biriyle iki çift laf etmek de önemli” diyordu. Her şeye rağmen ikimiz bir fidanın gülleri gibi birbirimizi tamamlamıştık. Yemek dediğinizde ya bir iki tane küçük Karper peynir parçası, birkaç tane siyah zeytin, belki de haşlanmış bir patates parçası belki de az biraz karton içinde süt olurdu.

Polisler günün birinde dostların moralini bozmak için, hışımla gelip bağırdılar. “ihtiyar, Oğlum sonunuzu getirdik. Basımhanenizi patlattık, oğlum artık belinizi doğrultamazsınız. . Baskı makine ve malzemelerinize el koyduk. Bittiniz oğlum bittiniz,” diye sevinçlerini belirtiler. Karslı denilen (Direnen bir Halkın Kurtuluşçusu- veya ondan da duymuş gibiydim.) “O ise aldığınız malzemeler sorun değil. Bizimkiler nasılsa ilerde daha iyisini temin ederler” demişlerdi.

Bir müddet sonra polis gelip, oradan çıkmamı istemişti. İki üç metrelik yolda bile yürüyemiyordum. İki kişi koltuk altlarımdan tutarak sürükler gibi hücreye götürmüşlerdi.

Hücre dediğim de en fazla iki metre genişlik belki de 2-5 metre genişliğinde ya vardı ya yoktu.

7 arkadaş orada kaç gün kaldım pek hatırlamıyorum. Devamlı dört arkadaş nöbetleşe yan, yana sırt sırta, ya da yan yana uzanırdık. Üç arkadaş ise ayakta nöbet tutarlardı. Çünkü hepimizin bir arada ne kadar sıkışırsa sıkışalım beşinci kişi yerde uzanamıyordu. Belli saatlerde ancak tuvalete götürürlerdi. Çok zaman içmek için kendi paramızla aldırdığımız süt kutularına işer, sonra tuvalete gidince oraya dökerdik. Bit, kaşıntı hak getire. Bırakın yüz yıkmayı, içmek için zor su bulurduk.

Tuvalete gittiğimizde de kapılar açık işimizi hemen görüp çıkmalıydık. Çoğu zaman, tuvalete gidip dönmek, yediğin dayak ve hakaretlere değmezdi.

Beni oradan Adıyaman Pirim Palasa gönderdiler. Oradan 2-5 ay kaldıktan sonra yaklaşık 100 günden sonra 15- Agustus 1981 yılında sanki yeni yakalanmış gibi tutanak tutarak tutuklayıp Adıyaman cezaevine götürüp tecritte attılar.

Kendisi o günleri şöyle şiirleştirmişti.

 

Ölüme inat

Bana sevdiğini söyle

Gül yaprağı ağzın ile

sen de geçtin “bu konaktan’

bu kahrı sabırda çatlatan duvar

şu hasreti hasretle boğan tel

o sevginin başına dikilen

kendi de sevdalı

aldatılmış namlulu

istesem de saramam seni

biliyor hissediyorum da domuzuna

nereden ne zaman gelir belli olmaz

ayırır kör bıçak gibi ölüm

söyle bir kerecik de olsa

gül yaprağı ağzın ile bana sevdiğini söyle

Gökhan Harmandalıoğlu 1984 ölüm orucundan / Mamak