Toplumsal gerilimin her geçen gün tırmandığı bir sürecin ortasında 2016 1 Mayıs’ını geride bıraktık. 2016 1 Mayıs’ının sınıf hareketi açısından ortaya çıkardığı sonuç ise bir kez daha sınıf hareketinin devrimci siyasal bir eksene oturtulması ihtiyacı oldu. 2016 1 Mayıs’ından yansıyanlar devrimci siyasal bir eksene oturmayan sınıf hareketinin artan toplumsal gerilim içerisinde nasıl kötürümleştirilmeye çalışıldığını ortaya serdi.
Sendikaların başına çöreklenen reformist cenahın İstanbul’da Taksim iradesinden caymasından Ankara’da Türk Metal çetesinin şube başkanına söz vermesine ve Adana mitingini iptal etmesine; Türk-İş, Hak-İş, Memur-Sen gibi gerici sendikal odakların işçi sınıfını düzenin savaş politikalarına yedekleme çabasına kadar sendikal odakların çürümüşlüğü yansıdı 1 Mayıs alanlarına. Artan toplumsal gerilim içerisinde hemen her alanda katılımda ciddi anlamda düşüşler yaşandı. Kimi alanlarda ve kimi sendikal kortejlerde nispeten canlı ve coşkulu görüntüler ortaya çıkarken genel olarak lokal anlamda direnme ve mücadele eğilimi güçlenen işçi sınıfının bu eğilimini yeteri düzeyde yansıtamadığı bir 1 Mayıs süreci yaşadık.
Kıdem tazminatının gaspı ve kiralık işçilik büroları başta olmak üzere sınıfa yönelik saldırılar ile savaş politikaları tüm 1 Mayıs alanlarının ortak gündemini oluşturuyordu. İçinden geçilen siyasal atmosferde sadece siyasal kortejlerde değil, sendikal kortejlerde de savaş politikalarının ve bu eksendeki yaklaşımların belirgin bir ağırlığı vardı. Ancak bu tablo, sınıf hareketindeki siyasallaşma eğiliminden öte, katılımlardaki zayıflama ile birlikte bu alanlarda kendisini var eden politik anlayışların kendisini ifade ediş biçimi oldu.
Gerici sendikal odaklar, bir süredir düzen siyasetinin kendilerine açtığı alanla birlikte daha etkin bir politik inisiyatif ile davranma arayışındalar. Bu odakların bir kısmı düzen siyasetini sınıf hareketine taşıma misyonunun yanında, bahar sürecini bugüne kadar yapmadıkları şekilde sınıfa yönelik saldırılara karşı imza kampanyaları vb. çalışmalarla karşıladılar. 2007 1 Mayıs’ından itibaren Taksim iradesinden kaçmanın gerekçesi olarak ortaya koydukları merkezi 1 Mayıs programlarını ise artık kendi içlerinde de ayrıştırdılar ve tamamen politik saiklerle gerçekleştirdikleri çıkışlar haline getirdiler. Türk-İş’in Çanakkale, Hak-İş’in Sakarya çıkışı Kürt düşmanlığı eksenli savaş politikalarının yansıdığı temel alanlar haline geldi. Memur-Sen’in ise Suriye’den devşirilen dinci çetelerin yerleştirilmeye çalışıldığı Maraş’ı seçmesi de yine tesadüf değildi. Bu gerici eylemlerde savaş politikaları üzerinden ortaya konulan düzen çizgisinin yanında, kıdem tazminatı ve ÖSP gibi konularda AKP hükümetinden dilenen söylemler de dikkat çekiciydi. Özellikle Türk İş ve Hak İş, ÖSP konusunda sendika üyeliklerinin kendilerinde kalması talebini öne çıkararak, rant kaybı yaşama noktasındaki korkularını dile getirmiş oldular.
DİSK ve KESK eksenli 1 Mayıs programlarının temel vurgusu ise savaş politikalarına karşı “birleşik” bir duruş ortaya koyabilmek üzerinden şekillendi. Bu eksen birçok yerde Türk-İş içindeki kimi şubeleri de yanına alarak “birleşik” 1 Mayıs’ın yaratıldığı yanılsamasını yaymaya çalıştı.
İstanbul’da açıklanan Taksim iradesine rağmen son hafta içinde yaşanan çark edişle birlikte gerçekleşen Bakırköy mitingi ve Ankara’da daha ilk andan itibaren devletin Sıhhiye yasağına boyun eğerek gerçekleşen Kolej mitinginin ve diğer tüm alanları da kapsayan şekilde 1 Mayıs’ın örgütleyici kurumlarının “güvenlik” eksenli düşüncelerinin sonuçsuzluğu, 1 Mayıs alanlarının olmasa da hazırlık süreçlerinin gösterdiği en temel gerçek oldu.
İstanbul’da ilk olarak ortaya atılan Taksim çıkışından çark edişten Ankara’da yaşanan hazırlık sürecine kadar yaşanan tüm tartışmalar sendikal mekanizmaların değil, buralarda yer tutan düzen siyasetinin ve reformist çevrelerin kendi aralarındaki çekişmelerin ve pazarlıkların ürünü olarak şekillendi. Özellikle CHP ve EMEP’in başını tuttuğu sendikal odaklarda devletin dayatmalarına boyun eğmenin gerekçesi kitlesel mitingler gerçekleştirebilmek idi. Bakırköy 1 Mayıs’ı için ortaya atılan “milyonluk” miting söylemlerinin tutarsızlığı bir tarafa, özellikle iki büyük ilde açığa çıkan tablo kaygının kitlesel eylemler olmadığını da açıkça gösterdi. “Alan tartışması yapmamak lazım“ diyerek alan tartışması açan bu anlayışlar, son günlere kadar tabana yönelik bir çalışma yapılmamasının da baş sorumluları oldular. Devletin gösterdiği alanlara itaatkar bir şekilde boyun eğenler, Türk-İş’in kimi şubeleri ile bu mitinglere katılması üzerinden “birleşik” 1 Mayıs’ı yarattığı hayalini kuranların başkanlık koltuğunu tuttuğu sendika şubelerinde, şube yöneticilerinin dahi 1 Mayıs’ın örgütleniş sürecinden haberi bulunmuyordu.
Evet, içinden geçilen siyasal atmosferde “birleşik” 1 Mayıs’ın ayrı ve özel bir önemi bulunuyordu. Ancak bir kez daha söylemek gerekir ki, sınıf hareketinin birleşikliği şube başkanları ile yapılan kürsü pazarlıkları ile değil, tabandan kurulan birleşik bir mücadele kültürü ile yaratılabilir. Ankara 1 Mayıs’ında Türk Metal çetesine kürsüyü açanlar, Zonguldak’ta direnişçi De-Ka madencilik işçilerine kürsüyü kapatanlar, bırakalım ilerici devrimci kurumları, kendi şube yöneticileri ile dahi sürecin gidişatını paylaşmayan anlayışlar, bugün için tuttukları koltuklarla sınıf hareketini yönlendirdiklerini sanıyorlarsa fazlası ile yanılıyorlar.
1 Mayıs’ların örgütleyicisi durumunda bulunan sendikal hareketteki bu çürümüşlüğü aşmanın yolu lokal planda işçi sınıfı içerisinde güçlenen direniş eğilimini birleşik ve devrimci bir rotaya oturtabilmektir.
Geride bıraktığımız yıl sınıf hareketi payına oldukça hareketli bir süreç olarak yaşandı. Metal fırtınadan madenlerde yaşanan direnişlere ve işyerleri odaklı hak alma eylemlerine kadar işçi sınıfı sürekli olarak hareket halinde oldu. Ancak büyük oranda ekonomik temelli olan bu hareketler, içinden geçilen siyasal atmosferin ağırlığında kendisini 1 Mayıs alanlarında nerede ise hiç hissettiremedi. Bu tablonun belki de tek istisnası Ege bölgesinde son süreçte yaşanan işçi direnişlerinin bir ürünü olarak ortaya çıkan Ege İşçi Birliği’nin 1 Mayıs alanında sendikal bürokrasinin gericiliğine rağmen kendisini ayrı bir kürsü kurarak ifade etmesi oldu. Metal fırtınanın ruhunun Bursa ve Kocaeli’de sınıf devrimcilerinin girişimleri ile alana taşınması da sınırlı, ancak anlamlı bir çıkış oldu.
Hareketli olan bu işçi bölüklerinin 1 Mayıs alanlarında kendisini ifade etme düzeyindeki bu sınırlılığın bir nedeni bu bölüğün siyasal plandaki geriliği idi. Diğer yandan ise artan toplumsal gerilim ve gerçekleştirilecek eylemlere yönelik saldırı söylentileri büyük oranda bu hareketli işçi bölüklerinin 1 Mayıs alanlarına çıkışını sınırlamış oldu.
Bu tabloyu değiştirebilmek için yüklenilmesi gereken iki temel halka, iki önemli imkân varlığını korumaya devam ediyor. Birincisi, sınıfın lokal plandaki direniş ve mücadele eğilimidir. Uzun yıllardır artarak devam eden bu eğilim, metal fırtına ile işyerleri sınırlarını da aşarak toplumsal bir etkinin ilk adımı oldu. Önümüzdeki dönemde farklı biçimlerde devam edecek olan bu eğilimin kucaklanması, dahası bununla birlikte kendiliğinden mücadele eğiliminin siyasal sınıf perspektifi ile birleşik bir karaktere kavuşabilmesi ihtiyacı kendisini gösteriyor.
İkinci mücadele odağı ise halen reformist sendikal politikaların denetiminde olan işçi kitlesidir. Bu işçi kitlesi de 1 Mayıs alanlarına yansıdığı gibi sınıfın mücadele kültürünün ve politikleşme eğiliminin taşıyıcı unsurları durumundadır. Birçok alanda ilerici siyasal kortejlerdeki ruhsuzluğa karşın özellikle kimi sendikal kortejlerde sınıf disiplini ve coşkusu kendisini açık bir şekilde hissettirmiştir. Halen reformist sendikal politikaların denetiminde olsa da bu işçi kitlesinin, lokal mücadeleler üzerinden sınıf hareketine soluk katan işçi kitlesi ile birleşecek olan enerjisi, sınıf hareketinin ve 1 Mayıs’ların işçi sınıfının devrimci ruhuna uygun bir birleşik, siyasal eksene oturmasının güvencesi haline gelebilir.