Son söz- Ayça Söylemez

Kısaca ÇHD Davası dediğimiz, Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) ile Halkın Hukuk Bürosu’ndan (HHB) avukatların yargılandığı davada Yargıtay son sözünü söyledi.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 14 Mayıs 2024
  • 10:30

Kısaca ÇHD Davası dediğimiz, Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) ile Halkın Hukuk Bürosu’ndan (HHB) avukatların yargılandığı davada Yargıtay son sözünü söyledi. 

Tabii, “son söz” lafın gelişi, haberlerimizde sık kullanırız. Yoksa bu terime hem yargılanan avukatlar itiraz eder hem de Yargıtay 3. Ceza Dairesi pek bir söz söylememiş. 

Şöyle ki, kararda gerekçe yok. 

Mahkeme, Selçuk Kozağaçlı ve Barkın Timtik hakkındaki kararı neden onadığını tek paragrafta anlatmış: “…usuli işlemlerin kanuna uygun olarak yapıldığı, hükme esas alınan tüm delillerin hukuka uygun olarak elde edildiğinin belirlendiği, aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde eksiksiz olarak sergilendiği, özleri değiştirmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı, eylemin doğru olarak nitelendirildiği ve kanunda öngörülen suç tipine uyduğu, yaptırımların kanuni bağlamda şahsileştirilmek suretiyle uygulandığı anlaşılmakla…” 

Kusursuz, eksiksiz, tutarlı, kanuni ve dolayısıyla vicdani kanıya uygun… Bu kadar. On yıllar tek paragrafa sığmış. 

Peki, nedir o kusursuzluk?

Adli Bilişim Mühendisi, Adli Bilirkişi Tuncay Beşikçi imzalı bilirkişi raporu, ilk yargılamanın yapıldığı İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesine de, şimdiki kararı veren İstanbul 18. Ağır Ceza Mahkemesine de sunulmuştu. 

Beşikçi raporda, “delillerin, delil olmadığını” anlatmıştı: “…henüz soruşturma aşamasında dahi elektronik delilleri içeren ve adli kopyası (imajı) alınan elektronik verilerin Şüpheli tarafa veya vekiline teslim edilmedikçe delillerin değiştirilip değiştirilmediğinin veya deliller üzerinde herhangi bir manipülasyon yapılıp yapılmadığının kesin ve net olarak söylenemeyeceği, ilgili kanun, yönetmelik ve standartlara göre dava dosyasında yer alan elektronik delillere ait imaj kopyalarının savunma makamına verilmedikçe ‘hukuki delil’ olarak değerlendirilemeyeceği…” 

Yani, ilk olarak, ceza yargılamasının mantığına aykırı şekilde, deliller suçlanan tarafa verilmemişti. 

Bilirkişi raporunda ayrıca, delillerin istendiği şekilde değiştirilmesinin önünde bir engel olmadığı da ifade edildi: “Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından tanzim edilen Dijital İnceleme Raporları üzerinde yapılan incelemelerde; rapor kapsamında sunulan içeriklerin ait olduğu dosyaların HASH değerlerinin raporda sunulmadığı, dosya yaratılma, değiştirilme ve son değişiklik tarihleri ile birlikte dosyaların hangi bilgisayar ve kullanıcı(lar) tarafından düzenlendiğine dair bilgiler içeren üstveri bilgilerinin raporda yer almadığı; Türk hukukunda ve mukayeseli hukukta incelenen emsal dava kararlarında, benzer durumda el konulan, nasıl taşındığı ve muhafaza edildiği tutanak altına alınmamış veya savunma makamına verilmeyen dijital delillerin hukuki delil niteliğini kaybettiğinin ve mahkemelerce delil olarak kabul edilmediğinin anlaşıldığı…” 

Raporda son olarak, bu “dijital delillerin” mahkumiyete konu edilemeyeceği yazıyor: “…hâkimlerin, kararlarını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabileceği, elde edilen dijital deliller hukuka uygun olarak elde edildiği varsayılsa dahi, tarafların bilgisine sunulmadan ve mahkemede tartışılmadan hükme esas alınamayacağı …görüş ve kanaatine varılarak…” 

Bahsettiğim tek bir bilirkişi raporu. Mahkemeye ve zamanında Anayasa Mahkemesine, yargılamadaki hukuksuzluklara dair sunulmuş itirazlardan sadece biri. İtirazların hiçbiri değerlendirilmeye alınmadı. 

Neden? 

Avukat Selçuk Kozağaçlı, blogundaki Asklepios’un Horozu yazısında hatırlatmıştı, Sokrates’in Savunmasını. Savunmadan çok, gerçek bir “son söz” olan metinden alıntıyla bitireyim: “Mahkum olmamı sağlayan şey delillerimin eksikliği değil, küstahlık ve utanmazlık yapmam, beğeninizi kazanacak şekilde konuşmamış olmam, ağlamamış olmamdı.” 

BirGün / 14.05.24