Almanya’da IG Metall ile metal ve elektronik patronları arasında bir süredir devam etmekte olan TİS görüşmeleri hâlâ bir sonuca ulaştırılamadı. Bugüne dek iki kez masaya oturuldu, ancak bir uzlaşma sağlanmadı. 18 Ocak’ta 700 bin metal işçisinin bulunduğu Kuzey Ren Westfalya (NRW) eyaletinde üçüncü tur görüşmeler gerçekleşecek. TİS görüşmeleri, metal ve elektronik sektöründe çalışan yaklaşık 4 milyon işçiyi kapsıyor.
İşçilerin talepleri ve metal patronlarının cevabı
Sendikalar, özellikle de işçiler, Almanya genelinde 100 büyük işletmenin son yıllarda rekor düzeyde kârlar yaptıklarını belirtiyorlar. Patronlar sermayelerini katlarken kendilerinin her geçen gün daha da yoksullaştıklarını, çalışma saatlerinin sürekli uzatıldığını, bakıma muhtaç yaşlılara ve çocuklarına ayıracak zamanlarının bile kalmadığını dile getiriyorlar. Çalışma ve yaşam koşullarında iyileştirme ve daha düşük çalışma süresi talebinde bulunuyorlar.
IG Metall iki temel talep ileri sürmüş durumda. İlk olarak, işçi ücretlerine %6 oranında zam yapılması isteniyor. İkincisi ise çalışma sürelerinin kısaltılması. Bu sürenin iki yıl için 28 saat olması, sonra yeniden 35 saat uygulamasına geri dönülmesi talep ediliyor.
Ücretlere yüzde 6 zam gerçekte çok düşük bir orandır. Ne var ki, aç gözlü metal ve elektronik patronları yüzde 2’lik zamda ısrar ediyor. Metal patronları, her dönem yaptıkları gibi, sendika bürokratları ile danışıklı olarak sahneye koydukları oyalamacanın ardından yüzde 3-3.5 zam gibi ara bir noktada anlaşmaya yanaşabilirler. Ancak, anlaşmazlık nedeni bu değil.
Metal ve elektronik sanayi ile diğer sektörlerde çalışan içilerin en önemli ve yakıcı talebi, aylıklarında kesintiye gidilmeden çalışma sürelerinin 35 saatten 30 saate düşürülmesidir. Bunu IG Metall bürokratları da çok iyi bilmektedir. İşçilerin kendilerine, özellikle de çocuklarına zaman ayırmaları şeklinde, samimiyetten yoksun gerekçelerle, bu talebin içini boşaltmanın ifadesi, 28 saatlik çalışma formülasyonunu ileri sürmektedirler. Bu hile dolu bir manevra olduğu halde, metal patronları uzlaşmaz bir tutum almaktadır.
İşçilerin cevabı uyarı grevleri oldu
Metal ve elektronik sanayiside çalışan işçiler son iki yılda daha da yoksullaştılar. Hayat pahalılığı ve tüketim maddelerine getirilen zamlar gerçekte daha yüksek oranlı bir zammı gerektirdiği halde, sermaye patronları yüzde 6’lık zamma bile yanaşmıyorlar.
Ancak işçiler kararlılar. Metal patronlarının uzlaşmaz tavrına uyarı grevleri ile cevap verdiler. Metal ve elektrik sanayisinin yatağı olan Baden-Würtenburg ve Bavyera başta olmak üzere, 700 bin işçinin çalıştığı NRW, Aşağı Saksonya, Hamburg ve Schleswig Holtstein gibi eyaletlerde ve Köln Ford, Daimler Benz, Siemens, MAN gibi büyük işletmelerde uyarı grevlerine başvuruldu. Uyarı grevleri 2 saatlik grevler olarak gerçekleşiyor. İşçiler şimdi de, “Grev için neyi bekliyoruz?” diyerek, sendika bürokratlarını 24 saatlik grevler için hazırlık yapmaya davet ediyorlar. 24 saatlik uyarı grevlerinin daha etkili olacağını düşünüyorlar. Grevler her defasında daha da kitleselleşiyor. İşçilerdeki kararlılık her eylemde kendini gösteriyor.
IG Metall şefleri ise her zamanki gibi işi ağırdan alıyorlar. 18 Ocak’taki üçüncü tur görüşmeden umutlular. Bir yandan “24 saatlik uyarı grevlerine hazırız” şeklinde samimiyetten yoksun açıklamalar yaparken, diğer yandan da, bir yerde buluşma ve uzlaşma umudu taşıdıklarını dile getirerek sermayeye mesajlar gönderiyorlar.
Yeni bir satış sözleşmesi sürpriz olmaz
İşçiler ileri sürdükleri talepler için mücadele konusunda istekliler. Önlerine düşülürse eğer, taleplerini elde edene kadar mücadele edeceklerini belirtiyor, kararlılıklarını ortaya koyuyorlar. Bu mücadele isteği ve kararlılığının bir süre daha devam edeceği söylenebilir. Ne var ki bu bir yere kadardır.
İşçilerin halihazırda tek örgütü sendikalardır. Her şeye rağmen sendikalardan beklentileri var. Önlerine düşmesini bekledikleri, sendika yöneticileri ile sendika ve işyeri işçi temsilcileridir. Ancak sorun tam da burada başlamaktadır. İşçiler her TİS döneminde belli bir kararlılıkla uyarı grevleri yapmakta, mücadeleye hazır olduklarını dile getirmektedirler. Fakat sonunda gelip sendika bürokrasisi engeline takılmakta, sendikal düzeni aşan bir irade ortaya koyamamaktadırlar. Bu, tüm sektörlerdeki işçiler için en büyük handikaptır. Bu handikap aşılamadığı içindir ki, sendika bürokratları uğursuz rollerini oynayabilmektedirler.
İşçilerin kendi öz mücadelelerinin ürünü olan sendikalar sendika bürokratları denilen işçi kahyalarının denetimindedir. Söz, karar ve yetki onların elinde toplanmıştır. Aldıkları yüksek maaşlarla, sahip oldukları türlü ayrıcalıklarla, sermaye sınıfına bağımlıdırlar. Almanya’nın sözde en ilerici sendikaları olan IG Metall ve Ver-di de dahil, tüm sendikalar sermaye patronlarına akıl hocalığı yapmakta, onların çıkarlarını kollamaktadırlar. Alman Sendikalar Birliği (DGB) Başkanı Reiner Hofman’ın 2008 krizi sırasında Alman tekelci burjuvazisine yaptığı öneriler bunun ibret verici bir örneği olmuştur. Kısacası sendikalar gelinen yerde kapitalistlerin danışma organları olarak iş görmektedirler. Sendika bürokratlarının daha şimdiden büyük şirketlerin yönetimlerindeki yerleri hazırdır.
Dolayısıyla, geleneksel sendikal düzen aşılmadıkça, sendika bürokratlarının her defasında yeni bir satış sözleşmesi ile işçilerin karşısına çıkmaları şaşırtıcı olmayacaktır. Uyarı grevlerine, işçilerin mücadele konusundaki istek ve kararlılığına rağmen, bir kez daha aynı akibet yaşanacaktır.
IG Metall bürokratları fazlasıyla deneyimlidirler. Başlarda kararlılık gösterileri yapacaklar, 24 saatlik uyarı grevleri vb. tehditler savuracaklardır. Nedir ki bu gösteriler aldatıcıdır, uyarı grevleri danışıklı dövüş mahiyetindedir. Grevleri ve görüşmeleri bilinçli olarak zamana yaymakta, işçileri oyalamakta, mücadelenin süreç içinde sönümlenmesini beklemektedirler. Bu noktaya gelindiğinde, satış sözleşmesine imza atmaktadırlar. Bu kez de muhtemelen aynı şeyi yapacaklardır.
Fabrikalarda taban örgütlülüklerine dayanan, işçilerin iradesini yansıtan, söz, karar ve yetkinin işçilerin elinde toplanmasını olanaklı hale getirecek olan yeni bir anlayış ve kurumlaşma ile mevcut sendikal düzen aşılamadığı sürece, bu hain takımı her seferinde aynı şeyi yapacak; “günün koşullarında en iyi sözleşmeyi yaptık” diyerek satış sözleşmelerine imza atacaktır.
Yerli ve göçmen, tüm işkollarında çalışan öncü işçiler ve sınıf devrimcileri, sınıfın döne döne bu akibeti yaşamasını istemiyorlarsa, tüm dikkat ve çabalarını bu görev ve sorumluluk üzerinde yoğunlaştırmalıdırlar.