Müslüman Kardeşler kanlı yüzünü gösterdi!
Halk isyanının ikinci yıldönümünde başlayan eylemler altıncı gününe girdi. Mübarek rejimiyle aynı yöntemlere başvuran Müslüman Kardeşler (İhvan) yönetimi, daha ilk adımda kanlı yüzünü tüm çirkinliğiyle gözler önüne serdi. Üç günde 50’ye yakın kişiyi katleden kolluk kuvvetleri, yüzlerce kişiyi yaraladı. Olaylardan muhalifleri sorumlu tutan İhvan şefi cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, ‘çözümü’ üç kentte (Port Said, İsmailiye, Süveyş) sıkıyönetim ilan etmek ve gece saat 21.00’den sabah 06.00’ya kadar sokağa çıkma yasağı koymakta buldu.
25 Ocak İsyanı'na yol açan temel nedenlerden biri, kolluk kuvvetlerinin pervasız zorbalıklarıdır. İhvan yönetiminin son günlerde sergilediği icraatlar, Mursi-Mübarek arasında kayda değer bir fark olmadığını göstermiş oldu. Seçimle işbaşına gelmiş olması, Mursi’yi Mübarek’ten daha demokrat yapmıyor.
İhvan şefi Mursi, Mısırlılara hitap ettiği bir televizyon konuşmasıyla sıkıyönetim ilanını duyurdu. Konuşmasında bir yandan tehditler savuran bir yandan vaatlerde bulunan Mursi, tıpkı devrik diktatörler Zeynel Abidin Bin Ali ve Hüsnü Mübarek gibi konuştu. Her iki devrik diktatör de, ülkelerinde halk hareketi başladığında benzer konuşmalar yapmışlardı. Nitekim pek çok Mısırlı İhvan şefinin konuşmasını devrik diktatörlerin hitaplarına benzetiyor.
Muhalefet cephesi Mursi’nin görüşme davetini reddetti
Konuşmasında burjuva muhalefete ‘ulusal diyalog’ çağrısında bulunan Mursi, alanlarda direnenleri yok saydı. Cumhurbaşkanı adına yapılan açıklamada, Mursi’nin, ülkenin içinde bulunduğu kaos ortamından kurtarılması için, Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin (UKC) önde gelen isimleri Muhammed El Baradey, Amr Musa, Hamdan Sabahi gibi isimlerle görüşmek istediği belirtildi. Oysa sokaklarda direnenlerin büyük çoğunluğu bu burjuva partilere mensup değil. Hatta son olaylar karşısındaki tutumlarından dolayı, burjuva muhalefet, eyleme devam eden kitleler tarafından, pasif tutum almakla eleştiriliyor.
Hal böyleyken, Mursi ile burjuva muhalefet liderlerinin masa başında yapacakları görüşmelerle, giderek karmaşık bir hal alan sorunlara çözüm bulunması, olası görünmüyordu. Ulusal Kurtuluş Cephesi’ni oluşturan muhalefet partilerinin çağrıya olumsuz yanıt vermeleri ise, Mursi’nin girişimini boşa düşürdü. Mursi, toplantıyı destekçileriyle baş başa yapmak durumunda kaldı.
Mursi’nin çağrısına olumsuz yanıt veren UKC bileşenleri, İhvan yönetiminin dinci despotluğundan rahatsızlar. Nitekim cepheyi oluşturan partiler, muhaliflerin de içinde yer alacağı bir ‘ulusal kurtuluş hükümeti’nin kurulmasını, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin erkene alınmasını, -Müslüman Kardeşler’e bağlı ve yönetimde belirleyici bir rol oynayan- Şura Meclisi’nin dağıtılmasını ve anayasanın bazı bölümlerinin değiştirilmesini talep ediyorlar.
UCK’nin talepleri, Müslüman Kardeşler yönetiminin kolay kabul edebileceği şeyler değil. Firavunluğa heveslenen Mursi, taviz vermek bir yana, iktidarını pekiştirmeyi hesaplıyordu. Ancak isyan halinin yeniden baş göstermesi, ABD'nin desteğiyle despot bir yönetim kurmaya çalışan İhvan şefi Mursi'nin işini zorlaştırdı. Bu durumu fırsat bilen burjuva muhalefet ise, iktidardan pay alma girişimlerini hızlandırdı.
Alanları terk etmeyen emekçiler, sıkıyönetime meydan okuyorlar
Mursi, kolluk kuvvetlerinin 40’ı aşkın cinayet işlediği Port Said, Süveyş ve İsmailiye kentlerinde sıkıyönetim ilan etti. Aynı zamanda orduya eylemlere müdahale etme ve sivilleri tutuklama yetkisi verdi. “Ülkenin güvenliği” söyleminin ardına sığınarak, orduyu polis gücü olarak kullanma çabasını meşrulaştırmaya çalışan Mursi yönetimi, eylemlerin üçüncü gününde Kahire’de bir genci katletti. Cinayetleri işleyen İhvan yönetiminin polisidir, ölenler arasında sadece iki polis bulunuyor; buna karşın Müslüman Kardeşler yönetimi, kendi eseri olan olayları gerekçe göstererek sıkıyönetim ilan etti.
Sıkıyönetim ilanı korku yaratmak bir yana, sert tepkiyle karşılandı. ‘Kanal kentleri’ diye anılan Port Said, İsmailiye ve Süveyş’te sıkıyönetim ilanı yapılan eylemlerle protesto edildi. Gece yapılan eylemler ise, sokağa çıkma yasağının tanınmadığını gösterdi. Kahire ve İskenderiye’de de sıkıyönetim ilanı sert tepkilere neden oldu.
Alanları terk etmeyen emekçiler, ’25 Ocak Devrimi’ni ekmek, onur ve özgürlük için gerçekleştirdiklerini, zorbalığı ortadan kaldırmak ve sosyal adaleti sağlamak için isyan ettiklerini vurguluyorlar. Aradan geçen iki yıla rağmen taleplerinin karşılanmadığını, tüm sorunların yerli yerinde durduğunu, Mursi’nin de tıpkı Mübarek gibi polis devletine dayandığını ifade eden emekçiler, talepleri karşılanana kadar mücadeleye devam edeceklerini vurguluyorlar.
Müslüman Kardeşlerle diğer dinci akımların Mısır’da kayda değer bir gücü var. Ancak halk isyanıyla daha da politikleşen Mısır’ın en dinamik kesimleri, İhvan’ın despot, dinci-Amerikancı yönetimine tepkililer. Politikleşen işçiler, emekçiler, gençler ile kamu emekçilerinin, kadınların, avukatların, doktorların, gazetecilerin bir kesimi ihvan yönetiminden rahatsızlar. Zira bu yönetim hem despot hem dinci hem neo liberaldir. Bu yapısıyla işçilerin, emekçilerin, gençliğin, kadınların ve yoksul köylülüğün talep ve beklentilerini karşılayamaz, dahası bunun önündeki en büyük engeldir. İşçi ve emekçilerin bu engeli ortadan kaldırmak için mücadeleye devam etmeleri de kaçınılmazdır.