Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) 15 yöneticisi ve militanı bundan 102 yıl önce 28 Ocak’ı 29’una bağlayan gece vahşice katledildiler. Çok özel çabayla yakın zamana kadar üzerine örtülen sis perdesi altında kalan bu katliamın nasıl gerçekleştiği, ancak son yıllarda yapılan çalışmalarla büyük ölçüde aydınlatılabildi.
10-16 Eylül 1920’de Bakü’de Anadolu, Avrupa ve Rusya’nın çeşitli yerlerinden gelen delegelerin katıldığı kongrede kurulan TKP, bundan kısa bir süre sonra bazı militan ve parti yöneticilerinin Anadolu’ya geçmesi kararı alır. Amaç milli kurtuluş savaşına katılarak burada örgütlenmektir. Bu kararın bazı yönleri halen tartışılmakla birlikte kesin olan şudur; Komünist Enternasyonal’in ilkeleri ve onun bizzat yönlendirmesi ile kurulan TKP’nin amacı ulusal kurtuluşa önderlik ederek onu sosyalist bir devrimle taçlandırmaktır. Zaten TKP'li komünistlerin katledilmelerinin arkasında yatan temel neden de bu olmuştur.
Anadolu’ya geçen TKP yöneticileri ve militanlarının tam sayısı bazı kaynaklarda farklı biçimlerde yer alsa da 29 Ocak gecesi katledilen komünistlerin 15 kişi olduğu kabul edilir. Yolda dönenler, uzun yolculuk sırasında Ankara hükümetinin “şefaatine” sığınanlar, değişik nedenlerle o gece batırılan kayığa binmemiş olanlardan söz eden araştırmacılar da vardır. Ancak bizzat bu katliamı planlayanlardan Kazım Karabekir anılarında Trabzon’a doğru yola çıkan 16 kişiden söz eder. 15 kişinin katledildiği kabul edildiğine göre heyette yer alan 16. komünist kimdir ve ona ne olmuştur? İsminden çok az söz edilen bu komünist aynı zamanda Mustafa Suphi’nin eşi olan Mariadır.
Hakkında çok fazla şey bilmediğimiz bu devrimci kadının o gece katledilmediği, ne yazık ki sonrasında çok büyük acılarla karşı karşıya bırakılarak öldürüldüğü son dönemde ortaya çıkan acı gerçeklerden biri olmuştur.
Devrim idealine bağlı, inançlı, direngen bir komünist kadın
1917 devrim sürecini yaşayan Maria bir komsomolkadır. Devrim sonrasında o da birçok genç komünist gibi Rus köylülerine yönelik aydınlatma faaliyetleri içinde yer alır. Elinde devrimin bildirileriyle o köyden ötekine coşkuyla koşar. Yolları Bakü’de geleceğin TKP genel sekreteri Mustafa Suphi ile kesişir ve birbirlerine aşık olurlar. Mustafa Suphi’nin Anadolu’ya geçmek ve Ekim devriminin ateşini bu topraklara yaymak fikri Maria’ya büyük bir heyecan katar. Maria, Mustafa Suphi ile birlikte Anadolu’ya gelmek ve Sovyetlerde kurulan işçi cumhuriyetini Türkiye’de kurmak için ona eşlik etmek ister.
Önce Kars’a gelirler. Burada uzun süre oyalanıp bekletilirler ve ardından Erzurum’a yönlendirilirler. Mustafa Suphi’nin etki ve örgütlenmesinden korkan Ankara hükümeti iyi ilişkiler içinde bulunduğu Sovyet cumhuriyetini de kızdırmayacak bir şekilde onların Ankara’ya gelişlerini engelleme kararı alır.
Suphi ve yoldaşları Erzurum’dan başlayarak organize edilmiş provokasyon ve saldırılara maruz kalırlar. Amaç “halk sizi istemiyor” denilerek yollarından alıkoymaktır. Ancak başta Mustafa Suphi olmak üzere TKP heyeti kararlıdır. Maria da yola devam etmek konusunda hiçbir tereddüt duymaz. Erzurum’da bir süre bekletildikten sonra Ankara yerine Trabzon’a doğru yönlendirilirler. Yol boyunca türlü tertip ve provokasyonlar devam eder. Trabzon’a vardıklarında, Ankara hükümetinin tertiplediği iğrenç provokasyonlarla karşı karşıya kalırlar. Silahları ellerinden alınır ve geri gönderilmek üzere zorla bir kayığa bindirilirler. Onları takip eden çeteler tarafından Trabzon açıklarında katledilirler. Maria burada alıkonulur.
15 devrimcinin katledildiği gece Maria’nın acılarla dolu esirlik hayatı başlamış olur. Yıllar içinde Mustafa Suphilerin akıbeti konusunda birtakım bilgilere ulaşılsa da Maria hakkında çok az bilgiye ulaşılmış, onun akıbetiyle ilgili bazı değinmelerin ötesinde çok az şey söylenmiştir. Mustafa Suphi’lerin katledilmesinin 100. yılında çıkan “Maria Suphi bir direniş öyküsü” adlı belgesel romanında Kenan Karabağ Maria Suphi’nin izini sürer. Onun Trabzon’da alıkonulduktan sonra katliamın gerçekleştirilmesinde doğrudan rol oynayan Topal Osman tarafından esir tutulduğunu, burada günlerce işkence görüp, tecavüze uğradığını, sonrasında ise bir seks kölesi olarak şehrin ileri gelen ailelerinden birine satıldığını anlatır. Bu vahşi muamelelerden sonra ise Rizeli kayıkçılara hediye olarak sunulur. Onlar tarafından öldürülür.
Roman, inançlı bir kadın devrimcinin tüm bu zulümler karşısında nasıl bir dirençle ayakta kaldığını resmeder. İlk esir alınışında “size asla teslim olmayacağım” diye onurla direnen Maria’nın kimliğiyle, köyden köye devrim örgütlenmesini yaymaya çalışan, devrimi kendi ülkesine taşımak için her şeyi göze alan adama aşık olan ve onunla birlikte bu hülyanın peşinden giden Maria’nın kimliği birebir örtüşür. Maria acılar içinde inançla ayakta kalmanın, boyun eğmemenin simgesi haline gelir.
Diğerleri ölüme gönderilirken Maria’nın sağ bırakılması elbette ki onun kadın olmasına karşı gösterilen bir ayrıcalıktan gelmemektedir. Tersine, Maria’nın maruz kaldığı tüm zulüm bu ülke kadınlarına, hele ki direngen kadınlara verilen bir gözdağı, gösterdikleri gözü pekliğe ve cesarete karşı duyulan ilkel bir kin ve büyük bir öfkenin dışa vurumudur.
Tecavüz, işkence gibi vahşi uygulamalar yıldırmanın aracı olarak o günden bugüne egemenler ve onların uşakları tarafından kullanılmaya devam ediliyor. Bu ülke daha nice Maria’ların hikayeleri ile dolu. Ama Kenan Karabağ’ın resmettiği Maria gibi bu ülkenin devrimci kadınları da zulme, baskı ve aşağılanmaya karşı direndi, direniyor, direnecek…
Biliyoruz, harcı Mustafa Suphi’lerin, 15’lerin, Maria’ların kanı ile karılmış olan baskı ve sömürü düzeni alaşağı edilmeden bu ülkede ne kadınların ne emekçilerin egemenler tarafından maruz bırakıldıkları vahşet bitmeyecek.
Türkiye’ye gelirken yüreği devrim mücadelesi için çarpan Maria’nın kalbiyle mücadele etmeye devam edeceğiz. Sana söz Maria, bir gün yaşanan bütün bu acıların hesabını soracak, özgür, eşit, sosyalist bir dünya kurma özlemini muhakkak gerçekleştireceğiz.