Sermaye düzeni temel haklara ve özgürlüklere savaş açtı

Bugün sermaye düzeninin birkaç hamleyle emekçilerin 200 yıl öncesine uzanan kurumsallaşarak yasalaşmış haklarını yok etmesine engel olmanın tek yolu vardır. Bu yola sermayenin çıplak zoru karşısında burjuva cumhuriyeti demokratikleştirmek anlamına gelen liberal-reformist çizgi ile ulaşılamaz. Dün olduğu gibi bu süreçte de demokratik ve siyasal hak ve özgürlükler uluslararası devrimci hareketin yükselişinin basıncıyla bir “yan ürün” olarak sermayeden koparılabilir. Yani işçi sınıfının, kapitalist kölelik ve barbarlık düzenine karşı izleyeceği yegane kurtuluş yolu devrimci sınıf hareketini yükseltmekten geçiyor.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 28 Ağustos 2017
  • 06:56

Çözüm işçi sınıfının devrimci sosyalist iktidarında!

 

Emperyalist burjuvazi kendi metropollerinden başlayarak tüm dünyada işçi sınıfı ve emekçileri gerici kuşatma altına alarak saldırganlaşıyor. Çünkü daha çok kâr üzerine kurulu sistemlerinin yapısal bunalımı derinleşiyor. Ve bu nedenle bir kez daha ağırlaşan faturayı tüm insanlığa çıkarmanın hummalı hazırlığı içerisindeler. Siyasi gericilik tırmandırıldı. Polis rejimi ile tüm toplumsal yaşamın denetim altına alınması emperyalist metropollerden Latin Amerika ülkelerine, Afrika’dan Ortadoğu ve Uzak Asya’ya kadar tüm dünyanın gündeminde.

Sermaye diktatörlüklerinin hedefinde işçi sınıfı ve emekçilerin dişe diş mücadele ile kazandığı demokratik hak ve özgürlükler var. “Burjuva demokrasisi”nin sınırları içerisine giren bu haklara sosyal mücadelenin gelişme kanallarını tıkamak için gözü dönmüş bir şekilde saldırmaktalar.

Dolayısıyla en tepe noktasını Alman faşizmi ve İtalyan faşizmi örneklerinde gördüğümüz icraatlar sosyal mücadelenin önünü tıkamak, savaş, saldırganlık ve ekonomik-sosyal yıkım politikalarını pervasızca uygulamak amacıyla tüm şiddetiyle devreye sokuluyor. Üretimdeki yeri ve devrimci konumu ile işçi sınıfı kapitalizmin daha çok kâr üzerine kurulu düzeninin mezarını kazarken, egemenler sömürü düzenlerini ayakta tutmak için özgürlükleri yok etmek zorundalar.

Tüm dünyada hüküm süren bu gericilik eğilimi, özel olarak altını çizmek gerekir ki, bir tercih değil sermaye için tarihsel bir zorunluluktur.

Tüm dünyada sermayenin faşist diktatörlüğü sahnede

Burjuva muhalefetin “demokrasi ölüyor” haykırışları ile her geçen gün daha da yükselen korkusunun nedeni hızlanan otoriterleşmenin tetikleyeceği sosyal mücadele dinamikleridir. Öte yandan ayaklarını bastıkları kapitalist düzenin temellerinin hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde sarsılmasıdır. Sorun artık Türkiye gibi demokratik hak ve özgürlükler açısından her zaman geri kalmış, emperyalizme bağımlı ülkelerle sınırlı değildir. The Guardian gazetesinin “demokrasi ölüyor” başlıklı yazısı bu çerçevede kapitalizmin tüm kurumlarıyla birlikte miadını doldurduğunun bir itirafıdır.

Emperyalist hegemonyanın başat güçleri olan ABD, Rusya, Almanya, Fransa gibi ülkeler faşist yasalarla yönetilmekte, en ufak bir sosyal mücadele kıpırtısına karşı tahammülsüz bastırma hareketi düzenlenmektedir. Burjuva düzen kurumlarının gerçek yüzünün ortaya çıktığı bu tabloda kitleleri boş hayallerle kandırmak da zorlaşmaktadır. Çünkü devlet aygıtının sermaye sınıfı adına çalışan kaba bir baskı aracı olduğu gerçeğinin üzerini örtmek imkansız hale gelmiştir. Otoriterleşme olarak tanımlanan “dönüşüm” işçi sınıfı ve emekçileri, direnen halkların sosyal hareketliliğini düzen içi muhalefete varıncaya kadar sindirme, emperyalist kapitalizmin yeni faşist-gerici eğilimidir.

Temel hak ve özgürlüklerin boğulması, işçi ve emekçilerin soluğunun kesilmeye çalışılması, bugün bu nedenle yalnızca emperyalizme bağımlı ülkelerin değil, kapitalist metropollerdeki işçi ve emekçilerin de yaşamsal bir gündemidir. Emperyalist kapitalizm miadını doldurmuş, savaş ve saldırganlıkla, açık faşizm ve her türden gericilikle kitlelere boyun eğdirmeye çalışmaktadır.

Sistem çürüyüp tükendikçe, kuvvetler ayrılığı, anayasa, oy hakkı, temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması, herkesin yasalar önünde eşitliği, düşünce özgürlüğü vb. temel ilkelerden hızla uzaklaşıyor. Bunalım ve savaş dönemlerinin keyfi ve kuralsızlıkla dolu barbarlığının bir tezahürü ile karşı karşıyayız. İnsanlığın ezici bir bölümünü ekonomik, sosyal, siyasi boyunduruk altına almak ve buna bağlı olarak devrimci yükselişin önünü kesmek için faşizm, ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve şoven milliyetçilikle milyonlar köleleştirilmeye çalışılmaktadır.

Demokratik siyasal özgürlüklere tahammülsüzlük

“Adalet”, “özgürlük” vb. talepler dünyanın dört bir köşesindeki sınıf ve kitle hareketlerinin öne çıkardığı şiarların başında gelmektedir. Emperyalist kapitalizmin sahte “özgürlük, demokrasi, adalet” vaatleri kendi metropollerinde de her geçen gün inandırıcılığını kaybetmektedir.

ABD’den Britanya’ya, Polonya’dan Brezilya ve Türkiye’ye kadar uzanan geniş bir coğrafyada sınıf ve kitleler burjuva mahkemeler önünde eşitlik, sosyal adalet, sermayenin ırkçı-faşist polis rejimi uygulamalarının son bulması, adil yargılama, yargının polis rejiminin bir uzantısı haline gelmesinin önünü açan yasaların geri çekilmesi için sokaktalar. Sömürü, kölelik, ırkçılık, mültecileştirme ile savaşların artan yıkımı ve vahşetin sonucu olan, çığrından her geçen gün çıkan bir baskıdır söz konusu olan.

Tam da buradan hareketle emek-sermaye arasındaki çatışmanın, işçi sınıfı cephesindeki mücadelelerin ve örgütlenmenin gücü ve niteliği, tarihsel sürecin gelişim seyrinde çığır açacak kritik bir halkadır. Bir taraftan kapitalizmin krizinin ürünü olan ekonomik-sosyal hakların budanmasının neden olduğu yıkım küçük-burjuva ara katmanları da hızla proleterleştirerek militanlaştırmakta ve işçi sınıfı gibi onları da emperyalist saldırganlığın, silahlanma yarışının, militarizmin yarattığı sorunlara, ırkçı politikalara, yoksulluğa, yolsuzluklara, otoriterleşme yasalarına karşı hızla politikleştirmektedir.

Devrimci alternatif geliştirilemediği koşullarda bu kitleler emperyalist politikaların güdümünde, sağcı-gerici-faşist akımların etki alanına giriyorlar. Avrupa’da güçlenen faşist gruplar ve yarattıkları kitle tabanları ve örneğin Venezuela’daki Bolivarcı Maduro iktidarına karşı ABD destekli sağcı muhalefet bu tespitimizi doğrulamaktadır. (Emperyalist ölüm makinesi IŞİD saflarına Ortadoğu, Uzak Asya ve Avrupa’dan katılanların ait olduğu sosyal sınıflara burada dikkat çekmek gerekir. Sisteme karşı öfke ve hoşnutsuzluk Ortaçağ gericiliği ile kendini dışa vurmakta, düzenin denetimi içine sokulmaktadır.) Üretim içindeki yeri, kapitalist özel mülkiyete karşıt konumuyla tüm emekçi katmanları devrim ekseninde birleştirerek umutsuzluğu, yılgınlığı ve gerici arayışların ürünü olan çürümeyi ancak işçi sınıfı dağıtabilir.

Dünya ölçeğinde sert sınıf mücadelelerine hazırlık

Yalnızca üç farklı kesitle özetlemek istersek; Fas’ta geçen yılın sonbaharında balıkçı Muhsin Fikri’nin çöp kamyonu presinden tezgahını almaya çalışırken vahşice katledilmesinden bugüne kitleler ayakta. Yolsuzluklara, işsizliğe, yoksulluğa, baskıya karşı özgürlük ve sosyal adalet istiyorlar. Haziran ayında Londra Greenfell Tower gökdeleninde çıkan yangına karşı hiçbir tedbirin alınmaması nedeniyle çoğunluğu Suriyeli olan göçmenlerin diri diri yakılarak kapitalist kâr hırsına kurban edilmesi ardından kitleler “adalet” talebiyle sokaklara çıktı ve bu öfke kemer sıkma politikalarına karşı eylemlerle devam ediyor. Son kesit, emperyalist kan emici çetenin ele başlarından biri olan, kızışan emperyalist nüfuz mücadelesinin oyuncusu olarak ülkesi içinde ve tüm dünyada neo-liberal yıkımı ve saldırganlığı örgütleyen Fransız burjuvazisinin iktidar dümenine Rothschild’in yöneticisi olan Macron’u getirerek ekonomik-sosyal zorun şiddetini arttırmaya başlamasıdır.

Emperyalist burjuvazi yalnızca mecbur olduğu için takmak zorunda kaldığı siyasal hak ve özgürlükler maskesini sosyal mücadele dinamiklerini kontrol altına almakta zorlandığı bir süreçte söküp atmıştır. Ve işçi sınıfına ve ezilen halklara azı dişlerini göstermektedir. Tüm dünya ölçeğinde bunun ne anlama geldiği açıktır. Yargısız infazlar, işçi önderlerine yönelik cinayetler, işkence ve kötü muamelenin genel bir hal alması, ırkçı-mezhepçi saldırıların kitle kıyımına dönüştürülmesi, demokrasiye düşman dinsel gericiliğin, tarikatların, şeyhlerin, ırkçı siyonizmin kitlelerin üzerine salınması yaygınlaşmaktadır.

Bugün sermaye düzeninin birkaç hamleyle emekçilerin 200 yıl öncesine uzanan kurumsallaşarak yasalaşmış haklarını yok etmesine engel olmanın tek yolu vardır. Bu yola sermayenin çıplak zoru karşısında burjuva cumhuriyeti demokratikleştirmek anlamına gelen liberal-reformist çizgi ile ulaşılamaz. Dün olduğu gibi bu süreçte de demokratik ve siyasal hak ve özgürlükler uluslararası devrimci hareketin yükselişinin basıncıyla bir “yan ürün” olarak sermayeden koparılabilir. Yani işçi sınıfının, kapitalist kölelik ve barbarlık düzenine karşı izleyeceği yegane kurtuluş yolu devrimci sınıf hareketini yükseltmekten geçiyor.