Paramaz ve yoldaşlarını anarken…

Beyazıt'ta yirmi darağacı!

Paramaz ve yoldaşlarının hikayesi Türkiye'de 19. yüzyıldan bu yana sistematik olarak uygulanan devrimci önderlikleri imha etmenin ilk halkasıdır. Bunu Mustafa Suphi ve yoldaşlarının Karadeniz'de boğulması izler.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Güncel
  • |
  • 15 Haziran 2022
  • 13:49

“Biz proleterler için güzel ve belli tek bir amaç var: şimdinin çürümüş cemiyet teşkilatını temelden devirip yerine bizimkini, sosyalizmi tesis etmek!”

Vanik bu sözleri, savaş dolayısıyla Osmanlı ordusunda askere alınıp subay eğitimine gönderilmeden hemen önce yazmıştı. Kısaltılarak aşağıya aktarılan sözler ise Paramaz’ın, Osmanlı egemenliği altındaki halkların o günün koşullarında kardeşçe yaşaması için yaptıklarını anlatıyor:

“Ermenilerin ve Türklerin kardeşliğini sağlamak için ne kadar enerji tükettik, ne çok acı çektik. Güven yoluyla birbirimizi yükseltmek için evimden ve ailemden uzun yıllar ayrı kaldım. Yıllar sonra geri döndüğümde kızım beni tanımadı.

“Yalnızca olağanüstü çabalarımızı yok saymakla kalmıyorsunuz, bilinçli olarak bizi imha etmeye çalışıyorsunuz. Doğuda Batı medeniyetinin tohumlarını yeşertmek istedik. Siz ise bundan dehşete kapıldınız ve bizi kırmaya başladınız. Suç ve baskıyı desteklediniz. Her türlü protesto biçimini susturmayı denediniz. Anayasanın bize tanıdığı hakları kullanmayı denediğimizde, bizi yasaların sağladığı korumanın dışında bıraktınız. Partimiz, 1908 Meşrutiyet ilanı akabinde kabul edilen anayasa temelinde, toplumsal yararlılığı, amacı ve programı devletin İçişleri Bakanlığı tarafından kabul ve onay görmüş, resmi kaydı yapılmış bir partidir. Oysa siz şimdi aynı İçişleri Bakanı’nın talimatıyla partimizi yasadışı ilan ediyor, bizi imha etmeye çalışıyorsunuz. Biliniz ki, Ermenilerin imha edilmesi bütün Türkiye’nin yıkımı demektir. Bu yıkımın acısı nesiller boyunca sürecektir.”

Paramaz, Vanik ve 18 Ermeni devrimci, 1915 yılında, 15 Haziran’ı 16’ya bağlayan gece İstanbul Beyazıt Meydanı’nda asılarak idam edilirler. Paramaz ve yoldaşlarının hikayesi Türkiye’de 19. yüzyıldan bu yana sistematik olarak uygulanan devrimci önderlikleri imha etmenin ilk halkasıdır. Bunu Mustafa Suphi ve yoldaşlarının Karadeniz’de boğulması izler. TKP, 1920’deki kuruluşundan itibaren sistematik bir baskı altında kalır. Derin devletin ilk “faili meçhul” cinayeti Sabahattin Ali olur. TKP nihayet 1951’de tasfiye edilir.

Ardından “71 Devrimci Hareketi’nin önderleri çatışmalarda, işkencelerde ve darağaçlarında katledilir. Henüz yeni bir filiz olan Kürt devrimci önderliği, Dr. Şıvan ve yoldaşlarının tasfiyesi, aynı dönemde bu zincirin halkalarına eklenir.

Osmanlı’da ve onun devamı olan burjuva cumhuriyetinde aynı gelenek sürdürülür: Filiz halindeki devrimci önderlikleri öncelikle ve özellikle imha etmek!

Paramaz ve yoldaşlarının imhası da, Ermenilere dönük büyük kırım sürecinde devrimci önderliğin ilk elden tasfiye edilmesidir.

20 devrimcinin asılması: Büyük acıların işaret fişeği

1908 yılında iktidar olan İttihat ve Terakki partisi, 1911 yılından itibaren Anadolu’yu Ermeni ve Süryani gibi halklardan arındırma planları yapmaya başlar. Planın ilk adımı, 1887 yılından beri Ermeni halkının devrimci öncüsü olan Sosyal Demokrat Hınçak Partisi’ni (SDHP) etkisiz hale getirmektir. Paramaz ve 19 yoldaşının katledilmesi yüzyılı aşkın süredir ağır bir insani utancın nedeni olan olayların işaret fişeği olur. Bu olayın neredeyse yüz yıl boyunca karanlıkta kalmasının asıl nedeni, Paramaz ve yoldaşlarının siyasal konum ve kimliğidir. Açığa çıkan gerçekler, Paramaz ve yoldaşlarının temsil ettiği Ermeni devrimcilerin, Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde kardeşlik ve sosyalizm davasının ilkleri olduklarını ortaya koymaktadır.

20’ler olayının en dikkat çekici yanı, Ermeni halkının insani, kültürel ve maddi yıkımıyla sonuçlanarak Anadolu’da yok edilmesi anlamına gelen 1915 olayları başlamadan önce, devrimci önderliğinin ilk hedef seçilmesidir. Sızdırılmış ajanlar, muhalif bir partide iç ihaneti örgütlenmesi, legalizm bataklığının boğucu zemini dikkat çeken hususlardır.

 Ajanın milleti yoktur, hizmet ettiği sınıf vardır!

II. Enternasyonal çizgisindeki Sosyal Demokrat Hınçak Partisi (SDHP) 1913 yılı sonlarında Köstence’de bir kongre gerçekleştirir. Bu kongrede iktidar gücü olan İttihat ve Terakki’nin 1911 yılından beri Anadolu’yu Ermenilerden arındırma planları masaya yatırılır. Ermenilerin kırılması ve ölüm yolculuklarına çıkarılmasına karşı yapılması gerekenler saptanır. 1909 yılında legale çıkan partinin yeniden yeraltına geçmesi kararlaştırır. SDHP’nin önder kadrolarından Madteos Sarkisyan (Paramaz) kongre kararları gereğince, bir dizi ön görüşmeden sonra, Mısır’ın Kahire kenti üzerinden İstanbul’a gelir. Paramaz zaman kaybetmemeleri gerektiğinin bilincindedir. Geç kalındığına dair kaygıları vardır.

Paramaz gemiden iner inmez Arşavir Sahakyan’ın göstermesiyle polis takibine alınır.

Sahakyan partiye sızdırılmış Ermeni bir ajandır. İttihat ve Terakki iktidarı bu ajanın verdiği raporla, SDHP’nin yeraltına çekilerek, Ermenilerin ölüm yolculuklarına gönderilmesini boşa çıkartmaya çalışacaklarını öğrenir. SDHP’nin devrimci kadroları böylelikle öncelikli hedef olurlar. Bu hedefe dönük olarak polis ve hafiye timleri oluşturulur.

Takibi yoğunlaştıran polis bir süre sonra harekete geçer. Ermeni devrimcilere dönük büyük bir operasyon başlar. Partinin 120 üyesi kısa sürede yakalanır. Bu yakalananların içinde Paramaz’ın dışında partinin etkin kadrolarından Dr. Benne, o sıralar askerde olan gençlik önderlerinden Keğam Vanikyan, genç önderlerden işçi Yervant ve Türklerle ilişkiler uzmanı Hampartzum Boyacıyan da vardır.

İhanete çıkan yol!

Arşavir Sahakyan’ın “tehdit ediliyorum” şikayetleri üzerine tutuklananların sayısı 120’nin üzerine çıksa da, sonuçta tutuklu kalanların sayısı 46 kişiye iner. Paramaz daha önce Van’daki yargılanması sırasında (1897) rüşvetin Osmanlı adalet sisteminin vazgeçilmez bir parçası olduğunu vurgulamıştır. Aynı sistem bu olayda da çalışır. Sayının 46’ya düşmesinin nedenlerinden biri budur. Canı pahasına rüşvet vermeyi reddeden Şebinkarahisarlı Karnig idam sehpasına götürülürken, bu utancı görevlilere hatırlatır: “Ey katiller! Eğer istediğiniz 30 lira rüşveti ödeseydim beni serbest bırakacaktınız değil mi?”

Partinin Türklerle ilişkiler uzmanı Hampartzum Boyacıyan gibi bazı tanınmış üyeleri de kısa sürede serbest kalırlar. Bunun nedeni bilinmese de, yüzyıllık deneyimden biliyoruz ki, bu pekala da Boyacıyan ve arkadaşlarına partinin legale çıkarılmasındaki hizmetlerinin karşılığında verilmiş bir ödül olabilir.

Tutuklanan, ağır işkencelerden geçirilen ve darağacına gönderilenler, partinin devrimci kanadının mensupları, yani partinin yeraltı temelinin korunması gerektiğini savunanlardır. 1909 yılında partinin legale çıkmasının yolunu açanlar, dava sürecinde devrimci kanadı suçlayarak onlardan olmadıklarını açıklayıp dururlar. Sayının 100 küsurdan 46’ya düşmesinde bu tutumun payı büyük olur. Boyacıyan ve arkadaşları mahkeme sürecinde yaptıkları açıklamalarla Paramaz ve yoldaşlarının durumunu zora sokmakla kalmazlar, onların döne döne ağır işkencelere tabi tutulmalarına da sebep olurlar. Sonuçta idam kararlarında ajanların ve objektif olarak itirafçı konumunda olanların ifadeleri dayanak işlevi görür. 

Düzmece mahkeme

Tümüyle göstermelik bir yargılamayla iş kılıfına uydurulur. Çünkü o yıllarda Ermeni halkının hakları Avrupa’da siyasi ve diplomatik görüşmelerin konusudur. Bu nedenle İttihat ve Terakki yönetiminin, içlerinde uluslararası planda tanınmış devrimcilerin olduğu Paramaz ve yoldaşlarını o günün koşullarında yargısız infazlarla yok etmeleri kolay değildir. Bu nedenle İttihatçı polis şefleri ve savcıları, Ermeni devrimcilerin İttihatçı şeflere suikast planları yaptıklarını ileri sürerler. Ama ajan ve itirafçıların ithamları dışında ortaya konulan bir kanıt yoktur.

Kanıta ihtiyaç da duyulmaz. 22 devrimciyi idam etmek için gizli tanık kullanılır. İtirafçıların ifadeleri esas alınır. Uydurulmuş suikast senaryoları yazılır. Bunlar yeterince ikna edici görünmeyince, Arşavir Sahakyan’ın gizli tanıklığı deşifre edilir ve mahkeme salonuna getirilerek konuşturulur.

İktidar partisi gizli kongre yapıyorsa!

Bir iktidar partisi gizli kongreler yapıyorsa, gizli eğitim kamplarında kelle kesen caniler yetiştiriyorsa, tonlarca silahı kayıtsız dağıtıyor ve geri toplamıyorsa, biliniz ki “derin devlet” çok özel planları hayata geçirme hazırlıkları içindedir. İktidar partisi İttihatçıların 30 Eylül 1911’de Selanik’te yaptıkları gizli kongrenin gösterdiği biricik gerçek budur.

Kimi tarihçilere göre çoğu Türk kökenli olmayan İttihatçılar’ın “Türk olduklarını keşfettikleri” gizli kongre, Ermeni ve Süryanilerin içinde olduğu Müslüman olmayan halkların yerleşim yerlerini boşaltarak yerlerine Türk vatandaşları yerleştirme kararı alır. Plana göre Kürtler de “gavur”lara karşı harekete geçirilecektir.

Olayların gelişmesi göstermiştir ki, İttihatçılar, devrimcileri etkisiz hale getirmeksizin Ermeni halkını direnişsiz ölüm yolculuklarına gönderemezlerdi. Kırılan ya da göçertilen Ermeni halkının mallarına, yerlerine, yurtlarına konmaları kolay olmazdı. Çünkü devrimciler halkların tarihinde ırkçılığa, barbarlığa, zulme, kırılmaya ve sürülmeye karşı hep barikat olmuş, kimi zaman halkları büyük tehlikelerden korumuşlardır.

Sosyal Demokrat Hınçak Partisi’nin devrimci kanadının aynı rolü oynama ihtimali çok büyüktür. Kimi İttihatçılara yönelik suikast planları yaptıkları iddiasıyla tutuklamalara gerekçe üretilir. Bu yaygınlıkta tutuklamalar, 1915 yılında Ermenilere yapılacakların ön hazırlığı, “keşif kolunun yaptığı ön temizlik”tir.

Göstermelik yargılama sonucunda çıkan karar 22 Ermeni devrimcinin idamıdır. SDHP’nin önderi Sabah Gülyan ve ileri kadrolarından Verastad yakalanamadıkları için onların dosyası ayrılır. Madteos Sarkisyan (Paramaz), Agop Hazaryan, Kapril Keşişyan, Simbat Vartan, Rupen Karabetyan, Dr. Benne, Armenak, Abraham, Aram Açıkbaşyan, Hrant Karakin, Bogos, Agop Basmacıyan, Thomas, Yermiya, Mıgırdiç Yeretsyan, Kegam, öğretmen Panover Yervant, Ohannes Yergazaryan ve Karnik adlı devrimciler idam edilmek üzere zindana kapatılırlar.

“Devrimciler ölüme böyle gider!”

Devrimciler hep kendilerine yakışır bir şekilde darağaçlarına yürümüşlerdir. 20’ler bunun yeni bir örneği olur. Paramaz darağacına götürülürken, Giordano Bruno gibi, “ölümümü bildirirken çok korkuyorsunuz” diyerek cellatlarını aşağılar. Kafkaslar’dan Anadolu’ya, Mısır’dan Avrupa’ya kadar pek çok yerde özgür ve kardeşçe bir yaşamın peşinden koşan, aydınlık ile karanlık, bilim ile cehalet arasındaki savaşa her yerde katılan Paramaz, gerçekte Bruno’nun kendisidir.

Dini tören için hazır bulundurulan Kumkapı papazlarından D. Kalusd Bogosyan’ın tanıklığına göre, 20’lerin devrimci duruşunu yönlendiren Paramaz’dır.

Onlara “Yoldaşlar, başımız dik gideceğiz, yiğitçe!” diye seslenir.

19 kişiden oluşan koro, karşılık verir: “Yaşasın Özgürlük, Yaşasın Ermenistan!”

Paramaz ve yoldaşları bir ölüp bin doğan geleneğinin çocuklarıdır. Tıpkı Bruno, Nesimi, Şeyh Bedrettin, Pir Sultan gibi!..

“Biz yirmileri asabilirsiniz ama bilin ki arkamızdan yirmi binler bizleri takip edecek” diyen Dr. Benne, mücadeleye Julius Fuçik olarak geri döner.

Onlar yerine göre bir İtalyan, bir İranlı, Ermeni, Kürt ya da Üç Fidan’ımız Deniz, Yusuf ve Hüseyin gibi Türk olarak doğarlar. İşçi Yervant tıpkı Pir Sultan gibi türkü söyleyerek darağacına gider. Cellatların “sus” bağırtılarını duymaz bile. Türküsüne yalnızca, “siz sadece bizim vücudumuzu yok edebilirsiniz, fakat inandığımız fikirleri asla. Yarın Ermenilik özgür ve sosyalist Ermenistan’ı selamlayacaktır” diye haykıran Paramaz’a eşlik etmek için ara verir.

Ajan Arşavir Sahakyan’a suikast düzenleme iddiasıyla tutuklanan partinin gençlik kolundan Hrant Yegavyan, duruşları karşısında irkilen subaya “Neden irkildin? Devrimciler ölüme böyle yürür” dedikten sonra, yoldaşlarının ortak son haykırışına eşlik eder: “Yaşasın Sosyalizm, Yaşasın Ermenistan!”

Devrimciler ölüme böyle giderler!

Arkalarında, işkence altında, mahkeme salonunda ve darağacında bugüne kadar bilinmeyen manevi değerleri büyük siyasal bir hazine bırakarak!.. 

İttihatçıların işlerini kolaylaştıran adım: Legalleşme

Sosyal Demokrat Hınçak Partisi, 1887 yılında Cenevre’de Devrimci Hınçak Partisi (DHP) adıyla illegal kurulur. 1909 yılında yaptığı kongrede, o dönemin II. Enternasyonal partilerince yaygın biçimde kullanılan “Sosyal Demokrat” ön ekini alarak, ismini Sosyal Demokrat Hınçak Partisi (SDHP) olarak değiştirir.

İstibdat döneminin bu partisi Kafkasya, İstanbul ve Anadolu’nun değişik kentlerinde gizli örgütler oluşturur. Hınçak (Çan) isimli parti gazetesinin yanı sıra, Gayzt (Kıvılcım) adlı bir de gençlik dergisi çıkartır. Yeraltı yayınını mahalli alanlarda kullanan parti, İstanbul’da da Nor Aşkharh (Yeni Dünya) adıyla işçilere, öğrencilere ve aydınlara seslenir.

Kuruluşundan 1908 yılına kadar illegal kalan, birçok direnişe önderlik eden ve arada ciddi kayıplar vermekle birlikte yayılarak gelişen SDHP, II. Meşrutiyet’in ilanından sonra bir iç tartışma sürecine girer. Yasaların tayin ettiği sınırlar içinde çalışan, İttihatçılarla iyi ilişkilere sahip öteki Ermeni örgütü olan Taşnakların geniş Ermeni kitlelerini etkilemeleri ve hızla kitleselleşmeleri, Hınçak partisi içinde basınca dönüşür ve tartışmayı ayrıca körükler. Legal imkanların etkili kullanımı yerine partinin legale çıkması tartışması, SDHP’nin 1909’da yaptığı 6. Kongre’nin en önemli gündemi olur. Çıkacak olan karar ise SDHP’nin devrimci-sosyalist kanadının akıbetini tayin eder.

İttihatçılar, 1913 yılına kadar Taşnaklarla iyi ilişkiler kurup yıllarca onlarla ortak hareket ederlerken, Hınçaklara karşı hep düşmanca bir tavır sergilerler. Bu bir sınıf tutumudur ve karşılıklı sahip olunan bir duygudur. İttihatçılar’ın Hınçaklara iyi görünerek onları legalleşmeye teşvik etmeleri de yine bir sınıf tutumudur. İktidardaki İttihatçılar, SDHP’nin Türklerle ilişkiler uzmanı Hampartzum Boyacıyan’la yaptıkları görüşmelerde onu cesaretlendirirler. İttihatçı bakan SDHP’nin yasallaşmasına hiçbir güçlük çıkarmaz. Devrimci bir mevzi tümüyle açıktadır artık.

SDHP’nin 6. Kongre’sinin oturumlarındaki tartışmalarda, partinin liderleri Sabah Gülyan ve parti önderlerinden Paramaz, Meşrutiyetin yarattığı ortama güvenerek legale çıkmanın, illegaliteyi tümüyle terk etmenin budalalık olacağında ısrar ederler. Paramaz, Jön Türkleri Abdülhamid’den daha tehlikeli bulur. İttihatçıların abartılı vaatlerinin Ermeni hareketinin gücünü bölmek ve Ermenileri boşa düşürmek amacı taşıdığına vurgu yapar. Paramaz’a göre İttihatçıların sözlerine asla güvenilmemelidir.

Ulusal bir parti olarak SDHP’de güç dengesinin öteki yanını, Hampartzum Boyacıyan ile birlikte Hmayak Aramyans ve Nerses Zaharyan tutarlar. Bunlar başkent İstanbul’daki ilişkilere daha hakimdirler. Taşnakların durumundan etkilenen taban ilişkilerinin siyasal bilinç ve deneyim düzeyi, legalistlerin işini kolaylaştırır. Legalistlere göre, Taşnaklar örneğinde görüldüğü üzere, illegal konum gelişmeyi engelleyen bir sonuç yaratır. İttihatçı iktidarla birlikte gizli kalmanın bir anlamı kalmamıştır.

Sonuç olarak “Emekçi halkın elinden anayasal haklar alınmadıkça, parti yasal temelde faaliyet göstermelidir” tezi benimsenir.

Osmanlı Ermenilerinin temsilcileri ile partinin önderliği arasında ideolojik, siyasal ve sınıfsal karşıtlığı olan söz konusu karşı karşıya geliş bir kopmaya yol açmaz. Paramaz ve Sabah Gülyan, partinin bölünmemesi adına, birkaç yıl sonra bir tür intihar girişimi olduğu anlaşılacak olan legalleşmeye rıza gösterirler. Parti tümüyle legale çıkar.

SDHP, dört yıl sonra 1913’te Köstence’de yaptığı kongrede, yeniden illegaliteye geçme kararı alır. Ama iş işten geçmiştir. Partinin kadroları, çalışma tarzı, kitle ilişkileri, kullandıkları mekanlar ve olanaklar, tümüyle açıktır. SDHP’nin devrimci önderlerinin kısa vadede yapabilecekleri bir şey kalmamıştır. Legalizm tasfiye zemini olma işlevini yerine getirmiştir. Oysa buraya yılları bulan çabaların, ödenen büyük bedeller ardından gelinmiştir.

 Osmanlı’da özgürlük rüzgarları

Marks ve Engels’in 1848 tarihli Komünist Manifesto’su, “Avrupa’da bir heyula kol geziyor, komünizm heyulası” sözleriyle başlar. Aynı yıllarda yaşlı kıtanın önemli bir bölümünü hala da işgali altında tutan ve bir halklar hapishanesi olan Osmanlı İmparatorluğu’nda ise sömürgeci egemenlik altındaki halkların estirdiği bağımsızlık rüzgarları eser. Kapitalist gelişmenin yarattığı ulus devlet olma süreci etkisini Osmanlı egemenliği altındaki topraklarda da gösterir. Avrupa’yı baştan başa saran sosyal mücadelelerin tetiklediği bağımsızlıkçı hareketlerin yol açtığı büyük sarsıntılar dönemine girilir.

1870’li yıllara gelindiğinde İmparatorluk, Bosna-Hersek’ten Bulgaristan’a, Sırbistan’dan Karadağ’a, Girit’ten Tunus’a, Kıbrıs’tan Ermenistan’a kadar birçok cephede sömürge halkların demokratik mücadelelerinin büyük baskısı altındadır. Osmanlı İmparatorluğu sürekli toprak ve siyasal prestij kaybetmekte, hızla uçuruma doğru yuvarlanmaktadır. “Yenilikçi fikirler taşıdıkları” iddiası taşıyan “Genç Osmanlılar /Jön Türkler”, egemen ulus adına Osmanlı İmparatorluğu’nu dönüştürme misyonuyla, muhalefetin en etkili gücü olarak bu süreçte ortaya çıkarlar. Muhalefetin baskısı kısa sürede sonuç verir.

Osmanlı Mebusan Meclisi 20 Mart 1877’de açılır ve 14 Şubat 1878’e kadar çalışır. Bu, Osmanlı’da kısmi de olsa bir demokratikleşme dönemdir. Demokratik adımların muhalif ve bağımsızlıkçı hareketleri geliştirdiği gerçeğini gören padişah II. Abdülhamit, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşını gerekçe gösterip meclisi kapatır. Demokratik açılımlar daha başlamadan son bulur. Özgürlükler tümden kısıtlanır. Yasaklar, hapis ve sürgünler birbirini izler. II. Abdülhamit’in başlattığı ve yaklaşık olarak 30 yıl sürecek olan koyu bir istibdat dönemi böylece başlar.

İstibdat yönetimi altında sürgüne gönderilen ya da zindandan kaçan muhalifler ya Avrupa’ya gider, ya da Selanik ve Kahire gibi kentlerde kümeleşirler. Muhalif örgütlenmeler de buralarda ortaya çıkar. Avrupa toprakları o dönem siyasal toparlanmayı beslemeye müsaittir. 1909 yılında Sosyal Demokrat Hınçak Partisi (SDHP) adını alacak olan Devrimci Hınçak Partisi, Ermeni Devrimci Federasyonu-Taşnaksutyun ve İttihat ve Terakki bu süreçte etkin siyasal güçler haline gelirler. *

İttihat ve Terakki

Jön Türkler 1870 yılından beri Osmanlı İmparatorluğu içinde aktif bir güçtür. 1889’da “Tıbbiyeli öğrenciler” ile başlayan İttihad-ı Osmanî Cemiyeti, Avrupa’daki Jön Türkler’in de katılmasıyla kısa sürede büyük bir muhalefet hareketine dönüşür. Bu aşamadan sonra muhalif kesimlerin büyük bölümünü inisiyatifi altında toplar. 1902’de Paris’te “Osmanlı Liberalleri Kongresi” adı altında gerçekleşen toplantı, İttihat ve Terakki’nin etkisi altında yapılır. Kongreye Türk, Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Çerkez ve Musevi asıllı temsilciler katılır.

Katılımcılar arasındaki ciddi fikir ayrılıklarına rağmen İttihat ve Terakki’nin başını çektiği muhalifler, 27 Aralık 1907’de Paris’te yeni bir kongre toplamayı başarırlar. Kongreye İttihat ve Terakki, Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkezîyet, Ermeni Taşnaksutyun, Mısır Cemiyet-i İsrailiyesi, Ahd-ı Osmani Mısır Cemiyeti ile Ermeniler ve Araplar tarafından yayımlanmakta olan bazı gazete ve dergi temsilcileri katılır. Kongredeki asıl yenilik ise çoğu asker olan, içlerinde Balkan asıllılar olduğu halde kendilerini Türk tanımlayanların kurduğu Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’nin kongreye İttihat ve Terakki’nin bir bileşeni olarak katılımıdır. Tarihçiler bunu Selanik ve Paris gruplarının buluşması olarak tanımlıyorlar. Bu buluşma II. Meşrutiyet’e giden yürüyüşü hızlandırır. İttihat ve Terakki despotik Abdülhamit saltanatına karşı silaha sarılır.

Bu isyan karşısında II. Abdülhamit 23 Temmuz 1908’de Meşrutiyeti yeniden ilan etmek zorunda kalır. Kânun-i Esasiye, otuz yıllık despotik dönemin ardından, 24 Temmuz 1908’de yeniden uygulanmaya konulur. Meclis-i Mebusan uzun bir aradan sonra yeniden toplanır. İttihat ve Terakki Cemiyeti artık iktidar gücüdür. Kurulan hükümet yeni açılımlar yapar, basın üzerindeki yasak ve sansür kalkar. Dernek ve siyasi partilerin kuruluşu üzerindeki yasak son bulur. Örgütlenme ve gösteri özgürlüğü tanınır.

Özgür, eşit ve kardeşçe yaşam için: Devrimci Hınçak Partisi (DHP)

DHP 1887 yılında Cenevre’de kurulur. Cenevre’deki Ermeni devrimciler, 19. yüzyılın yılların ikinci yarısında Avrupa’yı baştan başa etkisi altına alan marksist sosyal demokrat hareketle ilişkiye girerler. Bu hareketin etkisi altında devrimci Hınçak Partisi’ni (DHP) kurarlar. DHP, Kafkaslar, Anadolu ve Rumeli’de örgütlenir. 1909 yılında yaptığı kongreyle yasallaşma kararı alarak, adını Sosyal Demokrat Hınçak Partisi (SDHP) olarak değiştirir.

DHP kuruluşundan itibaren Ermeniler içinde etkin biçimde çalışan bir parti olur. Paramaz (Madteos Sarkisyan), Osmanlı Ermenileri adına 1896 yılındaki Van olaylarının ardından tanınmaya başlar. 1896 yılında Ermeniler ile Osmanlı kolluk kuvvetleri arasında çatışmalar yaşanır. İngilizlerin araya girmesiyle çatışmalar durdurulur. Anlaşmaya göre, bin kişilik Ermeni savaşçıları güvenli bir biçimde İran tarafına geçebilecektir. Ancak bu kuvvet yolda pusuya düşürülür ve imha edilir. Bu olay üzerine Paramaz, Van’a toparlayıcı kadro olarak gelir ve ardından yakalanır. Van mahkemesindeki ünlü savunmasını da bu yargılanma sürecinde yapar.

Ermeni devrimci Madteos Sarkisyan’ın (Paramaz) yöneticisi olduğu SDHP, Anadolu’nun doğusu ve batısında, nihai amacını sosyalizm olarak açıklayan ilk örgütlü güçtür. Bir halklar hapishanesi olan Osmanlı İmparatorluğu’nda, bütün halklara eşit, özgür ve kardeşçe bir federasyon formülü, yine ilk kez DHP/SDHP tarafından dillendirilir. Devrimci Hınçak Partisi marksist hareketten önemli ölçüde etkilenen, sosyalist söyleme sahip çıkan ulusal devrimci bir parti olarak doğar. Ermeni yurtseverlerin bir bölümü ile Ermeni devrimci sosyalistlerinin partisidir bu.

Devrimci Marksizmin en temel yaklaşımlarından biri, burjuva mülkiyet düzenine son vermektir. DHP-SDHP’nin programında burjuva mülkiyet düzeninin ortadan kaldırılması yer almaz. Program, kapitalist sömürü ve devlet eliyle yapılan soygunları mümkün mertebe sınırlamayı öngörür. Bu temel ayırım noktasını gözetmeden, genel söylemleri üzerinden SDHP’nin marksist bir parti olduğunu söylemek gerçeği ifade etmez.

Osmanlı İmparatorluğu, tıpkı dönemin Çarlık Rusyası gibi, bir “halklar hapishanesi”dir.

Lenin, Çar’ın yönettiği Rusya’da proletarya partisinin örgütlenme ilkelerini ortaya koyarken şunları yazar:

“Ezilen ulusların sosyalistleri, ezilen ulusun işçileriyle ezen ulusun işçilerinin tam ve kayıtsız şartsız birliğini, örgütsel birlik dahil olmak üzere, savunmalı ve uygulamalıdırlar. Bu olmadan, burjuvazinin her türden entrikaları, kalleşlikleri ve hileleri karşısında proletaryanın bağımsız siyaseti savunulamaz ve işçi sınıfı, öteki ülkelerin işçileriyle sınıf dayanışmasını gerçekleştiremez.” (Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, Sol Yayınları, 8. Baskı, s.128)

Devrimci Hınçak Partisi, bir halklar hapishanesi olan Osmanlı İmparatorluğu’nda, Doğu ve Batı’daki Ermenilerin özgürlüğe kavuşturulması, birleşik ve bağımsız bir Ermenistan’ın kurulması için mücadele eder. Leninizmin aksine, DHP için öncelikli olan, proletaryanın bağımsız siyaseti değil, fakat Ermenilerin ulusal birliğidir.

Devrimci marksist damar, SDHP içinde güçlüdür. Lenin’in, Beyaz Ordu’nun Simbirsk’ten (Ulyanovsk) temizlenmesi vesilesiyle yapılan törende, Paramaz ve 19 yoldaşının anısına topluluğu beş dakikalık saygı duruşuna davet etmesi, bu açıdan dikkate değerdir.

Lenin törendeki konuşmasında şunları söyler:

“Daha dün 15 Haziran 1915’te kardeşim, yoldaşım Paramaz, 19 sosyalist aydın yoldaşıyla birlikte Osmanlının başkenti İstanbul’un Sultan Beyazıt meydanında darağacına çıkarıldı. Heyhat! Sevgili Paramaz şimdi aramızda değil ama onun fikir yoldaşı, Kızıl Ordunun bugünkü kumandanı Hayg Bıjışkyants ve Samara kentinin belediye reisi yoldaş Kay bizimle.” (Aktaran Kadir Akın, Ermeni Devrimci Paramaz, 3. Baskı, s.220)

Leninist damar, DHP/SHDP’nin hiçbir zaman dar ve ilkel bir milliyetçi çizgi izlememesinin nedenini açıklar. Paramaz ve yoldaşları egemen ulus konumundaki Türk ulusundan ilericiler başta olmak üzere, Kürt, Arap, Rum, Ermeni, Arnavut, Çerkez, Musevi vb. halkların ilericileriyle ortak davranmaya önem verirler. Ermeniler kadar öteki halkların demokratik, sosyal ve ekonomik istemlerini dile getirir ve ortak mücadeleden yana olurlar. SDHP’nin nihai hedefini, “Ermeni halkı ve ülkesinin sosyalist örgütlenmesi” olarak ifade etmesi, yine marksist hareketin etkisine sıkı sıkıya bağlıdır. Ancak, Ermeni halkı için “siyasal özgürlük ve ulusal bağımsızlığın kazanılması” hedefi, harekete asıl karakterini verir. Bu ulusalcı bakış, DHP-SDHP çizgisinin eylem ve söyleminin ruhunu belirler.

Ulusal bir çizgiye sahip olan Devrimci Hınçak Partisi bir yeraltı örgütü olarak doğar. İttihat ve Terakki gibi egemen ulus burjuvazisinin temsilcilerine her dönem mesafeli durur. Sabah Gülyan ve Paramaz’ın 1909’daki 6. Kongre’de illegal temele özel vurgu yapmalarının sırrı da, onların özünde Lenin’in yoldaşları olmalarıyla bağlantılıdır. Partinin düzen içi bir konumlanışı tercih etmesi ise, partinin politik çizgisi ve bileşimindeki güç dengeleriyle alakalıdır. Leninist damarın görülüp ulusal damarın unutulması, ya da tersi, yanlış sonuç ve önermelere götürür. DHP/SDHP’nin pratik politikası, Ermeni halkının ulusal talepleri kadar alt sınıfların hak ve istemleriyle de ilgilidir. İşçi grevleri ve köylü hareketlerinde tuttuğu yer, DHP’yi ilkel milliyetçi bir çizgiden ayırmaktadır.

Ezilen bir ulusun mensupları olarak, ulusal söylemleri demokratik bir muhteva taşır. DHP, hiçbir dönem öteki halklara karşı düşmanca duygular içinde olmaz. Tersine, kardeşçe bir söylem için üzerine düşeni yerine getirmeye çalışır. Fakat kardeş halkların, özellikle Türkler ve Kürtlerin, onları yeterince dinledikleri ve anladıkları söylenemez. Ermeni devrimcilerinin söylemi ulusal ve dinsel önyargı duvarlarına çarparak etkisiz kalır. Halbuki Ermeni devrimcileri, Madteos Sarkisyan (Paramaz) üzerinden, daha 1897 yılında Van’da mahkeme karşısına Osmanlının hakimiyeti altındaki halkların kardeşçe yaşamalarının formülünü açıklar:

“Bizim istediğimiz eşitlik, biz katı milliyetçi değiliz, bizim talebimiz Ermeni, Türk, Kürt, Alevi, Laz, Yezidi, Süryani, Arap ve Kıptilerle birlikte eşit koşullarda yaşamaktır. Bir devrimci olarak bu hedefe ulaşacağımıza inanıyorum.” (age, s.57)

Paramaz, Van mahkemesindeki ünlü savunmasını şöyle sürdürür:

“Bizi ihtilalci olmaya mecbur eden nedir? Dinlemek istemez misiniz Reis Bey? Eğer mesleğinizin gereğini yerine getirecekseniz, bizleri dinlemek zorundasınız Reis Bey. Bizi ihtilale mecbur eden şey, Türk Hükümetinin inanılmaz zulmü olmuştur. Bu direniş geleneği, yüzyıllar boyunca yaşanan süreçlerin ürünü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Devletin zulüm geleneğine karşı bir tepkidir. Bu gelenek hayatın gerçeklerinin ürünüdür.” (age, s.58)

“Bizler, milliyetçi değiliz, ‘millet gayreti’ tarafından yönlendirilmemekteyiz. Bizler, şoven milliyetçiler değil, halk dostlarıyız. Biz milliyetçi bir hükümranlığın aynı düzeni devam ettireceğini biliriz. Bizim talebimiz Ermenistan’ın bütün sakinlerinin, Ermeni’nin, Kürt’ün, Türk’ün, Arap’ın, Laz’ın, Çerkez’in, Süryani’nin, Yezidi’nin ve Mıtrıb’ın kendi iradesi ve oyuyla kendi yöneticilerini seçmeleridir. Biz bu geleceği Ermenistan’ın bütün sakinleri için, bütün Osmanlı halkları için talep ediyoruz.” (age, s.64)

Komünistler, Paramaz’ın yukarıdaki taleplerini elbette desteklerler. Sosyalizmin amacı elbette ki ulusal çitleri güçlendirmek olmayacaktır. Tersine, uluslar arasındaki eşitsizlikleri yok ederek, onları bütünleştirmek olacaktır. Komünistlerin Lenin tarafından zamanında formüle edilen ve tarihin sınavından geçerek doğruluğu kanıtlanan politikası şudur:

“Nasıl ki, insanlık, sınıfların ortadan kalktığı döneme ancak ezilen sınıfın diktatörlüğünün sürdüğü bir geçiş dönemini aşarak ulaşabilirse, ulusların kaçınılmaz olan bütünleşmesine de ancak bütün ezilen ulusların kurtulduğu, yani ezen ulustan ayrılma özgürlüğüne kavuştuğu bir geçiş dönemini aşarak varabilir.” (Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, Sol Yayınları, 8. Baskı, s.127-128)

Paramaz’dan aktarılanlara bu gözle bakılmalıdır.

Ulusal bir parti olarak DHP/SDHP çizgisinin erdemi, ilkel milliyetçi bir çizgiye düşmemesi ve Ermeni halkının geleceğinin sosyalizmde olduğunu, mülk sahibi sınıfların olası gerici tutumlarından korkmadan, açıkça dile getirmeleridir.

* Kimilerinin “sağcı ve milliyetçi”, kimilerinin “marksist” olarak tanımladığı, kendisini sosyalist ama Bolşevik karşıtı gören Ermeni Devrimci Federasyonu-Taşnaktsutyun 1913 yılına kadar İttihatçıların koltuk değneği işlevi görür. İttihatçıların iktidarını sağlamlaştırmada ve devrimci Hınçakların akıbetinde, bu hareketin de ciddi bir sorumluluğu vardır. Devrimci Hınçaklar tasfiye edildikten sonra sıra onlara gelir. Taşnak yöneticiler bunu fark ettiklerinde artık çok geçtir. “Taşnakların artık yapacağı bir şey yok” demeleri de bu sürecin doğal bir sonucu olur.