Kamu Çalışanları Birliği Girişimi Kuruluş Hazırlık Komisyonu 15 Temmuz darbe girişimi ve sonrasına ilişkin bir değerlendirme yayımladı.
Kamu emekçilerine yönelik FETÖ bahanesiyle girişilen saldırıların “iddia edilen amacın fazlasıyla ötesine geçildiğini” gösterdiği vurgulanan değerlendirmede, FETÖ ile hiçbir bağlantısı olmayacak ilerici emekçilerin de tasfiyelerin hedefi haline getirildiği belirtildi.
Kamu emekçileri sendikalarının mevcut yönetimlerinin politikaları nedeniyle emekçilere gereğince sahip çıkmadığına da yer verilen değerlendirmede, “KESK ve bağlı sendikaların, kitlesel kıyımlar karşısında direnç göstermesi kamu emekçileri hareketinin geleceği açısından da elzemdir” vurgusu yer aldı. Bu açıdan KESK’in ileriye doğru atacağı direnişçi bir adımın anlamı ortaya kondu. Son olarak, KESK’de dahil devrimci, ilerici ve mücadeleci kamu emekçileri belli talepler doğrultusunda mücadeleyi büyütmeye çağrıldı.
Değerlendirmenin tamamı şu şekilde:
Darbe hukukuna, demokratik ve sosyal haklarımızın gaspına izin vermeyelim!
15 Temmuz darbe girişiminin ardından bir aya yakın bir zaman geçti. Ordu içinde örgütlenmiş Fethullahçı çetelerin ağırlığını oluşturduğu darbe girişimi ülkenin siyasal atmosferini bütünüyle değiştirdi. Başarısız darbe girişimi sonrası AKP'nin üzerine yoğunlaştığı temel konu “Fethullahçıların devletten temizlenmesi” adı altında tasfiye operasyonları oldu. Bu temel eksene bağlı olarak son günlerde 'Gazi' olarak nitelendirilen TBMM işlevsizleştirildi. Yenileri sırada olmakla birlikte çıkarılan KHK’lar ile anayasa fiilen askıya alındı. Binlerce asker ve bürokrat görevden alındı, meslekten ihraç edildi ya da tutuklandı. 'FETÖ'cü olmakla itham edilen başta öğretmenler olmak üzere 60 bini aşkın kamu çalışanı açığa alındı. Esasta yapılacaklar yapılmış gibi görünse de AKP çevrelerinde 'açığa alma' ve tasfiye operasyonlarının yeni dalgalarla devam ettirileceği sıkça ifade edilmektedir. Bunlarla birlikte darbe girişiminin hemen ardından ülkede OHAL ilan edildi, esasta kamu işyerlerinde uygulanmak üzere iş yerlerine sıkıyönetim genelgeleri gönderildi. Kamu çalışanlarının yıllık izinleri iptal edildi, hastanelere rapor-istirahat verme yasağı getirildi.
Darbe girişimi sonrası hayata geçirilen ve daha da sayılabilecek olan bu uygulamaların 'Fethullahçı darbeci çetenin tasfiyesi ve demokrasinin savunusu' amacıyla yapıldığı iddia edilmektedir. Fiili durum ise iddia edilen amacın fazlasıyla ötesine geçildiğini göstermektedir. Açığa alınan ve Gülen cemaatiyle somut bağı bulunmayan kamu çalışanlarının ağırlıklı bir bölümü hiçbir hukuki dayanağı olmayan ve somut delillerle desteklenemeyen gerekçelerle açığa alınmışlardır. Üstelik basına da yansımış bulunan Gülen cemaatiyle hiçbir bağ kurulamayacak ilerici emekçiler de bu tasfiye operasyonunun hedefi haline getirilmiştir. Açığa almanın en yaygın gerekçesi Bank Asya'da şu ya da bu ad altında hesabı bulunmak, Gülen Cemaatinin örgütlediği Aktif–Sen’e üye olmak, Cemaat okullarında eğitim almak veya çocuğunu bu okullara göndermek olarak gösterilmektedir. Objektif bir gözle bakıldığında hem Aktif-Sen hem Bank Asya ve hem de Cemaatçi olarak nitelendirilen okullar yasal kurumlardır. O halde hangi hukuki-yasal gerekçeyle on binlerce kamu çalışanı açığa alınabilmektedir? Kuşkusuz kamu alanında azımsanmayacak ölçüde Gülen cemaati mensubu vardır. Bunlar ise bizzat AKP'li bürokrat ve yöneticiler eliyle devlet aygıtına doldurulmuştur. Sadece Gülenciler değil, AKP ile ittifak halinde olan onlarca farklı cemaat ve tarikat mensubu da yine kamu kurumlarında çalışmakta hatta bu cemaatler bakanlıkları AKP ile pazarlık yaparak paylaşmaktadırlar. Öyleyse AKP bunların varlığı için ne yapacaktır, onları da temizleme yoluna gidecek midir? Sanmıyoruz; çünkü işine yaradığı ölçüde önü açılanlar engel haline geldiklerinde ise suç çetesi olarak değerlendirilecektir. Açık ki Fethullahçılara ya da başka tarikat ve cemaatlere karşı tutumda demokratik-laik toplumsal ölçütler değil AKP'nin pragmatik ihtiyaçları belirleyicidir.
AKP'nin darbe girişimi sonrası başlattığı tasfiye, açığa alma ve KHK'lar aracılığıyla gerçekleştirdiği siyasal saldırılar ilerici kamuoyunun ortak bir dille ifade ettiği gibi gelinen aşamada açık bir keyfiyet ve 'cadı avına' dönmüş durumdadır. Yapılanlar hangi ad altında yapılırsa yapılsın hangi yalan perdesiyle örtülmeye çalışılırsa çalışılsın ikiyüzlüdür ve koca bir aldatmacadır. Zira şimdilerde 'fetöcü' , 'darbeci' vb. sıfatlarla yaftaladıklarıyla yıllardır suç ortağıydılar. Ortaya dökülen ne kadar suç ve pislik varsa boylu boyunca AKP de bunlara ortaktır ve her birinden sorumlu durumdadır. 'Kandırıldık' diyerek af dilenciliği yapılması hiçbir biçimde kendi suç ve sorumluluklarını unutturmaz, hesap vermeleri zorunluluğunu ortadan kaldırmaz. AKP pratiği için ifade edilen aldatmaca ve ikiyüzlülük suçlamasının öylesine bir tanım olmadığını görmek için sözleşmeli öğretmen alım yöntemine bakılabilir. KPSS puanının yanı sıra esasta mülakatın belirleyici olacağının söylenmesi ikiyüzlülük değil de nedir? Üstelik kayırmacılığın ve yandaşlığın bizzat AKP'li bakanların ağzından eleştirildiği, liyakatin esas alınacağının iddia edildiği bugünlerde…
Bugün, AKP'nin Haziran direnişi döneminde kaybettiği toplumsal meşruiyeti, topluma yansıtılan görüntü ne olursu olsun başarısız darbe girişimiyle daha da zayıflamış durumdadır. Yukarıda dile getirilen uygulamalarla birlikte CHP ve MHP ile kol kola girilmiş görüntüler ve 'milyonluk' Yenikapı mitingi AKP'nin kaybettiği ve daha da kaybedeceğe benzediği toplumsal meşruiyet sorununun çözümüne yöneliktir. Her fırsatta ifade edilen AKP'nin yüzde ellilik seçmen desteğinin meşruiyet için yetmediği, darbe girişimi ve sonrası dönemde kendiliğinden ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla darbe karşısında ve demokrasi savunuculuğunda 'milletin birleştiği' iddiası koca bir yalandır. Esasta toplumun önemli bir bölümü bakımından inandırıcılığı ve meşruiyetini kaybetmiş AKP, milyonlarca işçi ve emekçiyi aldatıcı politik adımlarıyla kendine yedeklemeyi istemektedir. Düzen partilerinin yan yana duran ve bu sayede bütünlük nakaratı tutturulan görüntülerinin fazla ömrünün olmadığı kuşkusuzdur. Bu ortaoyunundan ne çıkar bilemiyoruz ancak işçi ve emekçiler lehine hiçbir şeyin çıkmayacağı da bir o kadar kesindir.
Kamu emekçileri ve KESK
Başta belirtildiği üzere kamu emekçileri bugünkü saldırı dalgasının öncelikli hedefleri arasında yer almaktadır. Gelinen aşamada bunaltıcı bir ağırlığa erişmiş olan saldırılara nasıl bir yanıt üretileceği de son derece acil ve önemli bir sorundur. AKP’nin sendikası Memur Sen ve faşist Kamu Sen’i saymazsak KESK’in nasıl bir mücadele ortaya koyacağıdır burada söz konusu olan. Dahası gerici sendikaların açığa alınan binlerce üyesini sahipsiz bırakması KESK açısından önemli olanaklar ortaya çıkarmaktadır. Bugüne kadar KESK, on binlerce emekçinin açığa alınması karşısında kuru açıklamalarla ve kapalı mekanlarda yaptığı basın toplantıları ile yetinmiştir. Ancak mevcut durum ne protestocu bir mantıkla ne de genel geçer söylemlerle göğüslenebilecek hafifliktedir. Gerek KESK ve bağlı sendikaların gelenekselleşmiş uzlaşmacı-reformist çizgisi, gerekse de darbe girişimi karşısında AKP’nin inisiyatifi ele alma hamlelerinin yarattığı siyasal basınç KESK’i de etkisi altına almış ve hareketsiz bırakmış görünmektedir.
KESK, hukuksuz kitlesel açığa almalar karşısında bir mücadele çizgisi belirlemek yerine, sendikanın bağımsızlığına da gölge düşürerek CHP’nin mitinglerine katılma yönünde yaptığı çağrılar ile bir kez daha reformist çizginin mücadele kaçkınlığını gözler önüne sermiştir. 60 bini aşkın ve büyük çoğunluğu şu veya bu yasal kurumla ilişki kurmuş olmakla suçlanan kamu emekçilerine dönük mücadele çağrısı yapmak, bu emekçilere tek tek ulaşarak hukuki yardımı örgütlemek, işyerlerinde cadı avına karşı açıklamalar vb. gerçekleştirmek yerine ‘kınama’ açıklamaları yapan ve hala tek bir bildiri dahi çıkarmamış bir KESK tablosu vardır önümüzde. Bu ise sendikalara duyulan güvensizliği derinleştiriyor ve kamu emekçilerini yarının saldırılarına açık hale getiriyor.
Söylemde “üç milyon kamu emekçisinin sesiyiz” diyen KESK’in ve bağlı sendikaların, kitlesel kıyımlar karşısında direnç göstermesi kamu emekçileri hareketinin geleceği açısından da elzemdir. Ancak bu sayede emekçilerin diğer bölükleri cesaretlendirilebilir ve olumlu bir moral etki yaratılabilir. Bu nokta fazlasıyla önemlidir zira yüz binlerce kamu emekçisi herhangi bir nedenle sıranın kendisine geleceğini düşünerek hareketsiz bir biçimde beklemektedir. Açığa alınmak; darbeci yaftası yemek veya en azından şaibe altında bırakılmak anlamına gelmektedir. Yaratılan boğucu atmosfer karşısında son derece meşru bir zeminde olsalar da örgütsüzlük ve dayanışmadan yoksunluk nedeniyle emekçiler pasifize olmaktadır. KESK’in ileriye doğru atacağı direnişçi bir adım yaratılmaya çalışılan baskı, sindirme ve tasfiye saldırısını göğüslemede emekçilerin önünü açabilecek potansiyele sahiptir. Gelişen süreç gösteriyor ki AKP’nin karşılaştığı darbe girişimi AKP’nin kendi darbesini yapmaya evrilmiştir. Kamu emekçileri de bu gelişmeleri görmekte ve açığa vuracak olanaklara sahip olmasa bile öfkelenmektedir. Üstelik AKP’nin gerçekleştirdiği saldırı dalgası ve yaratılan gerici siyasal atmosfere rağmen Memur Sen üyelerinin bir bölümü de dahil kamu emekçileri AKP’nin Fethullah Gülen cemaati ile suç ortaklığını ve günahlarını unutmuyor. Hiçbir mesuliyetleri yokmuş gibi davranmalarını yutmuyor ve sorguluyor. Dolayısıyla hem KESK hem de mücadeleci kamu emekçileri mevcut saldırı tablosuna karşı bütünlüklü bir mücadele perspektif ve programıyla öne çıkma sorumluluğuyla karşı karşıyadır. Bizler de KESK’i devrimci, ilerici ve mücadeleci kamu emekçilerini aşağıda ifade ettiğimiz talepler doğrultusunda mücadele etmeye çağırıyoruz.
• OHAL kaldırılmalıdır.
• Darbe girişimi ile ilişiği olmayan ve hukuksuz olarak açığa alınan kamu emekçileri görevlerine iade edilmelidir.
• Başbakanlık Genelgesi ile yıllık izinlerini yarıda bırakıp görevine başlayan kamu emekçilerinin harcırahları ödenmelidir.
• Grev hakkımız tanınmalı, söz, eylem ve örgütlenme hakkı önündeki fiili ve hukuki engeller kaldırılmalıdır.
• İş güvencemizi kaldırmaya ve kamu hizmetlerinin tasfiyesine dönük adımlar geri çekilmelidir.
• Taşeron, geçici vb. çalışma biçimleri yasaklanmalı, tüm çalışanlara iş güvencesi sağlanmalıdır.
• Görevde yükselmelerde liyakat esas alınmalı, mülakat sistemi kaldırılmalıdır.
• Her türlü tarikat ve cemaat örgütlenmesi açığa çıkarılmalı ve yasaklanmalıdır.
• Merdiven altı Kuran kursları ve Sıbyan Mektepleri kapatılmalı, her türlü dini baskı ve zorlamaya son verilmelidir.
• Dini kıstas ve ölçülerle toplum hayatına yön vermeye son verilmelidir.
• Zorunlu din dersleri kaldırılmalı, laik ve bilimsel eğitim esas alınmalı, din ve vicdan özgürlüğü eksiksiz sağlanmalıdır.
• Mezhepsel ve etnik ayrımcı politikalara son verilmelidir.
• Eğitim, sağlık ve ulaşım başta olmak üzere kamu hizmetleri parasız hale getirilmelidir.
• İşkence insanlık suçudur ve derhal son verilmeli, işkenceciler yargılanmalıdır.
Kamu Çalışanları Birliği Girişimi
Kuruluş Hazırlık Komisyonu