"Yeni normal" koşullarda kapitalist yıkım derinleşiyor

AKP-MHP koalisyonunun salgın dönemindeki icraatları, işçi ve emekçilerin yaşam standardını daha da düşürdü. Gelirler düşerken fiyatlar artıyor. Otellerin, restoranların kapalı olması, ihracatın sınırlanması ile arz fazlası olan meyve ve sebze fiyatları düşeceğine yükseliyor.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 22 Mayıs 2020
  • 08:05

Türkiye uzun bir süredir ekonomik ve siyasal krizin içinde debeleniyor. Dünya genelinde yaşanan salgın nedeniyle kriz daha da derinleşiyor. Bu durum işçi ve emekçilerin yaşamlarını daha da çekilmez hale getiriyor. Nitekim son aylarda işsiz kalan, işten çıkarılan, geliri kesilen ya da gelirinde büyük düşüşler yaşanan milyonlarca emekçi var.

AKP-MHP koalisyonunun salgın dönemindeki icraatları, işçi ve emekçilerin yaşam standardını daha da düşürdü. Gelir düşerken fiyatlar artıyor. Otellerin, restoranların kapalı olması, ihracatın sınırlanması ile arz fazlası olan meyve ve sebze fiyatları düşeceğine yükseliyor. Saray rejiminin açıkladığı ekonomi paketlerinde 240 Milyar TL “yardım”dan bahsediliyor. Ancak bu yardımların ulaşmadığı emekçiler hayat koşullarının ağırlığı sebebiyle intihar ediyor. “İşten çıkartma 3 ay yasaklandı” diye açıklama yapılıyor, oysa aynı gün birçok kişi tazminatsız işten çıkartılıyor. Ücretsiz izin uygulaması ile milyonlarca insan açlık sınırının yarısına tekabül eden bir ücrete mahkum ediliyor. Ödenmeyen faturalardan dolayı kesinti yapılmayacak deniyor ama ülkenin her yerinden kesilen elektrikler, doğalgaz saati sökülen insanların haberleri çıkıyor.

Ekonomistlerin tahminlerine göre, salgınla beraber Türkiye ekonomisinin %5 küçülmesi bekleniyor. Sanayi üretimi Mart ayında %7.1 oranında düştü. Sendikalar tarafından yapılan araştırmalar işsizlik oranının son yılların en yüksek seviyesine ulaşacağına işaret ediyor. Hal böyleyken “her şey üretimin aksamamasına bağlı” diyenler, son günlerde “normalleşme” adımları atmaya başladı. Rejim “salgınla mücadelede en iyi ülkelerden biriyiz” diye böbürlenirken, bilim insanlarının değerlendirmeleri ise tam tersini söylüyor. Çünkü salgının yayılmasının kontrol altına alınmasının göstergesi olan R0 değeri 1’in altında olması gerekirken, Türkiye’de halen 1.56 civarında. Bu ise her 100 kişinin 156 kişiye virüs bulaştırması anlamına geliyor. Yani vakalar azalmak bir yana artıyor.

Hal böyleyken “normalleşme” adımlarının atılması, AKP-MHP rejiminin sermayenin çıkarları için emekçilerin sağlığını hiçe sayma pervasızlığından kaynaklanıyor. AVM’lerin açılması, turizm sektörü için sınırların kaldırılması, sınav tarihlerinin erkene alınması ve daha birçok örnek bunu gösteriyor.

Bir kez daha “krizi fırsata çevirme” pervasızlığıyla karşı karşıyayız. Ekonomik, sosyal hakların tırpanlanması, gündeme getirilen yeni vergiler, ücretsiz izinin yasalaşması, birçok üründe fahiş fiyatları vb… Tabii bu politikaların uygulanması dinci-faşist rejimin pervasızlaşmasını da beraberinde getiriyor. Zira en büyük korkuları işçi sınıfıyla emekçilerin sömürü ve sefalete isyan etmeleridir. Sermayenin demir yumruğu olan AKP-MHP iktidarı bugün kapitalistler için bulunmaz bir nimettir.

Gerici faşist rejim bir yandan sermayenin genel ihtiyaçları için adımlar atarken, bir yandan da kendi büyüttüğü yandaş sermayeye devlet kaynaklarından servet aktarmayı sürdürüyor. Rant projeleri iptal edilmiyor. Geçiş güvenceli köprüler, tüneller vb. yerler için şirketlere para akıtılmaya devam ediyor. Saraylardaki lüks-şatafat da aynen devam ediyor.

Uluslararası Şeffaflık Derneği’nin araştırmasına göre yandaş şirketlerin inşa ettiği şehir hastaneleri, halka hizmet gibi yansıtılmıştı ama aslında olan emekçilerden sızdırılan zenginliklerin yağmalanmasından başka bir şey değil. Normal maliyetin çok üstünde paralarla yapılan hastaneler, tıpkı köprü ve otoyollarda olduğu gibi “garanti müşteri sistemi”ne göre ödemesi yapılıyor. Yağmaya doymayan saray rejimi, bir devlet bankası olan Vakıfbank’ın bir kısmını Varlık Fonu’na aktararak yeni rant kaynakları da yaratıyor.

İç politikadaki rezaletleri dış politikadaki saldırganlık tamamlıyor. Libya’da, Suriye’de yayılmacı savaş hafiflemek bir yana derinleştiriliyor. Dünya salgınla uğraşıyor ama Ankara’daki rejim Libya’daki barış müzakerelerini baltalıyor. Türk ordusunu savaşa dahil ederek “barış fırtınası” adıyla yeni bir saldırı hamlesine girişiyor. Bu süreçte devletin sağlık harcamalarının artması gerekirken, bütçede en yüksek pay yine Milli Savunma Bakanlığı’na, yani savaşa ayrıldı.

İçeride-dışarıda gidişat bu kadar vahimken, emekçileri uyuşturma, yozlaştırma-çürütme politikası için Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) işe koşuldu. Açıklanan rakamlara göre bu kurum son iki ayda 7 bakanlıktan fazla bütçe harcaması gerçekleştirmiş. Görünen o ki, sahtekarlık dışında rejimin elinde saray beslemesi medya, kolluk kuvvetleri ve DİB’den başka bir şey kalmamıştır.

Kapitalist sistem krizlerde yıkılmadığı zaman “krizi fırsata çevirme” yoluna başvuruyor. Salgın süresinde bir tarafta ölen insanlar, bir tarafta ölenlerin üzerinden zenginliklerine zenginlik katanlar var. İşte böyle çürümüş bir sistemde yaşıyor işçi ve emekçiler. Teksas Valisi’nin dediği gibi bu sistemde işçilere, “ekonominin ayakta kalması için kendilerini feda etmeye hazır yurttaşlar” gözüyle bakılıyor. Kapitalistler ve onlara hizmet eden rejim, kendi bekalarını esas alıyorlar. Artık sorun işçi sınıfı ve emekçilerin de kendi sınıfsal konumlarına göre hareket edebilmelerinde düğümleniyor.

Emekçiler için tek gerçek çözüm var: kapitalizmi tarihin çöplüğüne atmak! Bunun için ekonomik, demokratik, sosyal haklar uğruna örgütlü mücadelenin geliştirilip güçlendirilmesi ve kapitalizmi yıkma mücadelesiyle birleştirilmesi gerekiyor.