Dinci darbe girişimi, tüm diğer şeylerin yanı sıra, hem de daha belirgin biçimde bir saflaşma durumu da yaratmıştır. Darbeyi bastıran dinci-gericiliğin iktidardaki diğer temsilcisi AKP’den düzen solu CHP’ye, Perinçek’in Vatan Partisi’nden, Kemalizm’in günümüzdeki en ateşli savunucusu Merdan Yanardağ vb. sol sosyal-demokratlara, TKP, ÖDP ve EMEP’ten, HDP’ye kadar tüm parti ve çevreler, şimdi gerçek programları ile siyasal mücadele sahnesindedirler. Ne savundukları, geleceğe ilişkin projeleri ve perspektifleri, dayandıkları ya da dayanmak istedikleri sınıf ve katmanların ne olduğu ya da olacağı ve tüm bunların toplam sonucu olarak hedefleri ve hedeflerine ulaşmak için esas aldıkları ve alacakları mücadelenin ekseninin ne olduğu artık daha bir netlik kazanmıştır.
“Demokratik” İslam Cumhuriyeti: Dinci-gerici AKP ve T. Erdoğan’ın gerçek hedefi
Dinci-gerici darbe girişimcileri yenilmiştir ve şimdilik geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Ancak Türkiye’de koşullar öyledir ki ne zaman, hangi vesileyle ve hangi biçimde olacağı bugünden bilinemez ama darbe olasılığı devam etmektedir. En azından, alternatiflerden biridir. Bastırılmış darbenin girişimcilerinin program ve hedefleri; başarılı olsalardı eğer, Türkiye işçi sınıfı, emekçi halkları, kardeş Kürt halkı, Alevi emekçileri ve ilerici ve devrimci güçlerin nasıl bir düzenle karşı karşıya kalacakları öteden beridir biliniyordu. Başarısız darbe girişimi sadece bunun daha görünür hale gelmesini ve daha anlaşılır olmasını sağlamıştır.
Dinci-gericiliğin AKP ve onun her şeyi olan T. Erdoğan’la temsil edilen kanadına gelince… O en az diğeri kadar işçi, emekçi, Kürt, Alevi, ilerici ve devrimci düşmanı kanadın darbe girişiminin bastırılmış olması sayesinde, en azından görünürde bir rahatlık içindedir. Ancak, bu yanıltıcıdır. Ekim’in Ağustos 2016 tarihli, 303’üncü sayısının başyazısının da son derece çarpıcı ve isabetli biçimde tespit ettiği gibi, bu başarısız darbe girişimi, diğer pek çok gerçeğin yanında, dinci-gerici AKP iktidarı ve ebedi “reis”leri Erdoğan’ın öyle sanıldığı gibi devleti her alanda ve her bakımdan ele geçiremediğini, bu anlama gelmek üzere devlete dair hayati önemi olan mevzilerinin olmadığını da, hem de toplam kamuoyunu ve en çok da AKP ve Erdoğan’ı iyiden iyiye şaşırtacak biçimde açığa çıkarmıştır. Bunun tersine, dinci-gerici darbe girişimcilerinin tüm bu koşullara sahip olduğunu bilinir hale getirmiştir.
Bunun kendisi, AKP gericiliği ve T. Erdoğan için son derece uyarıcı olmuştur. Darbe girişiminin ilk şokunun atlatılmasından bugüne dek yapılan açıklamalar ve yaşanan gelişmelerin ayrıntılarından arındırıldığında, akılda tutulması gereken en esaslı nokta, cumhur “reis” Erdoğan’ın “bu bize Allah'ın bir lütfudur” sözü ile darbenin kendisine/kendilerine “öncekilere benzemeyen yeni bir kuruluş” imkanı yarattığı şeklindeki açıklamasıdır. Erdoğan bugünlerde katıldığı her TV’de, yandaş basına verdiği her demeçte, çağrıldığı ya da bizzat kendilerinin organize ettikleri her toplantıda, son Yenikapı mitingi de dahil tüm mitinglerde bunu dile getiriyor, kitlesine altını çize çize bunu hedef olarak gösteriyor. “Darbe gösterdi ki, biz yanılmışız, biz kandırılmışız, devlet bizim elimizde değilmiş, biz devletimizi baştan aşağı asıl şimdi kuracağız.” T. Erdoğan’ın söylemek istediği tamı tamamına budur. Peki, “kuracağız” dediği devlet nasıl bir devlettir ve hangi esaslar üzerine kurulacaktır? Hiç kuşkusuz, tam başarılabilirse eğer, kurulu cumhuriyet tarihe havale edilecek ve yerine tümüyle İslami değerler temelinde inşa edilen bir islam cumhuriyeti kurulacaktır. Kısacası, dinci-gerici AKP ve “reis”inin önümüzdeki dönemdeki mücadelesinin gerçek ekseni de hedefi de bu olacaktır.
Dikkate değer olan, Erdoğan’ın, önceki dönemlerdekinden farklı olarak, din silahına artan ölçüde başvurmasıdır. Neredeyse her toplantıyı dualarla açmaya başlamışlardır. Erdoğan’ın sık sık okuduğu Necip Fazıl’ın şiirlerine, bugünlerde Kuran ayetleri de eşlik etmektedir. Sözde laik CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun da katıldığı Yenikapı mitingi de İstiklal marşı ve Kuran tilavetleri ile başlatılmıştır.
“Darbeye karşı demokrasi”, “şeriata karşı laiklik”,
“Demokratik İslam Cumhuriyeti”ne karşı “ulusal cumhuriyet”
Başarısız darbe girişimi, düzen solu CHP’den “ulusal sol”a ve oradan da devrimci ve sosyalist olmak iddiasındakilere solun zayıflıklarını da açığa çıkarmış, bunun dolaysız sonucu olan açmazlarını da görünür hale getirmiştir. Bu vesileyle, bir kez daha, olayların seyrini belirlemek şansına sahip olunmasa da devrimci bir perspektife sahip olmanın, üstelik de sadece stratejik açıdan değil, güncel siyasal gelişmeleri doğru tahlil etmek, doğru anlamlandırmak ve genel stratejiye hizmet edecek tarzda doğru müdahaleler yapmak bakımından da yaşamsal olduğu anlaşılmıştır.
Darbe girişimi sonrasındaki tüm gelişmeler göstermiştir ki devrimci bir perspektifiniz yoksa eğer, seneler geçse de siz adeta mahkum olduğunuz açmazlardan kurtulamazsınız. Her daim, üstelik de düzen içi sahte ikilemlere sıkışır kalırsınız. Düzenin çatlaklarına politika yetiştirmeye ve tam da bunun ifadesi olarak burjuva politikasının şu ya da bu kulvarında saf tutmaya mahkum olursunuz. Düzen solu CHP ve M. Yanardağ’la temsil edilen sol sosyal-demokratlar, ulusalcı sol ve bilcümle reformist solun bugünkü konumları tam da böyledir.
Öyle ki kimi öze ilişkin olmayan farklılıklarından arındırıldığında tümünün ortak paydası aynıdır. Hepsi de darbe-demokrasi ikilemine sıkışmışlardır. Hedeflerini ve yönlerini buna göre belirliyorlar. Öne çıkardıkları en esaslı sorun konusunda da bir ortaklıkları var. Bununla bağlantılı olarak temel aldıkları mücadele eksenleri de aynıdır. Söz gelimi, daha önce laiklik-şeriat ikilemi ile politika yapıldı. Şimdi de darbe-demokrasi ikileminden yola çıkılıyor. Hepsi de en geniş bir demokrasiden -CHP tam demokrasi diyor- ve demokrasi mücadelesinden bahsediyor, en geniş bir demokrasi cephesinin acil ve yaşamsal olduğunu belirtiyorlar.
Şüphesiz ki, farklıları da var, farklı kimi sorunları da ekliyorlar, farklı bazı öneriler yapıyorlar ama tümünün öne çıkardığı sorun aynıdır; laiklik sorunu. Ağız birliği etmişçesine hepsi de bu sorunun günün en önemli ve en yakıcı sorunu olduğunu belirtiyorlar. Laikliğin birleştirici, kapsayıcı ve dinci-gericiliğe karşı motive edici olduğunu dile getiriyorlar. Bu çerçevede de yine tam bir ittifakla darbe sonrası günümüz koşullarında demokrasi için verilecek olan mücadelenin ekseninin laiklik olması gerektiğinin kuvvetle altını çiziyorlar. Her vesileyle bu sorunu öne çıkarıyorlar. Hiç kuşkusuz tüm bunlar hiç de yabancısı olmadığımız, “ulusal cumhuriyet” programı adı verilen bir programa bağlı olarak ileri sürülüyor. Bu bir çizgidir. Verili “ulusal cumhuriyet”i savunma çizgisidir. Onun, dinci-gerici AKP iktidarı tarafından adım adım yok edildiğini söyledikleri kazanımlarını savunma mücadelesidir. Bu mücadeleye bir çağrıdır.
DİSK, KESK ve diğer kurumların da katıldığı mitinglerde kürsülerden bu düşüncelerin propagandasını yapıyorlar. Bu şekilde işçi ve emekçileri de kendi sahte ikilemlerine hapsediyorlar. Laiklik için mücadele eksenini işçi sınıfına da benimsetmeye çalışıyorlar. Böylece, zaten bulanık olan bilinçlerini daha da bulandırıp, iyice karartıyorlar. Bu konuda en fazla çaba gösterense düzen solu CHP’dir. Onu, radikal sol söylemler eşliğinde Kemalizm’in bayraktarlığını kimseye bırakma niyeti olmayan Merdan Yanardağ izliyor. Düne kadar Perinçek’in Aydınlık adlı karşı-devrimci propaganda kürsüsü olan paçavrada kalem oynatan Mehmet Ali Güler’in de M. Yanardağ’dan aşağı kalır yanı yok. Onları EMEP ve diğerleri tamamlıyor.
Tam da burada, bu hususta adı geçen partilerin, temsil ettikleri parti adına bağlayıcı yazılar yazan kimi köşe yazarlarının ve M. Yanardağ gibi belli bir akımın temsilcilerinin neler söylediklerinin kısa bir özetini yapmak yararlı olacaktır.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu İstanbul mitinginde yaptığı gibi, İzmir Gündoğdu Meydanı’nda yapılan mitingde de yine laiklik sorununu öne çıkardı. Darbe girişiminin başka şeylerin yanı sıra Türkiye’nin laikliğe ne denli ihtiyaç duyduğunu da açığa çıkardığını belirtti. Pankart ve dövizlerde en çok laiklik sloganı yazılıydı. Mitinge bu sorun damgasını vurdu. Hiçbir hükmü yoktu ama yuhalamalar eşliğinde kürsüye çıkan CHP lideri Kılıçdaroğlu bu aynı sorunu AKP ve MHP ile kol kola olduğu Yenikapı mitinginde de öne çıkardı. Yine benzer şeyler söyledi.
Merdan Yanardağ, “Burjuvazi ve Türk ordusu laikliğe ihanet etti. Gericiliğe karşı mücadeleyi tamamlamadı, yarım bıraktı. Ordu ABD’cidir” dedikten sonra sözü şöyle bağlıyor: “Türkiye’nin en yakıcı sorunu laiklik sorunudur. AKP iktidarına karşı mücadelenin ekseni laiklik olmalıdır. Keza, anti-emperyalist mücadele de bu eksene oturtulmalıdır.”
Aydınlık eski yazarı M. Ali Güler “Ortak paydamız: Cumhuriyet ve laikliktir” vurgusu yaptığı yazısında şunları dile getiriyor: “Laiklik ekmek kadar, su kadar büyük bir ihtiyaçtır... Atatürk’ün emperyalizme karşı mücadele içerisinde oluşturduğu 6 Ok programı bugünün biricik programıdır... Sağ’dan Sol’a; Milliyetçi, ulusalcı, Kemalistler, halkçı, devrimci, sosyalist muhalefet Cumhuriyetçilik çatısı altında ittifak yapmalıdır. Tarikat ve cemaatlere karşı hepimizin ortak paydası Cumhuriyet’tir!”
Evrensel’in başyazarı İhsan Çaralan, “FETÖ’cülüğün panzehiri laikliktir. ... Bu yüzden de bugün aslolan laisizm talebinin öne çıkarılmasıdır...” diyor, ama burada durmuyor, daha da ileri gidiyor: “Devletin din, dinin de devlet işlerinin tamamen dışında tutulması merkezli laisizm anlayışı etrafında oluşturulacak bir platform ve bu temelde bir mücadele, sadece Türkiye’de değil mezhep çatışmalarıyla sarsılan tüm İslam dünyası için de tek gerçekçi çözüm platformudur.”
Yegane doğru eksen devrimci sınıf mücadelesidir
Sınıf devrimcisi komünistler olarak bu konuda tavırsız kalmayız, kalamayız. Dinsel-gericiliği sistematik biçimde teşhir eder, gerçek anlamıyla ve doğru temelde laikliğin propagandasını yaparız. Ve dahası, laiklik için mücadele eder, bu talep için mücadele edenleri destekleriz. Fakat onu hiçbir biçimde mücadelenin ekseni yapmayız. Bu, yukarıda adı geçen parti ve kişilerin iddialarının tersine, günümüz Türkiye’sinin halihazırdaki gerçekliğine de oturmuyor. Bu sorun tüm diğer sorunların, en başta da sınıfın sorunlarının önüne çıkartılacak bir sorun değildir.
Biz sınıf devrimcileriyiz. Teorimizin, politikamızın ve örgüt/parti anlayışımızın ve tüm bunların dolaysız gereği olarak politik-pratik tüm çalışmamızın merkezinde işçi sınıfı vardır. Bu nedenledir ki, başından beridir işçi sınıfının içinde çalışıyor, onun içinde bir güç olmak istiyoruz. İşçi sınıfı toplumun burjuvazi ile birlikte en temel sınıfıdır. İşçi sınıfı içinde güç olmayan, işçi sınıfına dayanmayan hiçbir parti ve gücün, burjuvaziyi devirmek stratejik hedefi şurada kalsın, güncel siyasal gelişmelere dahi devrimci bir sınıf partisinin yapması gereken müdahaleleri yapma şansı olmaz. Ya buna güç yetiremez ya da elleri böğründe kalmasa da kayda değer bir şey yapamaz. Bu aynı şeyler darbe sonrası Türkiye’si için de geçerlidir.
Komünistler olarak kesinlikle sınıf zemininde çalışmaya devam edeceğiz. Sınıfı örgütlemek, devrimcileştirmek ve devrimci bir sınıf hareketi inşa etmek bundan sonra da asli görev ve sorumluluğumuz olmaya devam edecektir. Sosyal mücadeleyi esas alıp onu mücadele ekseni yapmak, çizgimizin ve onun süzüldüğü programımızın en temel gereğidir. Tersi durumda burjuva demokratlarının, buradaki karşılığı ile çeşitli türleri ile reformist solun düştüğü konuma düşeriz. Onlardan bir farkımız kalmaz.
Ne “ulusal cumhuriyet” ve ne de “demokratik cumhuriyet” programları bizim programımız olabilir. Bu programlar modern yaşamı savunan orta sınıf aydınlarının ufkunu yansıtan programlardır. Düzeni aşan, demek oluyor ki devleti ve gerisindeki emperyalizmi, onunla birlikte dinci-gericiliği cepheden karşısına alan, aynı anlama gelmek üzere, devrimi hedefleyen bir program değildir zira. “Ulusal cumhuriyet projesi” de “demokratik cumhuriyet projesi” de toplumsal dayanaktan yoksun, ütopik ve gerici projelerdir. İşçi sınıfının programı olamazlar, işçi sınıfına önerilemezler. İşçi sınıfını bugünkü çürümüş, çeteleşmiş ve yıkılmanın eşiğine gelmiş mevcut cumhuriyeti savunmaya, yaşatmaya ve kazanımları için mücadeleye çağıranların tümü de en hafif bir deyimle birer burjuva demokratıdırlar. İsterse gericiliğe karşı acil mücadele adına yapılsın, her halükarda, bu çağrı sahipleri, işçi sınıfını burjuva demokrasisinin eklentisi yapmak gibi uğursuz bir rol oynamaktadırlar.
“Halen güçlü ve etkili bir dinsel gericilik odağı olan AKP’nin, son gelişmelerden de en iyi biçimde yararlanarak, başarısız dinci faşist darbeyi başarılı bir başka dinci faşist darbeye çevirmek çabasının göğüslenmesi kuşkusuz acil bir güncel görevdir. Ama gerçekten devrimci olan bir parti, bu çabaya kendi yönünden en anlamlı katkısını, kendi bağımsız devrimci konum ve kimliğini koruyarak ve kendi stratejik yönelimleri doğrultusundaki çabalarını yoğunlaştırarak sunabilir ancak. Öteki her şey şu veya bu burjuva siyasal yönelimin eklentisi olmaktan öte bir anlam taşımaz.”
Türkiye Komünist İşçi Partisi Merkez Yayın Organı Ekim’in Ağustos 2016 tarihli, 303’üncü sayısının, “15 Temmuz darbe girişimi ve sonrası” başlıklı başyazısında yapılan bu tespit yeterince açıklayıcıdır. Komünistler bu tespiti referans alacaklar, bağımsız sınıf tutumu konusunda her zamankinden daha da ısrarlı olacaklardır.