Eğer toplumu yöneten, onu hareket ettiren ve hareketlerine yön veren gerçek yasaları ortaya koyamazsanız, toplumsal yaşamı biçimlendiren güçler sizin karşınıza yabancı, gizemli ve doğaüstü güçler olarak çıkacaktır. Sınıflar mücadelesinin tarihsel ve toplumsal yasalarını bilmiyorsanız, mevcut durum sizin gözünüzde bir çeşit “doğal işleyiş” gibi gözükür.
Bu durumda, sömürü, açlık, yoksulluk vb. toplumsal sorunlar “normalleşir”, olağan sayılır. İşsiz bir insanın ailesiyle birlikte intihar etmesi, bir insanın bedenini pazarlaması, borsa vurgunları bunların hepsi olağan durumlardır. İşsizlik ve yoksulluk “tembellikten” ileri gelmektedir. Emekçi ailenin alım gücünün düşmesine de yine “enflasyon” denilen gizemli bir varlık neden olmaktadır. İş cinayetleri kar hırsından, kapitalist rekabet yasalarından ve mülkiyet ilişkilerinin bizzat kendisinden değil de “kaderden” ileri gelir vb... Bütün bu süreç gizemlilerin en gizemlisi, kendinden menkul “piyasa” denilen bir güç tarafından yönetilmektedir.
Gerçeğin apaçık ortada olduğu durumlarda bile bunun kabul edilmesi, açıklanması, toplumsal olarak kabul görmesi her zaman bir yığın güçlükle kuşatılmıştır. Bu güçlüklerin önemli bir kısmı “yabancılaşma” dediğimiz bir süreci ifade eder. Ancak yabancılaşma kendinden menkul bir olay değildir. Yabancılaşma, her ne kadar insanın doğayı ve toplumu anlamaktan uzak olduğu bir dönemin, tıpkı mitlerde olduğu gibi yanılsamalarından kaynaklanıyor gibi gözükse de, gerçekte sınıflar arası ilişkilerin ve çatışmanın bizzat kendisinden ileri gelmektedir. En azından bu ilişki ve çatışmalar çerçevesinde şekillenmektedir.
Geçmişte belki insanlık gök gürültüsünü ve bir dizi olayı açıklayamadığı için Zeus fikrini ortaya atmıştı. Ancak günümüzde de insanlığın açıklayamadığı olay ve olgular antik Yunan’dan daha az değildir. Bir kere gerçekliğe ulaşmamıza yardımcı olacak “iyi bir eğitim” hala en az Antik Yunan’daki kadar seçkin sınıfa özgü bir olaydır. Dolaysıyla nüfusun çok büyük bir kısmı mevcut bilimsel-teknolojik gelişmelerden haberdar değildir. Bir diğeri, bilimsel olgu ve olayların ortaya konmasıyla onun topluma ulaşması, toplumsallaşması birbirinden farklı koşullar tarafından belirlenen ayrı ayrı süreçlerdir. Asıl önemlisi, toplumun bilinç yapısını şekillendirmede çok önemli bir yere sahip olan eğitim ve basın gibi kurumlar gerçeği egemen sınıfın yararına maniple eden ve dolaysıyla ona ulaşmayı imkânsızlaştıran araçlardır. Yani siz “iyi bir eğitim” alsanız bile bu eğitimle egemen sınıfın maniple edilmiş ve çıkarlarıyla uyumlu hale getirilmiş bilgiye ulaşırsınız.
Bugünün dünyasında kitle iletişim araçları üzerinde egemen sınıfın çok büyük bir hâkimiyeti söz konusudur. Egemen sınıf bu olanağı tahakküm ve manipülasyon araçları olarak kullanmaktadır. Ayrıca burada “Gerçeklik nedir?”, “Bilim nedir?”, “Gerçeği bilebilir miyiz?”, “Gerçeği nasıl bilebiliriz?” gibi antik dünya filozoflarınca ortaya atılan ve burjuva aydınlanma döneminde en yakıcı ve temel sorular olarak tekrar gündeme gelen esaslı soruların artık sorulmadığını da tali bir durum olarak not düşmek gerekiyor. Bu da tam bir bilgi bombardımanı ve kirliliğiyle karşı karşıya kalan günümüz toplumunun bilginin geçerliliğini/tutarlılığını ölçecek araçlardan yoksun olduğunu ortaya koymaktadır. Yani gerçeklik rastlantının kaderine terk edilmiştir ve tutarsızlık önemli değildir.
Sermayenin tüm toplumsal gerçekliği altüst ettiği, olayların anlaşılmaz hale getirildiği, manipülasyonun doruk yaptığı ve karanlığın en az Ortaçağ kadar kendini hissettirdiği bir dönemde marksist klasikler bu zifiri karanlığı aydınlatacak yegâne kaynaklar olarak orta yerde durmaktadır. Birer eylem klavuzu olan bu eserler en tutarlı aydınlanmanın ve her türden yabancılaşmaya karşı direnmenin yegane araçlarıdır.
Bir Kızıl Bayrak okuru